Iseut Holmes son ışığı kapatıp da karanlığa bürünmüş evine bir göz attıktan sonra dışarı attı kendini, o boş ve karanlık evde daha fazla vakit harcamak istemiyordu. Londra sokaklarında keskin ve hızlı adımlarla ilerliyor, vücudunu çevreleyip onu ele geçirmeye çalışan soğuğa karşı koyan bir tavır sergiliyordu. Kafası şuanda gitmekte bulunduğu toplantı yüzünden bir iksir kazanından daha dolu ve karışıktı. Gözlerine vurmuştu düşünceleri ve güzel çehresi kasılmıştı, olduğundan daha yaşlı ve olgun gözüküyordu. Belki de öyleydi aslında; bedenen ve ruhen de bu meslek onu yaşlandırmış ve yıpratmıştı. Yıllar içinde yaşadığı şeyler zihnine bir bir dolarken günün bu erken saatinde eski, puslanıp unutulmak için bir kutuya saklanmış anılarını düşünmek istemiyordu. Saat ne kadar ileri olsa da ve çoğu insan şuan sıcacık yataklarında uyukluyor olsa bile şehir canlı sayılabilirdi. Kadın zaten Londra hakkında bunu seviyordu; asla ölmeyen bir şehirdi burası. Küçük bir kasabaya gidip emekli olabileceğini düşünmüyordu, ona canlı bir yer lazımdı. Kendisi gibi enerjisinin asla bitmeyeceği bir yer. En azından kadın öyle düşünmeyi seviyordu, sonsuz bir enerjiye sahip olduğunu. Yaşadığı bunca şeyden sonra bu düşünceye sarılıp kendini avutabiliyor, güç kazanıyordu. Böyle tuhaf umutları ve düşünceleri olmasaydı zaten bu işi uzun süre önce bırakacağını hissediyordu. İşini ne kadar sevse de bazen bırakıp gitmek istiyordu, her şeyden kaçmak ve asla arkasına dönüp bakmamak ama sonra aklına insanlar geliyor ve kalıyordu. Öyle düşündüğü için de kendisinden utanç duyuyordu.
Bakanlığa ulaşmasını sağlayacak Londra'nın klasik bir simgesi olan o kırmızı telefon kulübesine varınca alışkanlıktan etrafına baktı tez ama dikkatli hareketlerle, sonra ise kulübeye girip bakanlığa girmesini sağlayacak numaraları tuşladı. Elbette oraya cisimlenebilirdi ama kadın fiziksel aktiviteyi seviyordu, ruhunu canlı tutuyordu bu. Zaten yaşadıkları dönem oldukça hareketsiz bir çağdı ona göre; o yüzden belki de seçmişti bu mesleği. Gündelik o hareketsiz yaşamlarına değişik bir ışık tutup herkesin inanamayacağı şeylerle yüzleşip her an ölümle yüzleşmek. Çoğu insan bunun için ona deli diyebilirdi ve kadın omuz silkip geçerdi çünkü haklılardı bir açıdan, böyle düşünen bir insan nasıl 'normal' denilen o küçücük kalıba sığabilirdi ki? Bir de kendine itiraf etmekte zorlansa da bildiği bir şey vardı: o nasıl bir alkolik alkole bağlıysa o da adrenaline öylesine bağlıydı. Adrenalin vücuduna pompalanınca yoksunluk çeken birinin istedikleri şeyi alıp rahatladığı gibi rahatlıyordu hem ruhen hem de bedenen. Şuan bulunduğu rütbede ise adrenalinden bol bir şey yoktu. Belki bunu duysalar onu rütbesinden alırlardı, bilmiyordu kadın ama bunu kimseyle paylaşmamıştı zaten. Kendisi bile bunu kabul edemiyordu ki, aklına ne zaman bu düşünce gelse hızla onu kovalıyor ve bir yere kilitleyip açmamayı tercih ediyordu. Yine de kilitleri zayıf ve kırıktı çünkü bu düşünce bir şekilde serbest kalıp zihnini doldurmaya devam ediyordu.
Bakanlıkta gördüğü herkese her zaman yaptığı gibi hafifçe gülümsüyor veya kafasını sallayıp onları selamlıyordu. Baş seherbaz olarak insanlarla arasını iyi tutması gerektiğinin farkındaydı ve bu da onun için oldukça çabalıyordu. Yine de bazen bu çabalarının gece vaktinde güneşin doğma çabaları kadar başarısız olduğunu düşünüyordu ama asla vazgeçmiyordu, vazgeçmeyecekti de. Toplantı odasına girdiği zaman yaşayacakları şeyleri düşünüp derin bir nefes aldı ve odaya girip kendi izlenimini vermeden önce kendine son bir şekilde çeki düzen verdi. Ona göre ilk izlenimler çok önemliydi; bu yüzden her zaman en iyi halinde görünmeye çalışıyordu. Ne zaman kiminle tanışacağınız yada görüşeceğiniz belli olamıyordu, hayat sürprizlerle doluydu. Odanın serin havası tenine değince hafifçe titredi ama alışamayacağı bir şey değildi, o yüzden emin adımlarla ilerleyip kendine rastgele bir sandalye seçti. Son derece şık ve özenle dekore edilmiş o da boştu, kendisinin ilk geldiğini tahmin edebiliyordu zaten. Muggleların icatı olan kol saatine baktı, çok kullanışlı buluyordu bu sıradan nesneyi. Saat daha oldukça erkendi, gerektiğinden erken varmak onu şaşırtmadı. Iseut fazlasıyla dakik yetiştirilmişti ve bu özelliğini yıllar içinde de korumaya devam etmiş, asla bırakmamıştı. Kafasını masanın pürüzsüz zeminine yasladı ve gözlerini kapadı ama uyumuyordu; düşünceleriyle baş başa kalmıştı şimdi. Aklına Black geldi ve yüzünü ekşitti kadın; bu adama ona ne büyük sorun olmuştu! Yine de nereye saklanırsa saklansın onu bulacaktı, kendine kendine yemin etmişti. Onun arkasına bırakamazdı yaptığı şeyleri.
Oda yavaş yavaş dolarken kadın iç çekip sihir bakanın iyi bir havada olmasını diledi çünkü Jeanne kötü bir ruh halinde bu toplantıya geliyorsa herkesi çok acılı saatler bekliyordu. Yine de kimsenin iyi bir ruh halinde olduğunu düşünmüyordu baş seherbaz; nasıl olabilirlerdi ki? Sihir dünyasına karanlığın yaydığı bu kordan bir yangına dönüşen kaosu durdurma çabaları kovayla su taşıyıp bu ateşi söndürmeye benziyordu: ufak ufak, yavaş yavaş ama kararlı. Yine de kadın yaptıkları her şeyin aslında çok önemli olduğunu düşünüyordu, ellerinden geleni yapıyorlardı. Evet, belki istedikleri kadar etkili olamıyorlardı ve bu yeterli değildi ama daha ne yapabilirlerdi ki? Kadın sinirli bir şekilde iç çekti ve burun kemiğini ovuşturdu, kaç gecedir düzgün uyuyamıyordu. Nasıl uyuyabilirdi? Ruhu izin vermiyordu buna, benliği ona sürekli uyanık kalıp bu adamı yakalaması gerektiğini bağırıyordu. Jeanne'in o sırada odaya girdiğini fark eden Iseut kendini hemen toparladı ve sakin bir ruh hali takınmaya çalıştı, sihir bakanına şuan stres altında olduğunu göstermek istemiyordu çünkü biliyordu ki şuan her pozitif enerjiye ihtiyacı vardı kadının. En azından dudaklarında bir gülümseme vardı.
“Hepinize katıldığınız için teşekkür etmek istiyorum… Hepinizin bildiği gibi Steven Micheal Black, bakanlığımız ve büyücü dünyası için büyük bir tehdit oluşturmakta. Özellikle Hogwarts içinde gerçekleşen ölümlerden sonra kendisini daha iyi gizlemeyi başarıyor. Iseut, senin bu işin altından kalkabileceğini düşündüğüm için River ve Rachel’ı da yanına alıp Hogwarts’a gitmeni istiyorum. Bir süreliğine öğrencilerin dikkatini çekmeden orada kalın. Black oraya gelecektir.” Kadın kendine verilen komut üzerine hızlı bir hareketle başını salladı. River ve Rachel deneyimli seherbazlardı ve onlara güvenebileceğini biliyordu, en azından öyle düşünmeyi tercih ediyordu. Hogsmade'e tanıdığı bir dostu onlara küçük bir ev ayarlayabilirdi, onlar da kılık değiştirip orada saklanıp olayları gözlemleyebilirlerdi. Hatta belki birkaç Hogwarts öğrencisiyle konuşup onlardan bilgi koparabilirdi kadın. Öğrencilerin farkında olmadan ne kadar çok bilgi bildikleri herkesi şaşırtabilirdi ama yılların getirdiği deneyimle Iseut bunun oldukça farkındaydı; genç zihinler aslında herkesten daha çok şey öğrenir ve herkesten daha çok şey fark ederdi. Yine de bu görevin gizli olmasından yanaydı kadın; Hogwartstaki kimse onların Hogsmade'e olacağını bilmemeliydi. Bu sayede profesörler yaptıkları her harekete burunlarını sokmadan rahat bir şekilde öğrencileri sorgulayabilir ve çok daha rahat bir şekilde bilgi toplayabilirlerdi. Bu düşüncesini dile getirmek için kadının laflarının bitmesini bekledi. Ona hafifçe gülümseyerek bakıyordu, destek vermeye çalışıyordu arkadaşına. Jeanne ile tuhaf bir ilişkileri vardı ama onunla arkadaş olduklarını düşünüyordu kadın; ilişkilerini nitelendirmek için en bu kelime uygundu.
"Görevinizle ilgili bir sorun var mı?" Jeanne'in bu sözleri üzerine dikkati kendine çekmek için boğazını temizledi ve bütün gözlerin ona döndüğünü hissedince düşüncelerini kelimelere döktü.
"Eğer Rachel ve River için de uygunsa Hogsmade'e kalmamızdan yanayım. Ayrıca Hogwartstaki kimsenin oraya gittiğimizi bilmesini istemiyorum; ne profesörler, ne öğrenciler. Bu kesinlikle çok dikkatli olmamızı gerektirecek zamanlar. İnsanlar ne kadar az bilgi bilirse o kadar iyi. Oraya gittiğimizi sadece Celia'nın bilmesinden yanayım." Celia'yı çok iyi tanımıyordu Iseut ama Hogwarts müdiresi olarak kadına güvenmesini fısıldıyordu içgüdüleri ve Iseut içgüdülerini dinlerdi, onları göz ardı edip sürekli mantığın peşinden gitmeye çalışanlardan değildi. Onları kabul eder, benimser ve üzerlerinde düşünür; öyle de bir karar verip ortaya sunardı. Kısaca içgüdüleriyle mantığına aynı anda güvenir, ikisini de kullanırdı. En mantıklı fikirlerin buradan geldiğine inanıyordu kadın; ruhsuz bir mantık veya duygu dolu lakin mantıktan yoksun bir düşünce neydi ki?
- Spoiler:
Renk kodu: #044a68