Iwan Rasow
RP Yaşı : 15 Mesaj Sayısı : 1 Gerçek Adı : Ceren.
| Konu: Rasow, Iwan. Paz Şub. 17, 2013 10:46 pm | |
| Iwan Rasow. Slytherin. V. Safkan. Aile geçmişi henüz oluşturulmadı. Kainat üzerindeki hiçbir şey, muhtevasında inanılırlık kılacak bir mühimmiyet taşımaz Iwan için. Belirsizliğin kaotik evreninde kendi yolunu çizmeyi, kutsal kabul edilen metinlerin satır aralarını okumaya başladığı gün kabul etmiştir. Onun için adil biri olduğunu söylemek imkanlar dahilinde midir? Kesinlikle hayır. Adalet denilen şeyin, dünya üzerinde yer almadığını düşünür Iwan. Güçlüyseniz, her şekilde güçlüsünüzdür ve bütün zayıflar da zerrelerinin dahi yok olmasına doğuştan beri mahkumdur. Aciz olduğunu saklamayı beceremeyen herkesten, eğer onun istediği bir şeye sahiplerse, istediğini söke söke almasını bilir. Konuşmak kadar dinlemek de yeri geldiğinde onun için anlamsız bir eylem olabilir. Düşünme örüntüsünü kuramamış ve güneşin doğuşunu bir umut alameti olarak görenlerin sarf edeceği kelimeler, onun için kulağının içine dolan vızıltılardan farksızdır.- Spoiler:
Paris ve onunla ilgili görünen her şeyden nefret ediyordu. Güneşin ufuk çizgisindeki son göründüğü anlarda, yakılmaya başlanan sokak lambaları şehrin gecenin tonunda ufacık bir ton hatası bulunmayan siyahlığıyla buluşmasına engel oluyordu. Sanki herkesin nerede olduğunu ve nelerle meşgul olduğunu göstermek istiyordu bu şehrin insanları. Sarhoşluğun ve zinanın muhtevasındaki mahremiyeti bozuyorlar ve Eiffel denen metal yığının altında kalan her şeyi caiz kılıyorlardı. Hoş, bu şehrin ve şehrin başkenti olduğu ülkenin geçmiş yüzyıllarda gerçekleştirdiği, içine bilerek ya da bilmeyerek karıştığı eylemler, kral tacının arkasına gizlenmiş sapıklıklar yüzünden böylesi bir durumu mazur görmek mümkün olabilirdi. Domuz kasaplarının kurduğu bir şehirde mahremiyet aramak çamurun içinde altın aramak gibi bir şeydi; altın altın olsa bile bir kere üzerine çamur bulaşmış olurdu. Estetik kaygısının sonuna dek yaşandığı şehri ayaklarının altına almış çalışma odasının, yere değin uzanan ve özenle cilalanmış maun kereste çerçevenin minik karelere böldüğü camından dışarı bir süre daha baktıktan sonra, kapı dilinin minik tıkırtısı kulağına iliştiğinde gözlerini rahatsız eden bu manzaradan bir süreliğine uzaklaşmak adına arkasına döndü. Nezaket timsali Fransızlar, kuyruklarının ucu azıcık acıdığında bütün adabımuaşeret kurallarını sanki onlarla hiç tanışmamış gibi es geçmekte oldukça başarılıydı. Birden fazla yüzü olan insanlardan daha kötü olan tek bir şey vardı Rolan için; havadan bir söz verip, onları tutmayan insanlar. Siyah gözbebekleri, kendisinden on adım uzakta duran genç adamı inceliyordu. Paris'in son sürü liderini yenmeden önce dahi bu adam, bu sürünün bir parçasıydı ve Rolan biliyordu ki, şarabın kokusuyla bile sarhoş olan eski liderlerini en çok özleyenlerden biri de oydu. Gri ve boru paçalı pantolonu, manşetleri dirseklere kadar sıvanmış beyaz, bol gömleği ve obsidyenin kırık parlaklığını taşıyan -annesinin doğal taşlara olan bıkkınlık verici ilgisi yüzünden hemen hemen her taşın ne olduğunu bilirdi- kol düğmeleri ile artık usanmaya başladığı Fransız zevkinin tam bir örneği gibi duruyordu genç adam. "Armand annen sana kapı tıklatmayı öğretmemiş olabilir ama bir daha ki sefere, içeri girmeden önce izin istemeni öneriyorum." Armand'ın kalın ve açık kahverengi kaşlarının yavaşça çatılmasını büyük bir hazla izledi Rolan. Kendi halkı kapının nasıl açılması gerektiği konusunda çok daha renkli bir palete sahip olsa bile, hiç kimsenin onun otoritesine karşı boynuz sallamasına izin veremezdi. Bu kasti olarak yapılmamış bir şey olsa bile. Oturmaktan hiç hoşlanmadığı, kahverengi kaliteli derinin altına bir sürü süngerin tıkıştırılması nedeniyle, şişkin duran koltuğuna oturdu. "Bugün bir kurt daha öldürüldü ve bu ölümle birlikte içinde iki hafta içinde iki kurt kaybetmiş olduk." Böyle bir haberin geleceğini tahmin etmişti Rolan, ancak bunun gerçekleşmemesini içtenlikle ummuştu. Sürü liderliğine gelmesinin üzerinden bir kurt adam için fazla da uzun olmayan bir zaman dilimi geçmişti ve son birkaç aydır, bileğinin hakkıyla kazandığı ve hala ona alışamamış olan kurtlarını kaybediyordu. Sürüdeki hiç kimse, onun yüzüne bakarak bir şeyleri dile getirme cesaretini gösteremediği için, kendi aralarında gizlice kurduklarını düşündükleri gruplarla birlikte bu ölümler karşısında ağırlığını koyamamış sürü liderlerini alaşağı edebilecek teoriden öteye gitmesi imkansız planlar yapıp duruyordu. Korkak birkaç sünepenin, arka mahalle kadınları gibi cıvıldaşıyor olmaları son derece sinir bozucu dahi olsa, Rolan şimdilik bir şey yapmama karar vermişti. Bilinçaltındaki küçük çekmecelere saklamış oldukları zavallıca imgelemlerle uğraşacak kadar aciz değildi. İçinde yaşadığı gerginliğin gözlerinin ve dudaklarının kenarlarındaki ufak çizgilerine yansımasına izin vermeyerek, donuk bir sesle konuştu. "İlettiğin için sağ ol." Bu, kısaca şimdi dışarı çık ve uzunca bir süre buraya gelme demekti. Genç adam daha fazla bir şey söyleme gereği duymadan dışarı çıkıp kapıyı arkasından çektiğinde, ciğerlerinde tuttuğunu bile fark etmediği soluğun dışarı çıkmasına izin verdi. Ön kısmı son derece yorucu bir çalışma sonucu sarmaşık desenleri şeklinde oyulmuş yüksekçe masasına dayadı dirseklerini. Giderek artan ölümlerin failini bulması ve faile uygulanacak müeyyideleri bir an önce gerçekleştirmesi gerekiyordu. Eğer başarısız olursa, hesap vermesi gereken pek çok kişi olacaktı. Öteki sürü liderlerinin ciddi görünümlerinin altındaki alaycı sorularına maruz kalmak onu rahatsız etmezdi, hayır, öfkeli doğasını kontrol altında tutabilmek gibi bir meziyete sahipti ancak Avrupa Lideri Rolf Vondren'in balyozla kafalarına kafalarına indirdiği Alman usulü görev bilincinin altında ezilmeye tahammül edemezdi. Bir Rus bir Alman tarafından yerden yere vurulamazdı, onuruna yakışmazdı bu. Masanın sol tarafına yapılmış, beyaz porselen kulplu çekmecelerin ilk gözünün içinden ufak, metal bir matarayı çıkardı. İlk tercihi değildi ama bu şehirde içilmeye en uygun votkanın tadı tuvalet ispirtosuna benzediği için, konyakla idare ediyordu. Mataranın içindeki sıvıdan iri bir yudum aldıktan sonra, içmenin o kadar da iyi bir fikir olmadığını düşündü. Zihnini bulandırsa bile önündeki soruna bir çözüm bulamadıktan sonra, hiçbir şeyden zevk alamayacağı aşikardı. Verdiği ani bir kararla ayağa kalkıp hemen yanındaki askılıkta duran siyah paltosunu sırtına geçirdi. Kendi adamlarından bir hayır gelmeyeceği belliydi, onlar çene çalarken hiç olmazsa kendisi biraz araştırma yapabilirdi.
Bir saat sonra, buğday renginin çirkin bir tonuna sahip ve hala Fransızcayı tam olarak sökemediği belli olan şoförünün trafik kurallarını birer ikişer ihlal ederek sürdüğü taksiden indi. Yolculuk esnasında normal şartlarda oldukça sağlam olan midesinde şimdi büyük dalgalanmalar yaşanıyordu. Novosibirskte böyle şeyler olmazdı; insanlar buzlu yollarda araba kullanırken, kuralların ne kadar önemli olduğunu öğrenmişti. Sıkıntılı bir iç çekişin ardından başını kaldırıp, önünde durduğu yerin ismini okudu. Mordre Night Club. Rusya'nın hemen her köşesine dağıtılmış eğlence(!) mekanlarının konfor açısından daha üst basamaklarda yer alanlarından biri. Bildiği kadarıyla sahibesi, kızıl saçlarıyla methedilen Avrupa Ladysiydi. Sırf bu nedenden ötürü bile, bu mekandan içeri baş parmağını bile atmazdı Rolan. Vampirlerin varlığına tahammülü yoktu; yaşayanların unutmak için neredeyse belleklerini kazıdığı son derece elim bir olayın baş kahramanı vampirlerdi ve Rolan da o olaydan son derece kötü bir şekilde etkilenmişti. Kulübün önünde dikilmeye başlamasının üzerinden beş dakika geçmişti ki, burada olacağını tahmin ettiği adam kafasında koyun yününden yapılma kalpağıyla mekanın önünde belirdi. Artık hatırlamakta güçlük çektiği zamanlardan beri birbirlerini tanıyan iki adam birbirlerine sarıldı, aralarındaki canlı ilişkinin bir neticesi olarak. "Paris senin gibi bir adama çok gelir Vdovin." Vasily Chernov hayatındaki bütün dönüm noktalarını sonsuz bir eğlence anlayışıyla geçirmişti ve şimdi de Moskova sürüsünde, geyik muhabbeti döndürmek konusunda ehil olduğunu ispatlamıştı. "Donmuş bir tarafınla hariçten gazel okuma bana Chernov." Chernov buz rengi gözlerine taban tabana zıt bir sıcaklıkla parıldayan gözleri hafifçe kıstı, dudaklarının arasından çıkan nefes aralarında tekila ve limon kokulu bir buğu bulutu yaratıyordu. "İstediğin şeyi öğrendim ama az daha kestaneyi çizdiriyorduk." "Ayaküstü anlatabileceğin bir şeyler olduğundan eminim. Oradan içeri girmem, girsem bile seninle birlikte alem yapacak değilim." Dünya olağan seyrinden çıkmış ola dahi, ilkelerinden vazgeçmeyecekti. Çünkü bir insan, ilkeleri ve ilkelerini ayakta tutmak adına gösterdiği onuruyla dünyada bir yer edinebilirdi. Ellerini paltosunun içine soktuktan sonra, açıklama dinlemeye hazır olduğunu belli eden bir bakışla Chernov'a baktı. "Tamam, anladım meramını, elbezi lideri. Aradığın kişinin adı Vanora Dranova; haliyke bir nefilim ama senin avlamaya alıştığın çekirdek türünden değil. Aksine bu çok sinsi bir şey, kendini gizleme işinden çakıyor." Rolan da başka türlüsünü hayal etmekte zorlanmıştı zaten, adamlarını keklik gibi avlayan kadın zekasını kullanamayan bir beceriksiz olsaydı, bütün kurtlarını kendi elleriyle öldürürdü. Topuklarının üzerinde bir iki kere yaylandıktan sonra, elveda etmeye gereği duymadan gece kulübünün karşısındaki kaldırıma geçti. Şimdi elinde bir isim vardı ve o isme sahip olan yüzle tanışmak için sabırsızlanıyordu.
Yıllanmışlığın kokusunun burnunu işgal ettiği mahzenden içeri girdiğinde, iki haftadır sürdürdüğü oyunun son perdesini de açmış oluyordu Rolan. Kardaki ayak izlerinin üzerine kan damlaları bıraka bıraka ilerlemiş ve en sonunda kendisini avlamak için zavallıca hamlelerde bulunan nefilimi bir sis bulutunun içine sokmuştu. Dranova, ruhunun derinliklerine kadar işlemiş soğukluk onu bir başına avlanmaya itmişti. Oyunu giderek daha zorlu bir parkura sürmüştü; bir an neredeyse, çok küçük bir an için oyununun yanlış tarafında yer alıyordu. Nefilimi fazla hafife aldığını o an itiraf etmişti kendine. Örümcek ağlarının kireç rengi bir örtü örttüğü basamaklardan, neredeyse süzülürcesine aşağıya indi. Kafeslemek istediği kekliğin gözleri açık uykusundan uyanmasını istemiyordu. Üzerindeki siyah, kaşmir kazağı ve siyah kadife pantolonuyla bu karanlığın içinde görünmek çok da kolay değildi ve kıyafetlerinin yerine getirdiği vazifeden sonra, yapması gereken sessizliğin içinde ilerlemekti. En sonunda, Dranovanın içinde olduğunu düşündüğü mahzenin, kubbe biçimli giriş kapısının önünde durdu ve oldukça ufak tefek bir gölge yaratan nefilimi gördüğünde, dudakları neredeyse tatmin olmuş bir gülümseme ile kıvrıldı. Av ya bitmişti ya da yeni başlıyordu.
|
|