Phillipa C. Castellan
Mesaj Sayısı : 1
| Konu: Phillipa- Perş. Haz. 14, 2012 10:32 pm | |
| Ad-Soyad: Phillipa Catherine Castellan Diğer karakterleriniz: Olvia Orial Rothstein Karakteriniz1. Seçilmek istediğiniz bina(-lar): Gryffindor, Slytherin, Ravenclaw 2. Sınıf: V 3. Kan Durumu: Safkan 4. Karakteriniz ve Geçmişi: Sonradan evlat edinildiğini öğrenmiştir. Bunun üzerine artık o eve uğramaz olmuştur. Yazın sadece birkaç haftalığına normal evine uğrar. Onun dışında kendi hayatını kendisi kazanır. Muggle okulunda, önceleri, popüler sayılabilecek bir insan olsa da göz önünde olmaktan hep nefret etmiştir. Şimdi ise gerçek ailesini aramaktadır. Kendi ayakları üzerinde duran ve her türlü zorluğa göğüs geren bir insandır. Plan yapmayı ve hayatını düzene sokmayı çok iyi becerir. Yani zekidir. Ancak her türlü oalyda onu görebilirsiniz. Deli dolu ancak düşünerek hareket eden birisidir. Gözünü kırpmadan tehlikeye de atılabilir. - Örnek Roleplay:
Diğer karakterimin başvurusunda da kullanmıştım. Sorun olmaz sanırım?
Sabahın ilk ışıkları penceremden içeri süzülüp; henüz uykuya dalmama olanak vermeyen düşüncelerimle boğuştuğum yatağımın üzerine bir yaprak misali, sessiz ve hüzünlü bir tavırla düştü. Yeşil ve mavinin çeşitli can alacı tonlarıyla döşenmiş odam bu kez bana hayat veremiyordu. Kafam dönüp duran üç kelime gizliydi: acı, hüzün, ihanet.
Gök mavisi tonlarında, kendimi özgür hissetmem için tasarlanmış yatağım; bir çam iğnesi gibi yeşil, çiçekli duvar kağıtlarıyla birlikte moralimi düzeltmeye yetmiyordu. Bir an öylece sessizliğimi korudum ve odamı süzmeye başladım. Pek çok insanın evinin büyüklüğü kadar geniş bir odam vardı. Zengindik anlayacağınız. Üzeri tüllerle süslü, Barbie filmlerinden çıkmış gibi görünen, göklerin huzurunu versin diye seçtiğim, rahat, gök mavisi bir yatağım; bana yaşadığım eski orman kulübemi hatırlatsın diye istediğim, koyu yeşil, çiçekli duvar kağıtlarım vardı. Odamın yükselen bir kısmında bulunan dört senedir çaldığım bir kemanım ve onun hemen yanındaki çalışma masam. Ahşap oymalı, tasarımını kendimin yaptığı masam, beyazın en saf tonlarındaki rahat koltuğumla birlikte mükemmel bir uyum içerisinde tüylü fosforlu bir yeşil halının üzerinde duruyordu. Kenarı beyaz şeritli pencerelerimi zorlayan güneş, içeriye süzülmeyi başarsa da dalga misali kıvrılan, beyaz perdelerin engeline takılmış gibi görünüyordu. Odamın üç kapısını gözlerimle tekrar süzdüm. Birisi, geniş hole açılan, kahverengi ve siyah tonlamalı sade bir kapı; bir diğeri, kırmızı ve siyah, yatay şeritlerle süslü, giysi odama açılan kapı; ve sonuncusu içerisinde kaç tane olduğunu sayamadığım kitaplar ve ansiklopedilerle dolu, geniş kütüphaneme götüren saf beyaz bir taneydi. Bunların hiçbirisini hak etmiyorum ben, diye geçirdim içimden kafamı bir kez daha yastığa gömdüm. Sanki bir yastık, her şeyi başa sarabilirmiş gibi. Yüreğimden kopan üç duygu bir kez daha ne kadar derin olduklarını gösterdi bana. Acı, hüzün, ihanet...
Odamın çalınan kapısı beni yerimden sıçrattı. Misafir beklemiyordum. Odama kimseyi almazdım, ve onlarda benden uzak dururlardı zaten. Nankörce davranışımın insanları üzerime çektiğini söyleyemem. Ondan öncesinde de çok sempatik bir insan değildim zaten. Açık kahve tonundaki saçlarım içeriye giren az sayıda güneş ışığında parlıyor, şişmiş gözlerimi, soluk tenimi kapatmaya yetmiyordu. 1.70 boyunda, dalgalı açık kahve saçları olan, mavi gözleri bir deniz kadar derin ve berrak, delici bakışları olan birisiydim. Şimdi özelliklerim değişmemekle birlikte, gözlerim şişmiş, tenim solmuş ve saçlarım dağılmıştı. Ama bunlar zerre kadar umurumda değildi.
Aklıma sonradan gelen düşüncelerim, gelen konusunda bir tahmin yürütmemde bana yardımcı oldu. Sasha’yı ben çağırmıştım buraya. Bana yardımcı olsun diye. Titrek ve tükenmiş sesimle kapıya seslendim. “ Sasha? Kapı açık. “ Az sonra içeriye giren, 1.80 boyuyla dikkatleri toplayan, sarı parlak saçları at kuyruğu biçiminde özensizce toplanmış, üzerinde her zamanki mavi bir kap ve dar siyah bir pantolonuyla en yakın arkadaşım Sasha’ydı. Okul yıllarından arkadaştık. Binalarımız farklıydı fakat Sasha, Silena ve ben, Scarlett, Three-S grubunun kurucuları, muggle dünyasınca ünlü bir müzik grubunun üyeleriydik.
Beni kollarının arasına alıp sakinleştirici tonda bir şeyler söylediği andan itibaren gözyaşlarım akmaya başlamıştı. İçimdeki duyguların yoğunluğu ve tazeliği beni hıçkırıklara boğuyor, kendi düşüncelerimle cezalandırıyordu. Ben ne yapmıştım böyle? Yaklaşık beş dakika boyunca kafamda bu düşünceler döndü. Ancak o zaman sakinleşip konuşmak için kendimde güç buldum. Kafamı kollarının arasından çıkarmadan konuşmaya başladım. Duygularımı cümlelere döktüm. Kulağa da, düşüncelere geldiği kadar korkunç geliyor muydu acaba?
" Sash. İstemeden oldu, yemin ederim. Amaç... Amacım onu... Onu öldürmek değildi. Ben, isteyerek yapmadım. Yani çok sinir... Sinirliydim tamam ama, onu öldürmek istemedim, yemin ederim. " Hıçkırıklarla dolu bu konuşma içinde en ufak bir yatışmaya neden olmadı. Sasha'nın rahatlatıcı sesi olmasa, daha da beter olabilirdi. " Tamam tatlım, geçti, geçti. Şimdi rahatla biraz ve bana nerede olduğunu söyle. "
Sonunda göz pınarlarım kuruyup, tuzlu sıvı çekilince olanları adam gibi anlatmaya başlamıştım. Ancak fark ettim ki göz yaşları dursa da hissedilenler aynıydı. Acı, hüzün, ihanet... Erkek arkadaşım, nişanlım ya da artık ne denmesi gerekiyorsa, beni aldatmıştı. Bana çeşitli yollarla ve sağlam kanıtlarla gelen bu olay, eve gidip ona bağırma çağırma gücünü ve sinirini vermişti. Ama kendimi kaybetmem, hesapta olmayan bir şeydi. Onu öldürmem, hesapta olmayan bir şeydi. Kabusun ortasında gibi hissediyor, uyanacağım anı bekliyordum. Ama o an, hiç gelmedi.
Anlatmayı bitirdiğimde cesedi göstermek için aşağı kata inen mermer merdivenlere gittik. Yerdeki kırmızı, püsküllü halılar, bana kandan başka bir şeyi anlatmıyordu. Asa bile kullanmamıştım. Bir muggle bıçağı, bu kadar çok şeye sebep olabilir miydi? Olabiliyordu. Otuz iki santimlik bir bıçak hayatımın sonu olmuştu. Yüksek tavanlı mekan, artık dar gelmeye başlamıştı. Şimdiden başıma saplanan ağrı, vicdanımın yüklediği sorumlulukla beni bitiriyordu.
Mutfağa girdiğimizde, beyaz mobilyaların ve beyaz eşyaların rengi kırmızıya dönmüştü yer yer. Bir zamanlar güzel bir mekandı, bir zamanlar... Dışarıya açılan bahçe kapısı kapalıydı. Sesleri duyulmasın diye erkek arkadaşım kapatmıştı. Öleceğini bilse hala kapatmak için bu kadar uğraşır mıydı? Sanmıyorum. Kırlara açılan pencerenin perdeleri çekik dışarıyı gösterecek şekildeydi. Birkaç kuş ağaç dalına tünemiş, sessizce duruyorlardı. Acaba bir şey mi hissediyorlardı?
Sasha'nın yüzüne yayılan gülümseme beni oldukça şaşırtmıştı. Neden gülüyordu ki? Çok mu komikti yani? Belki de sinirleri bozulmuştur diye düşündüm, bana uzanan asayı görene kadar. Sasha, sarı saçlarını arkaya atmış, otuz iki santimlik, ceviz ağacından yapılma asasını bana doğrultmuştu. Pekala, belki bir açıklama yapmak isterdi. " Öncelikle sana teşekkür etmeliyim, Scarlett. Josh'u ben öldüremezdim, çok temkinliydi. Ayrıca bana güvenmiyordu. Ama görev bu şekildeydi. Gittim ve aklını başından alacak birisini buldum. Zor oldu ama başardım. Sonra sen, onu öldürdün ve şimdi sıra sende. "
Hı, pardon? Bir süre anlamakta zorlanmıştım. Hepsi bir oyun muydu? Hayır, gerçekti. Ama hepsi bir plandı. Bir yerde yatan kahverengi saçları dağılmış bir biçimde ve kurumuş bir kırmızılıkla kaplı duran Josh'a ve bir de ölümümü haber veren dostuma baktım. Öldüğüm zaman bile geçmeyecek duygulara sahiptim artık. Beni asla yalnız bırakmayacak. Her fırsatta hatırlanacak. Acı, hüzün, çifte ihanet...
|
|