AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

Paylaş
 

 Talihsizlik

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Dulcet Eyres

Dulcet Eyres

Mesaj Sayısı : 95
Gerçek Adı : Kıvılcım

Talihsizlik Empty
MesajKonu: Talihsizlik   Talihsizlik EmptyÇarş. Ocak 30, 2013 11:16 pm


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Dulcet Eyres

Dulcet Eyres

Mesaj Sayısı : 95
Gerçek Adı : Kıvılcım

Talihsizlik Empty
MesajKonu: Geri: Talihsizlik   Talihsizlik EmptyÇarş. Ocak 30, 2013 11:26 pm

“Bakın Profesör, bizi takım yaparak çok yanlış bir karar verdiniz çünkü-“
“Bayan Eyres, hatırladığım kadarıyla İksir Profesör’ü ben oluyorum. Yanılıyor muyum yoksa?”
“Hayır,” diye mırıldandı Dulcet sesinde belirgin bir şımarıklık tınısı ile. Profesör ayağa kalktı ve ellerini masasının üstüne yerleştirdi. “Madem öyle, ödevin teslim tarihini yarına çekmem size iyi bir ders olur.” Konuşmak için ağzını açan Dulcet’i görünce çabucak devam etti sözüne. “İtiraz istemiyorum. Ödev yarın masamda olsun.” Dulcet arkasında korkuluk gibi duran Audrey ve Frances’e baktıktan sonra arkasını dönüp profesörün ofisinden hışımla çıktı. Üç gün kadar önce büyük bir talihsizlik sonucu birlikte çalışmaları buyrulmuştu. Bu fikre soğuk bakan sadece Dulcet değildi, Audrey ve Frances de oldukça isteksizdi. Bu sebeple düzgün bir konuşmayı noktalandırmayı başarıp profesörün ofisine gidip fikrini değiştirmeye çalışmaya karar vermişlerdi. Tam bir zaman kaybı olsa da Dulcet denediği için pişman değildi. Aksi olsa içinde büyük bir keşke taşıyacağını biliyordu. Her yolu denemedikten sonra teslim olmazdı. Maalesef bu konuda yapabileceği fazla bir şey yoktu.

~

Dulcet okul üniformasını çıkarttı ve onun yerine zamanında erkek kardeşlerinden birine ait olduğunu düşündüğü gümüş rengi bir kazak giydi. Ağır küpelerini de çıkarıp tahta bir kutunun içine koydu. Ardından tokanın sıktığı atkuyruğunu çabuk el hareketleriyle bozdu. Kestane rengi saçlar yüzünün etrafına düşerken masasındaki kitap yığınından İleri Düzey: İksir adlı kitabı çekip aldı. Sayfaları karıştırdı ve kendi el yazması olan parşömeni buldu. Siyah mürekkeple hazırlamaları gereken İksir hakkında önemli notlar almıştı. Daha önce yaptığı bir iksirdi. Kitabı yeniden masadaki kaosun arasına attı ve parşömeni büküp kot pantolonunun cebine tıktı. Bulmak için tüm sahafları gezdiği o kitabı düşman arazisine sokacak değildi. Üstelik içinden bir ses kitabın Hogwarts sansüründen geçemeyeceğini söylüyordu. Bir gece için başını daha fazla belaya sokmasının gereği yoktu. Kazağın altından kolalı yakaları çıkan gömleğini düzeltti ve gerekli olan her şey ile birlikte asasını da aldığından emin olduktan sonra yatakhaneden dışarı çıktı.

Audrey, Frances ve Dulcet aynı binada olmalarına rağmen birbirlerine karşı görünmez olabilmeyi hünerle başarıyorlardı. Koridorlarda denk gelmezlerdi, yatakhanede birbirlerinin sesini duymaz, derslerde yan yana düşmezlerdi. Profesörler ve arkadaş çevreleri bu durumu bilir, saygı gösterirlerdi. Portre deliğinden dışarı çıkarken iç geçirdi. Sadece, gecenin olabildiğince kısa sürmesini diledi. Yürürken hızlandı ve nöbet tutan öğrenci başkanlarından birine profesörün yazılı iznini gösterip yoluna devam etti. İsteksizliği ağır ağır attığı adımlarından belli oluyordu. Zaten zindanlarda olan İksir sınıfına giderken yolu iyice dolandırmış, olabildiğince oyalanmıştı. Bir an durup neden böyle yaptığını düşündü Dulcet. Problem neydi? Aslına bakılırsa hiçbir zaman geçmişte yaşamamıştı ya da hiçbir zaman fersahlarca ardında kalmış insanlar için üzülmemişti. On altı yaşına yeni basmış olsa da hayatından o kadar kişi gelip geçmişti ki… Eğer her biri için yas tutmaya kalksa geri kalan hayatı boyunca yüzünün hiç gülmeyeceğini biliyordu. O sadece yoluna devam etmişti. Geride bırakılmaktansa geride bırakmak, giden kişi olmak daha kolaydı. Yeniden yürümeye başladı düşünceler artık onu gerçeklikten koparırken. Fransa’yı hatırladı. Ay çöreği ve marmelat kokan sokakları, o ufak pastaneyi… Sarmaşıkların sıkı sıkı örttüğü camları ve çocukların neşe dolu kahkahalarını… Farkında olmadan sıcacık anıya gülümsedi. Çabucak arkadaş edinmişti. Audrey, Frances, Amélie, Henry… Çok iyi hatırlıyordu, hatta o kadar iyi hatırlıyordu ki şaşırmamak elde değildi.

Sonraları ne olmuştu? Dulcet’in başı derde girmişti ve her zaman yaptığı gibi bir kurban seçmişti kendine. Hem ismini temize çıkaracak, hem de sevmediği birisinden kurtulacaktı. Ona göre planı o kadar kusursuzdu ki Frances ve Audrey’e anlatmakta sakınca görmemişti. Anlayacaklarını, takdir edeceklerini düşünmüştü. Oysa Dulcet gibi değillerdi. Yaptıklarını ahlaki olarak yanlış bulduklarını, bir leydiye –ki Dulcet buna hala gülerdi- yakışmadığını söylemişlerdi. Muhtemelen ailelerinden kaynaklanan bir şeydi. Dünyadaki en önemli kişiler gibi el üstünde büyütülmüşlerdi. Oysa Dulcet hayatı boyunca ağabeyleri tarafından kurban seçilen kişi olmuştu. Çarpık aile ilişkileri bir tür savunma mekanizması geliştirmesine sebep olmuştu böylece. Ona göre hayatta kalmak sadece nefes almak değildi. Ona göre hayatta kalmak savaş ganimetiydi, şanla ve güçle var olmak. Bu yüzden en ufak şey için bile savaşırdı Dulcet. Geceleri rahat uyuyamamasının ya da insanlara güvenememesinin en büyük sebebi buydu. Etrafında yedi şeytan vardı sanki. Genç kızı sürekli dürten, sürekli yapmaması gereken şeylere teşvik eden.

Sınıfın kapısını açtı ve düşüncelerinden sıyrılarak içeri girdi. Yüzünde hiçbir anlama yorulamayacak alaycı bir gülümseme vardı. Başı ile karşıdaki sırada kaynayan bir kazanın önünde oturan iki genç kıza selam verdi. Onlar saldırana kadar saldırmayacaktı, bundan adı gibi emindi. Sakin bir şekilde onlara doğru ilerledi ve çantasını kazandan uzakta, güvenli bir yere koydu. “Beni beklememişsiniz.” Onlara yukardan bakmaktansa sıraya oturdu ve parlak bir yeşil rengini almış iksire şöyle bir göz gezdirdi. “Sanırım ikinci evre.” Pantolonunun cebine uzandı ve ikiye katladığı parşömeni çıkartıp bir göz attı. “Bu evrede zümrüt yeşili değil çimen yeşili olması lazımdı. Tütsülenmiş sinek kanatlarından kaç tane koydunuz?” Sivri bir şey söylememek için elinden gelen her şeyi yapıyor olsa da dudaklarında beliren o küçümseyici gülümsemeyi saklamak için uğraşmadı bile.

Tek bir gülümseme çarmıha gerilmesine sebep olmazdı ya?
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frances Jouvet



Mesaj Sayısı : 263

Talihsizlik Empty
MesajKonu: Geri: Talihsizlik   Talihsizlik EmptyPerş. Ocak 31, 2013 4:42 pm

..


En son Frances Jouvet tarafından Cuma Şub. 15, 2013 7:14 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Audrey Bonnaire



Mesaj Sayısı : 46
Gerçek Adı : Tuğçe.
Yaş : 29

Talihsizlik Empty
MesajKonu: Geri: Talihsizlik   Talihsizlik EmptyPerş. Ocak 31, 2013 8:39 pm

Edit.


En son Audrey Bonnaire tarafından Cuma Şub. 15, 2013 7:05 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Dulcet Eyres

Dulcet Eyres

Mesaj Sayısı : 95
Gerçek Adı : Kıvılcım

Talihsizlik Empty
MesajKonu: Geri: Talihsizlik   Talihsizlik EmptyPerş. Ocak 31, 2013 9:35 pm

“Dakiklik aramızda bir buluşma saatine karar vermiş olsaydık beni yargılayabileceğin bir kıstas olurdu Audrey.”

Ah, amatör, diye düşündü Dulcet aynı gülümseme dudaklarından silinmeyip bakışları ufak tefek kıza, Audrey’e odaklanırken. Tipik bir Fransızdı. Kendini bu denli kanıtlamaya çalışışının nasıl da komik göründüğünü anlayamıyor olması kötüydü. Dulcet için problem değildi zira çevresindeki herkes Audrey gibi prototiplerden oluşuyordu, hepsi tek tipti. Dulcet parlak bir mordan oluşurken alabildiğine uzanan bir grilikte hapsolmuş izlenimi yaratıyordu. Bu farklılık elbette hoşuna gitmiyor değildi zira o sert bir rüzgarın alıp götürebileceğinden çok daha fazlasıydı. Başını hafifçe yana yatırdı ve çimen yeşiline dönmüş iksire, ardından da Frances’e baktı. “Bir kanat daha eklemektense iksiri biraz daha sulandırıp içine hardal otu ekleseydik son evreyi yaklaşık bir saat kadar kısaltmış olurduk. Audrey konuşmama izin verseydi tabi.” Dönüp tekrar onlara bakmadı. Ellerini masanın hemen yanında sıralanmış malzemeler arasında gezdirdi ve aralarından tozlu bir şişeyi çekip aldı. Üzerine yazılmış harfleri loş ışıkta fazla net göremese de kanguru derisi olduğunu hemen anladı. Ardından asasını hafif ama zarif bir hareketle salladı ve içerisi biraz daha aydınlandı. Genç kız kazana biraz daha yaklaşıp harlayan ocağı iyice kıstı, şişeye tıkılmış kanguru derilerini asasının yardımı ile çıkarttı. Renkleri garip bir kahverengiye dönmüştü, olması gerektiği gibi. Deriyi üç parçaya ayırdı. “İkişer dakika arayla üç tane deri parçası atacağız.” Açıklama gereği duymuştu çünkü Audrey gibi burnunun dikine gidip direk harekete geçmek hata olurdu. Eğer bir yanlış yaparsa o yanlışı gerçekleştirmeden kızların kendisini düzeltmesini tercih ederdi. Bu yüzden onlara itiraz etmek için süre tanıdı, iksiri olabildiğince çabuk bitirmek ilk önceliğiydi. Herhangi bir itiraz gelmeyince ilk kanguru derisini attı ve kendisine bir sandalye çekip oturdu.

Günün yorgunluğunu sandalyeye oturduktan hemen sonra hissetti. Gözleri ağır ağır fokurdayan kazana kilitlenirken aynı zamanda saniyeleri sayıyordu. Bu bir nevi alışkanlıktı. Sessiz kaldığı zamanlarda genç kızın gerçek hayattan fazla kopmamasını sağlıyordu. İki dakika tamamlanınca vakit kaybetmeden ikinci kanguru derisini attı ve iksir olması gerektiği gibi tepki vererek deniz yeşiline döndü. Yeniden sandalyesine otururken yüzünden silik bir gülümseme geçti, adeta uğursuz bir hayaletin silueti gibi. Yüz yirmiden geriye sayarken aynı zamanda düşünüyordu da. Nasıl ayak uydurabildiğini, nasıl çıkarlarını koruyabildiğini. İkiye karşı bir olmak kolay bir şey değildi. Bu normalde insanı yalnızlık duygusunun eşiğine sürükleyebilirdi. Yanlış kararlar almasına, kendisinden şüphe etmesine sebep olabilirdi. Oysa dönüp geçmişe baktığı zaman Dulcet kendisini hep bir üçlünün, bir ikilinin, hatta kalabalık gurupların karşısında dururken görüyordu. İşin en güzel yanı ise ne olursa olsun üstesinden gelmeyi başarabilişiydi. Zor oluşuna söylenecek laf yoktu, genç kızı yıprattığına da. Dulcet için problem değildi, daha sakin bir hayat yaşamayı seçebilirdi ama böyle bir mücadeleyi kendisine daha çok yakıştırmıştı. İçindeki sebepsiz öfkenin bir şekilde dinmesini sağlıyordu. Zehirli oklarını kendinden çok başkalarına yöneltmek artık daha da kolay gelmeye başlamıştı. Aklındaki sayaç sıfırı vurunca düşüncelerinden hemen sıyrıldı. İleri uzandı ve yerinden kalkmadan son kanguru derisini kalaylı kazanın içine attı. İksir aniden koyu bir kıvama gelip altın rengine döndüğünde Dulcet hafızasına güvenemeyip cebine tıktığı parşömeni çıkartıp baktı. Ardından rahatlamış bir şekilde gülümsedi. “Üçüncü evre tamam. Dördünce evreye geçmeden önce biraz dinlenmesi gerekiyor.” Ocağı tamamen kapattı ve o garip sessizliğin içinde yerinde biraz kaykıldı. Gümüş kazağının yakaları omzunu kaşındırıyordu, dudaklarını bükmekle yetindi sadece.

Zamanın geçmek bilmeyişi gerçekten çok komikti. Akrep ve yelkovan o gece mesaiyi erken kapatmıştı adeta. Konuşacak hiçbir şeyleri olmadığı için Dulcet’in tek yapabileceği anlamsız bakışlarını sınıfta gezdirmek ya da yıpranmış parşömeni ile oynamaktı. Frances ve Audrey’in sessiz kalmayı tercih edişi de oldukça garipti. Onlar konuşuyor, sohbet ediyor olsa Dulcet aralarına katılmayacak olsa da dinleyebilirdi. Bu da bir çeşit zaman geçirme yöntemiydi, iyi bir gözlemci olduğu için insanların konuştuklarına gerçekten kulak verirdi, anlamaya, özümsemeye çalışırdı. Gerçekten yeni şeyler öğrenebiliyordunuz. Yavaşça yerinden kalktı en sonunda. “Dördüncü evre tamamen kitapta yazdığı gibi olacak. Sadece dengeli eller gerekiyor. Frances, hatırladığım kadarıyla titremeyen ellerin vardı.” Elindeki parşömeni genç kızın hemen önüne, masaya yerleştirdi ve ona doğru çevirip işaret parmağı ile üçüncü maddeye vurdu. “Sekiz damla deniz suyunu seri bir şekilde damlatman gerekiyor ve sanırım belli bir yükseklikten olması lazım.” Deniz suyunu ayrı bir kapta ayarlamak belki daha kolay olurdu, en azından önceleri Dulcet bunu denemişti ve iksiri katran rengine dönüp kazanın dibine çökmüştü. Malzemeleri kazanın yakınına bırakıp yerine oturdu. Beklerken dirseklerini dizlerine dayadı ve gözleri fokurdayan kazana daldı.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Frances Jouvet



Mesaj Sayısı : 263

Talihsizlik Empty
MesajKonu: Geri: Talihsizlik   Talihsizlik EmptyCuma Şub. 01, 2013 3:05 pm

***


En son Frances Jouvet tarafından Cuma Şub. 15, 2013 7:14 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Audrey Bonnaire



Mesaj Sayısı : 46
Gerçek Adı : Tuğçe.
Yaş : 29

Talihsizlik Empty
MesajKonu: Geri: Talihsizlik   Talihsizlik EmptyCuma Şub. 01, 2013 8:51 pm

Edit.


En son Audrey Bonnaire tarafından Cuma Şub. 15, 2013 7:06 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Dulcet Eyres

Dulcet Eyres

Mesaj Sayısı : 95
Gerçek Adı : Kıvılcım

Talihsizlik Empty
MesajKonu: Geri: Talihsizlik   Talihsizlik EmptyC.tesi Şub. 02, 2013 4:31 pm



İksiri kendisi yapıyor olsa içi daha çok rahat edecekti. Garip bir rahatsızlıkla alt dudağını ısırdı. Bakışlarını iksir kazanından kaldırdı ve Audrey ile göz göze geldi. Genç kızın üstüne zehirli oklar gibi saplanan bakışlarını hissetti, gülümsedi. Kimse nefret etme sanatını Dulcet’den daha iyi icra edemezdi ki hem Audrey, hem Frances kızın nefretine layık bulunmadıkları için artık hangi dinin hangi tanrısına inanıyorlarsa şükretmeliydiler. Arkadaşlıkları da Dulcet’in yapabileceklerini gördükleri için bitmemiş miydi zaten? Onları çok iyi anlıyordu aslında Dulcet, doğru olanı yapmışlardı. Dulcet kendi çevresinde asla karakterini birazcık bile andıran birisi bulundurmamıştı. Dolgun kestane saçlarını yüzünün önünden çekti ve açık kahverengi gözleri bir an için iksir sınıfının karanlığında gece kadar siyah, gece kadar yıldızlarla dolu göründü. Gözlerindeki muzip parıltılar adeta genç kızın imzasıydı, onun mürekkebiydi. Bir şekilde, temasa geçtiği her hayatta izi kalan, silikleşse de asla çıkmayan bir mürekkepti, uğursuz bir mürekkep. Kendisi ise su gibiydi adeta. Yeryüzü ile su altını ayıran o incecik çizgi gibi kızın iç dünyasını gerçek dünyasından ayıran bir çizgi vardı. O güne kadar hiç kimsenin derin sularına karışmasına izin vermemişti. O uçsuz bucaksız denizlerin tabanında biriktirdiği şeyleri açığa vurmamış, bir süre sonra ilk bakışta tanınamayacak bir ölüm kapanı haline gelmişti. Eliyle sağ şakağını sıvazladıktan sonra iksir konusunda Audrey’e güvenmediğini hatırlayarak ona döndü. Bir süre sessizce izledi, ses çıkartmamaya çalıştı ama kendini daha fazla tutamadı. Kız fazla savruk iş yapıyordu. “Biraz daha ıslatmalısın, kuru bırakırsan iksir eksik kalır.” Audrey’in sinirle kendisine yönelen bakışlarını gördü ve dudak büktü. Sınıftaki kimse eleştiri kaldıramıyordu. Kendi bilecekleri işti. Profesöre durumu gayet net bir şekilde anlatırdı. İkna yeteneği tüm okulda kötü nam salmıştı ki sevilmek istediği zaman kendini sevdirdiğini herkes bilirdi.

Düşüncelerinden sıyrılıp yeniden sınıfa döndüğünde Audrey’nin dudaklarının hareket ettiğini gördü. Birlikte belirli bir süre geçirmiş sayılabilecekleri için bazı şeyleri fark edebilecek kadar iyi tanıyordu onu. Genç kız sinirlenmeye başladıkça aksansız İngilizcesi’ne bir anda Fransız aksanı ağır geliyordu. Çok sinirlendiği zamanlarda Fransızca mı İngilizce mi konuşacağını merak etti Dulcet bir an ve dudaklarında muzip bir gülümseme belirdi. Öğrenmenin tek bir yolu vardı. “Bir hata yaparsan hepimize patlar. Bu yüzden önceden uyarmakta bir sakınca görmüyorum.” Özellikle vurgulaya vurgulaya konuşmuştu. İki kız üzerindeki etkisini görebiliyordu. Audrey’in gözleri gölgelenmiş, Frances ise telaşlı bakışlarını bir oraya bir buraya kaçırmaya başlamıştı. Oyununu bozmamak için kahkahasını içinde tuttu ve ciddi, hatta evhamlı bir yüz ifadesi takındı. Audrey’in her hareketini olabildiğince sinir bozucu bir şekilde izledi, genç kızın gittikçe artan kızgınlığını bedeninin içinden geçip giden elektrik gibi gergin bir şekilde hissetti. İşte bu tarz şeylerde Dulcet çok ama çok başarılıydı. Bir hamle daha yapmaya karar verdi zira hedefine ulaşmak üzere olduğunu hissediyordu. “Yanlış yapıyorsun, biraz daha yukarıdan kesmeli-” Audrey sözünü kesip Fransız aksanı yüzünden İngilizce’den çok Fransızca’yı andıran öfkesini kusunca gülümsemesine engel olamadı. Tamam, istediğini elde etmişti. Oyunu dozunda bırakması iyi olurdu. Göz ucu ile Audrey’e baktı ve sinirden görmez gözlerle zencefillere işkence ettiğine şahit oldu. İçinden küfretti. Eğer müdahele etmezse iksirin, onca çabanın güme gideceğini biliyordu. İç çekti ve kızın elindeki bıçağa uzanmaya çalıştı. “O zencefilleri resmen katlediyorsun, bana bırak.” Dulcet zencefilleri ucundan tutunca ve Audrey de diğer ucu bırakmayınca aralarında meydan okuyan bir bakışma vuku buldu. Ardından birinci sınıf çocukları gibi kabuklu zencefilleri aralarında çekiştirmeye başladılar. Uzakta bir yerde Frances’in boğazından cırtlak bir ses çıktığını duysa da aldırmadı. En azından tüm gücünü kullanmamaya çalışıyordu zira Audrey’den daha uzun ve daha yapılıydı, gerçek gücünü kullanıyor olsa genç kızı masanın üstünden sürükleyebilirdi. Bir an için hiç de kötü bir fikir gibi gelmemiş olsa de düşünceyi aklından uzaklaştırdı.

Sonra her şey çok hızlı gelişti. Saçı başı kendisi gibi dağılmış ve deli gözlerle kendisine bakan Audrey arkasındaki malzeme dolabına doğru savruldu. Dulcet refleksle onu tutmaya çalışsa da kız dolaba çarparken elindeki zencefille öylece kalakaldı. Başka bir şey yapmaya da vakti olmamıştı zaten. Audrey’nin ufak cüssesi şişelenmiş malzemelerin dört bir yana saçılmasına sebep olurken üç çift göz aynı anda kazanın içine yuvarlanan şişeye odaklandı. Aynı anda ileri atılsalar da engelleyemedikleri bir refleksten öteye geçmedi yaptıkları. Dulcet talihine küfretti, ellerini kazanın kenarlarına dayadı ve içine baktı olayın şokunu ilk atlatan kişi olarak. Gözlerinin sulandığını hissederken kalın, kırmızı bir duman kazanın yüzeyinden sınıfa doğru yükseldi. Aslında çok güzel görünüyordu. Karanlıkta parlayan değerli bir mücevher parçası ya da taze yaradan oluk oluk boşalan kan gibiydi. Neden sonra Dulcet başını iksirden kaldırdı ve Audrey’e döndü. Şaşkın görünüyordu. “Senin yüzünden. Zencefilleri patates gibi doğramaya kalkmasaydın-“ Elinde kalmış ve yarı yarıya paramparça olmuş zencefili kızın ayaklarının dibine attı. Ortak salona geri dönmeye karar verdi içten içe. En fazla profesörle cezaya kalırdı ki o gece yaşadıklarına kıyasla hiç problem değildi. İyice doğruldu, kazağını ve saçlarını düzeltti. “Sizinle bir yere gelebileceğimizi düşünmek-“ Lafı kesildi, garip bir sessizlik tarafından. Yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Elini yavaş yavaş boğazına götürdü ve yakıcı bir şey hissetti. Kızlara bakmaya çalıştı ama onları önce bulanık gördü, ardından da bulanık görüntüler ikiye, üçe ayrıldılar. Az önce ağrıyan boğazından garip bir kahkaha kaçtı. Sarhoş olmuştu! Aniden! Elleriyle tutunacak bir yer arasa da kendisini aşağı çekmeye çalışan güce karşı gelemeyip masanın hemen yanına düştü. Kulakları kendisini yanıltmıyorsa kendi histerik kahkahalarına eşlik eden başka sarhoş kahkahalar da duyuyordu.

Zihninin bir kısmı realiteyi reddetse de Dulcet bu sefer başlarının büyük bir belaya girdiğini anlamıştı zira içinden bir ses iksirin tek yan etkisinin bu olmayacağını fısıldıyordu.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 

Talihsizlik

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: eğlence ekspresi :: Süpürge Dolabı :: Rp İçi :: 2. Sezon-