G E O R G E C R O W N I E G R Y F F I N D O R S A F K A N VI | VII
Alıntı :
Crownie ailesi on yedinci yüz yılın başlarından itibaren süregelen safkan bir aile topluluğudur. Ailenin çoğunluğu Slytherin binasına hizmet vermiştir. Fakat son varisi olan Charles ve ailesi bu duruma karşı çıkarak cesaretlerini ve canayakınlıklarını tüm dünyaya göstermeyi amaçlamışlardır.
R O L O Y U N U:
Simsiyah gecenin karanlığını sobadaki alevin demirlerin arasından yansıması ile aydınattığı bir odada, eski bir kanepede rutubet kokan tavandan damlayan sulara aldırış etmeden uyumaktaydı yaşlı kadın. Mevsimlerden ilkbahardı, daha doğrusu bulunulan ayın Mart olduğu bilinmekteydi. Ve tüm kış boyunca yalnız başına yaşamayı artık rutin olarak kabul ederek ona göre hayatını şekillendirmişti. Eşini iki üç yıl önce evlerinin arka tarafındaki yolun sonunda bulunan ormanda, av mevsiminin başladığı zamanda kurtadam saldırısı sonucu kaybetmişti. O günden itibaren haber alamadı kendisinden hiçbir şekilde. Ne ölüsünü görebildi yaşlı adamın, ne de herhangi bir eşyasına rastlayabildi. Sıkıntılar arka arkaya gelmeye başlamıştı bunun ardından yaşlı kadına. Bir yıl sonra da oğlunu kaybetmişti. Fakat ona ne olduğuna dair hiçbir fikri yoktu. Umarsızca ondan bir cevap gelmesini bekleyerek geçirmişti koskoca bir yılı. Ve tabiki ne kocasından, ne de biricik oğlundan hiçbir haber gelmemişti o yıl boyunca. Bir evi kalmıştı sadece onlardan yadigâr olarak kendisine. Hepsinin anılarını ve eşyalarını barındıran kocaman bir ev. Üç kişi için bile büyük sayılan bu evde tek başına olmak dünyanın en ızdıraplı cezasıydı zaten. Fakat onun daha büyük bir derdi vardı tabiki. Oğlundan bir haber alabilmeyi arzuluyordu en azından. Ölü olup olmadığını merak ediyordu sadece. Eşinin ölümünün üzerinden bayağı geçmesinden dolayı onu ölü olarak kabullenmişti bile.
Yine bir Mart akşamında oturmuştu kocaman evin balkonundaki geniş ayaklı sandalyeye. Ve ormana doğru bakışlarını çevirerek bir siluet görmeyi amaçlıyordu sadece. Umutsuzluk ve çaresizliğin tanımına artık gerek duymuyordu genç kadın. İkisini aynı anda hiçbir ayrım yapmaksızın yaşamakla beraber yine de elinden geldiğince herkese yardımcı olmaya çalışıyordu. Aslında yapması gereken oldukça basit bir çözüm mevcuttu yaşlı kadın için. Fakat bunun sonucunda oğlu ona gelecek olsa bile, yan etkisi olarak tüm kurtadamları başına toplayabilme ihtimali de yüksekti. Eğer oğlu ölmediyse de, bu kargaşada öleceği kesindi. Başka bir çaresinin olup olmadığı düşünmeye koyuldu, kara kara. Fakat elinden başka bir şey geleceğini kendisi de zannetmiyordu. Yapılacak tek hamle buydu yine de oldukça fazla riske sahipti. Tüm bu düşüncelerin eşiğinde savrulurken ormanın girişindeki ağaçların dallarında bir hareketlilik sezdi. Aklı ona oyun mu oynuyordu yoksa en derin isteklerini kullanarak? Ama emindi orada bir hareketlilik olduğuna. Ellerini yavaşça gözlerine doğru götürerek ovuşturmaya başlamıştı. Ve yeniden gözlerini ormanın girişine çevirdiğinde pek bir değişiklik yoktu. Uzun süre ağaçların üzerine bakmasına rağmen, hiçbirinde herhangi bir hareketlilik sezemedi. Yine de kendinden oldukça emindi yaşlı kadın. Gözlerinin ve aklının ona oyun oynayabileceğine imkân vermek istemiyordu kısacası. Bir taraftan da haklı olması da muhtemeldi. Sonuçta orası bir ormandı ve çok değişik yaratıklar mevcuttu. Herhangi biri o hareketliliği yaratmış olabilirdi. İlle de kurtadam olmasına gerek yoktu tabiki... Düşüncelerinden sıyrılmadan kendisini toparlayarak ayağa kalktı yaşlı kadın. İyice uykusu gelmeye başlamış ve yeterince hareket yaşamıştı son on dakikada zaten. Bu gece de ona uygun bir durum çıkmayacağı kesindi. Artık yarına kalmıştı bütün aksiyon. Bu düşüncelerin ışığında odasına gidip yatağına yatmıştı bile yaşlı kadın. Ve gözlerini yavaşça kapatıp rüya alemine dalması an meselesi olmuştu. Oldukça uykusunun geldiği buradan da belliydi tabiki. Güneşin doğmasına rağmen hala uyuyor olmasından da... Ertesi gün öğle saatlerinde uyanmıştı, tam güneş tepedeyken. Ve artık düşüncelerin esiri olmaktan kurtulmuş, kararını vermişti bir nevi. Artık korkaklığa gerek duymuyordu, onu geri getirecekti. Biricik Jasonth'ı kim bilir nerelerde ve ne durumda idi? Onun bu akıl almaz düşüncelerini tek yolla çözebileceğini anlaması uzun sürmüştü fakat bunu gerçekleştirmek için de elinden geleni yapacaktı, tüm risklere rağmen. Evin tavan arasına doğru çıkmıştı akşam saatlerinde. Atalarından kalma tozlu sandığın kapağını aralarken bir an olsun duraksamamıştı bile. Oğlunu geri almayı herşeyden çok istemesiydi ona bu cesareti kazandıran. Sandığın en alt bölmesindeki kullanmaya ihtiyaç duymadığı asasına doğru elini uzatmıştı. Ve onu tek kavrayışta çıkarmıştı sandıktan. 19 santim uzunluğundaki Karaağaç'tan yapılma bir asaydı bu. Ve oldukça esnek olmasının yanı sıra yaşlı kadını çok iyi anlıyordu. Ve tamamen ona adamıştı kendisini, ona hizmet ediyordu. O anda kendisinde oldukça büyük bir güç hissetmişti yaşlı kadın. Tabiki bu güç sadece kurtadamları uzak tutmak için gerekecekti. Daha Jasonth'ı çağırmak için kullanacağı iksire gelmemişti sıra. Onu da sol tarafındaki rafda bulunan yüz elli şişenin içinden seçecekti. Yavaşça asasını belindeki kabına bırakıp şişelere doğru ilerledi. Gözlerini kapatarak çocukluğunu hayal etti. Çocukluğunun geçtiği bu evde daha önce de buna benzer bir olay olduğunu biliyordu. Ve bu yöntemi de oradan hatırlıyordu tabiki. Gözlerinin önünden film şeridi gibi geçen hayatı ona bu yolda bir takım ip uçları bırakıyordu tabiki. Ve şişenin içerisindeki sıvının petrol mavisi bir renge sahip olduğunu farketmesi de uzun sürmemişti. Elini şişelere uzatarak içinden gelen ilk şişeyi çıkarmıştı. Ve rengine baktığında yüzünde bir gülümseme oluşmuştu ister istemez. Petrol mavisi. İlk denemesinde bulmuştu aradığı şişeyi. Bir adım daha yaklaştırmıştı bu deneme onu oğluna. Bunu yine her zamanki mekânında yapmalıydı, daha doğrusu bu şekilde düşünüyordu yaşlı kadın. Evin üst katındaki balkona doğru ilerlerken artık tüm korkularını ve ön yargılarını geride bırakmıştı bile. Sadece oğlunun sağ olup olmadığını öğrenmek istiyordu. Balkona adımını atar atmaz belindeki yuvasından asasını çıkarıp sol elinde bulunan şişeye doğrultmuştu. Şişe havalanarak balkonun dışında bir yerde bekleme konumuna almıştı kendisini. Artık başlamanın zamanının geldiğini düşünerek asasını sallamaya hazırlanırken bir çıtırtı duyarak irkilmişti yaşlı kadın. Ağaçların arasından gelen sesi önemsemeyip işine devam edecekken tanıdık bir ses duyar gibi olduğunda ise her şeyi bırakmıştı. "Dur!" Garip bir şekilde Jasonth'ın sesini duyar gibi olmuştu ve bu bir tesadüf ya da yanılma olamazdı. Kendini toparlayıp bir şeyler söylemek istedi fakat dudaklarından ağlamaklı bir ses tonu ile "Jasonth." sözü çıkıvermişti sadece. Bunun üzerine ağaçların arasından sıçrayarak yanına biri konmuştu bile. Genç adam tek sıçrayışta ikinci kata tırmanmış ve hatta yanına kadar gelmişti aynı sıçrayışla. Bunun tek bir anlamı olduğunu biliyordu yaşlı kadın. Ve gözlerinden akan yaşlara mani olamıyordu. "Neden? Neden bunca süre buraya gelmedin? Benim ne durumda olduğumu görmedin mi oğlum? Senin öldüğün gerçeğini kabullenmek üzereyken neden benim karşıma ben çaba göstermeden çıkıveriyorsun?" Ard arda soru yağmuruna tutulduğundan kaçamak cevaplarla karşılık veriyordu genç adam. "Senin yanına gelmedim, çünkü bunların hepsini öğrenmeliydin. İlk gün yani kurtadam olduğum ilk gün gelmiş olsaydım, beni kabul etmeyebilirdin. Bunu sen de biliyorsun. Ve sana dur dememin bir sebebi vardı. Babam öldü fakat ruhu hala buralarda bir yerde. Ve açacağın o iksir beni sana getirmeyecekti. Benim alfam yok. Ve özgür bir kurt olduğumdan zaaflarım da yok. Fakat babamın ruhu o iksir açıldığı takdirde anında eve musallat olacaktı. Bu nedenle seni durdurmak istedim." diyebilmişti sadece. Ve yaşlı kadın gözleri yaşlı bir şekilde konuşmasına devam ediyordu. "İkimiz de oldukça zor günler yaşadık. Gördüğün üzre ben bir cadıyım. Ve soyum oldukça eski cadılara ve büyücülere dayanıyor. Senin de böyle olmanı bekliyordum. Fakat sen babana çekme konusunda oldukça başarılı çıktın." gülümseyerek tekrar sözüne devam ediyordu. "Madem özgür bir kurtsun. Artık birlikte yaşamamamız için hiçbir sebep yok. Yani tabi hala benimle yaşamak istiyorsan. Cadı bir anne ile." dedikten sonra yalvarırcasına genç adama baktı. Onun ağzından çıkacak tek bir olumlu kelime ile tüm dünya onun olabilirdi. Gözlerinden akan yaşları elindeki asasını sallayarak kuruturken bir yandan da sorduğu soruyu yeniden göz önünde bulundurarak yanlış bir şey söylemediğinden emin olmaya çalışıyordu. Ve yaşlı kadını mutlu edecek sözler sonunda çıkmıştı genç adamın dudaklarının arasından. "Tabiki. Sen istersin de olmaz mı? Ama birinci koşulum, özgürlüğüme önem veriyorum. Yani istediğim saate kadar ormanda dolaşma izni istiyorum. Ve ikinci olarak da..." çoktan sesi kısmıştı yaşlı cadı. Ve asıl macera onlar için şimdi başlıyordu.