Güzel bir şeyler görmeyi zaten beklemiyordu ama rüyalarında da sükunetle uyanmak istediği nadir zamanlardan bir tanesindeydi sadece. Bir şeyin ucunu bıraktığınızda asla yakalayamıyordunuz, ardı arkasına sürekli kötü şeyler geliyordu. Hayatına sokmak istediği sadece bir kişi olmuştu şuana kadar, hala o doldurulamaz büyük boşluğu kaplıyordu. Ruhunun bilinmezliğini ve kalbinin en derin köşesini…
Kimsenin olmadığına emin olduğunda usulca gözlerini açtı. Birkaç siyah pürüz etrafını sararken, hafif bir baş dönmesi de etrafındaki çevreyi süsledi. Kalın perdelerin arasına hapsolmuş karanlık, güneş ışıklarının altında güçsüz duruyordu. Yenilmişti. Belki de teslim olmuştu. Bilemiyordu. Bacaklarındaki tüm kasılmaları yok sayarak ayağa kalktı usulca. Yorgunluğunu ve diğer şeyleri umursamayacak kadar çok sıkılmıştı. Bir şeyleri yoluna koymak değil hiçbir şeyi istemiyordu. Korkmuştu, ailesini kaybettikten sonra ve Brian’ı kaybettikten sonra ilk defa korkmuştu. Dean’e değer vermişti ve… Gözlerindeki kararmanın geçmesini beklemeden yüzünü soğuk suyla yıkarken, tenine değen suyun birçok şeyi de beraberinde götürmesini diledi. Bu aralar bunu ne kadar da çok yapıyordu. Muggle’lar gibi dilek dileyip bir tanrının affediciliğine sığınıyordu, öyle olsa bile buna asla hakkı olmazdı. Üzerini hızlıca değiştirdi ve asasını cübbesinin kenarına koydu. Siyah kumaş teninde özgürce dolaşıyor, beyaz tenini daha da solgun gösteriyordu. Saçları güneşi kıskandırabilecek kadar parlak ve ışıltıyla dans ettiler karanlıkta. Hayalleri gibi… Hayaller sadece saçma bir kurguydu, insanları arkasından sürükleyen ve boş şeylerdi. Adımlarını sessizce koridorda atarken birilerini görmek isteyeceği en son şey olurdu. Burada yalnız kalmak istemekte, bu güneşli havadan bir an önce kurtulmak kadar imkansızdı. Nereye gittiğini bilmiyordu, ya da sadece biraz gözlerden uzak olmaktı isteği. Giriş salonu heybetli bir şekilde açılırken, geçirdiği onca seneyi düşündü. Ne olursa olsun burası hep onun eviydi. Ait olduğu yer. Eğer burada olmasaydı bilemiyordu, saklanamazdı ve karanlığın bir kuklası olurdu. Gülüşmelerin ve konuşmaların geldiği yöne doğru yürürken adımlarını yavaşlattı. Sesler birbirlerini kovalıyor ve gülüşmeler daha da artıyordu. Artık eskisi kadar rahatsızlık vermiyordu bu Auré’ye. Bunu duymak nerede olduğunu hatırlatıyordu ve hala bir şeylerden keyif alan öğrencilerin olduğunu belirtiyordu. Sesler kesilirken bakışları donuklaşmıştı biranda. Onun burada ne işi vardı? "Çocukça davranacak yaşı geçtiğini düşünüyorum." Küçük bir büyücüyü yakasından yakalamış ve hızla savurmuştu sert yüzeye. Bu da neyin nesiydi, ilk defa onu bu şekilde görüyordu. Bakışlarını gözlerinden kaçırdığında, tek isteği arkasına bakmadan kaçmaktı. Kolaydı ve asla yapmayacağı bir şeydi ama düşüncesi bile güzel gelmişti. Çocuklar salonu terk ederken, içerideki öğrencilerin onlara baktığını biliyordu. Bir olay falan mı bekliyorlardı, dedikodu? Derin bir iç çekerek önündeki erkeğin gözlerine baktı. Yüzü yorgun görünüyordu, belki de hastaydı. Bir anda nefes alamayacak kadar daralmıştı. Hayır bir şeyi yoktu, eğer öyle olsaydı onu iyileştirmek için her şeyi yapardı. Güzel gözleri öfke parıltılarını etrafa saçarken, tehlikeli ve kararlı gözüküyorlardı. "Bana neden güvenmiyorsun?" Dudakları ifadesizce hareket ederken yüzü gerildi. Onu tekrardan görmek, içindeki tüm açlığı kapatmıştı ve öfkesini ona unutturacak kadar özlemini hatırlatmıştı. Ne yapmasını bekliyordu, anlayamıyordu. Rox ile aynı yerde kalmaları bile yeterdi. Ona dokunup dokunmaması… Hayır bunu düşünemezdi. Eğer bir kalp diğerine aitse bunu yapamazdı. Aurélien, Dean’e sarılmaya bile kıyamazken bunu anlayamıyordu ve anlayamayacaktı da. ‘’Seni anlayamıyorum Dean. Sorunun bir tek güven olduğunu mu zannediyorsun?’’ Hırçınca adımlarını geriye doğru çekerken, ürkek bir kız çocuğundan farksızdı. Sözleri öfke yüklü gibi görünse de, ait olduğu tek şey sevgiydi.