| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Alejandra Rothschild
RP Yaşı : 22 Mesaj Sayısı : 36 Gerçek Adı : Eda,edoş,edağ.
| Konu: Geri: Cadı/Büyücü Cuma Mayıs 24, 2013 10:19 pm | |
| Karakterinizin Adı: Alexis Antoinette Yaşı: 25 İstediğiniz Rütbe: Cadı, kara olanından, Kara Cadı. Mezun Olduğu Okul: Hogwarts, Slytherin. Güçlü: S Zayıf: B Örnek Rp: Eda ben. Hani şu yukarıda Seherbazlığa başvuran, " Persephone Majevski " bizim yeni üye; Aria Mysté ve Christian Farrel. |
| | | Aureola D. Hemsut
RP Yaşı : yirmi beş. Mesaj Sayısı : 72 Gerçek Adı : dilorağ&bilgö&uzaylığ.
| Konu: Geri: Cadı/Büyücü Cuma Mayıs 24, 2013 10:25 pm | |
| Halledildi. |
| | | Brooklyn D. Brayden
RP Yaşı : 28 Mesaj Sayısı : 5 Gerçek Adı : Gözde.
| Konu: Geri: Cadı/Büyücü Cuma Mayıs 24, 2013 10:27 pm | |
| Karakterinizin Adı: Brooklyn D. Brayden Yaşı: 28. İstediğiniz Rütbe: Deneysel Büyüler Dairesi Başkanı. Mezun Olduğu Okul: Hogwarts, Rawenclaw. Güçlü: T. Zayıf: İ. Örnek Rp: Barbara Secarzj.
En son Brooklyn D. Brayden tarafından C.tesi Mayıs 25, 2013 9:37 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi |
| | | Sylvia Stoker
RP Yaşı : 23 Mesaj Sayısı : 37 Gerçek Adı : Ollivander Bey Yaş : 25
| Konu: Geri: Cadı/Büyücü Cuma Mayıs 24, 2013 11:14 pm | |
| Karakterinizin Adı: Sylvia Stoker Yaşı: 23 İstediğiniz Rütbe: Büyü Yasaları Uygulama Dairesi - Daire başkanı. Mezun Olduğu Okul: Beauxbatons Güçlü: Tılsım (T) Zayıf: İksir (İ) Örnek Rp: Nicolas Joseph Bowie adlı karakterimde bulabilirsiniz ^^ |
| | | | Konu: Geri: Cadı/Büyücü C.tesi Mayıs 25, 2013 1:34 pm | |
| Halledildi. Deneysel Büyüler Dairesi Başkanı listede bulunmadığı için rütbe verilmedi. Diğer adminlerle görüştükten sonra karar verilecek. |
| | | Brooklyn D. Brayden
RP Yaşı : 28 Mesaj Sayısı : 5 Gerçek Adı : Gözde.
| Konu: Geri: Cadı/Büyücü C.tesi Mayıs 25, 2013 3:31 pm | |
| II. Başvuru >_< Karakterinizin Adı: Brooklyn D. Brayden Yaşı: 28. İstediğiniz Rütbe: Sihirli Yaratıkların Düzenlenmesi ve Denetimi Dairesi Daire Başkanı. Mezun Olduğu Okul: Hogwarts, Rawenclaw. Güçlü: T. Zayıf: İ. Örnek Rp: Barbara Secarzj. |
| | | | Konu: Geri: Cadı/Büyücü C.tesi Mayıs 25, 2013 4:50 pm | |
| - Melanie Phoenix demiş ki:
- Halledildi.
|
| | | Damien Claudel
RP Yaşı : 19 Mesaj Sayısı : 34 Gerçek Adı : Batuhan
| Konu: Geri: Cadı/Büyücü Paz Mayıs 26, 2013 2:37 am | |
| Karakterinizin Adı: Damien Claudel Yaşı: 19 İstediğiniz Rütbe: Dükkan Sahibi Mezun Olduğu Okul: Hogwarts / Hufflepuff Güçlü: Biçim Değiştirme Zayıf: iksir Dükkan Adı: Notre Dame Dükkan Açıklaması: Londra'da bulunan dükkan hem iç görünüşü hem de dış görünüşü ile eski Fransız mimarisini yansıtmaktadır. 2 katlı mekanın bitişiğinde bina bulunmamaktadır ki yakınında da sadece bir kaç bar vardır ve onlar da tipik fransız mimarisinin gösterişinin yanında sönük kalmaktadır. Dükkanın Yeri: Londra Örnek Rp: - Spoiler:
Uyumak, uyumak ve yemek yemek… Yapmak istediği şeyler sadece bunlardı. Hayatında başka hiçbir şey olsun istemiyordu şuan için, depresyonda falan değildi ama istemiyordu sadece kendisinin olmasını ve uzunca bir süre kendisinin kalmasını istiyordu. Arkadaşlarını ne kadar çok sevse de onları bile istemiyordu şu durumda. Bir hayalet gibi kendini görünmez kılabilmek istiyordu, bir duvarın içine girip yıllarca oradan çıkmadan kendisini bulmak ve istediği zaman topluma karışmak istiyordu. Herhangi bir ortama ayak uydurma baskısı olmadan tembelce, rahatça ve istediği diğer şekillerde toplumun bir parçası olmak istiyordu fakat nedense tembellerin barınamadığı bir toplumda yaşamak zorundaydı. Tembel isen geri zekâlı gibi görüldüğün, rahat davranıyorsan yapmacık ve kendini beğenmiş göründüğün bir topluma girmek onun için beklenilen bir şey değildi açıkçası. Bu toplumdaki birçok kişinin küçümsediği Muggle topluluğuna girmeyi daha çok istiyordu. Oraya girmek ve kendine bir yer edinebilmek istiyordu, tembel ve rahat bir kimse olarak orada kalmak istiyordu. Şimdi yaptığı gibi saatlerce yatağında bağdaş kurup oturduktan sonra istediği saatte dışarı çıkıp kendi tarzında eğlenebilmek istiyordu. Bu kadar çok ‘istemek’ fiili kullanılınca amma çok şey istiyor gibi bir düşünce oluşabilirdi ama aslında bütün bunların hepsi tek bir noktaya, tek bir isteğe çıkıyordu: Yargılanmadan kendisi olabilmeyi istiyordu. İşte bu tek isteğinin gerçekleştirebileceği bir toplum, bir oluşum veya bir örgüt bulabilirse işte o zaman kendisi olabilecekti. Şuan bile belki kendisinin dahi bilmediği özellikleri vardı fakat her ne kadar fazla uymamaya çalışsa bile diğerlerine ayak uydurma çabaları arasında bu özellikler kaybolup gidiyordu. Kimisi kötü ve istenilmeyen özellikler olabilirdi fakat denemeden ve görmeden hangisinin kötü olduğuna karar veremezdi. Ayrıca kime ve neye göre kötü oldukları da düşünülmeliydi tabi ki. Damien’ın tembelliği birçok insana göre kötü bir özellik gibi görülüyordu fakat Damien bu tembel yaşantısı ile onu küçümseyen birçok insandan daha mutlu ve kolay bir hayat yaşıyordu. Onların içine girdiği entrikalı, yalanlı ve diğer birçok yönden çekilmez olan yaşantıları çekmiyordu sadece kendisi ve ona yalan söylemeyen, onun arkasından iş çevirmeyen kişilerle dolaşıyordu. Bunu herkese anlatabilmeyi ve yaşantısının düşündükleri kadar kötü olmadığını söyleyebilmeyi isterdi fakat herkes dinlemeye değil konuşmaya odaklıydı. Devamlı olarak bir şeyler anlatmak ve daha sonra daha fazla şey anlatmak istiyorlardı. Dinlemek ve karşısındakini sorunları ile sıkmamak gibi düşünceye sahip kişi sayısı azdı ve gerçekten eşsiz birer dost oluyorlardı.
Birazdan gitmek zorunda olduğu Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersini düşündükçe içi sıkılıyordu. Bir, iki savunma ve birkaç tane de saldırı büyüsü bilse ona ömrü boyunca yeterdi zaten daha fazlasını ne istiyor, ne de daha fazlasına ihtiyaç duyuyordu. Ama yine de gitmek zorundaydı her ne kadar istemese bile bu okulu geçmek ve sınıf tekrarı yapmamak için derslere girmeliydi. En azından arada sırada girmeliydi her zaman derslerden kaçarsa eninde sonunda sınıfta kalacak ve boşu boşuna bir yıl daha okuyacaktı. Annesini en sonra gördüğünde bütün bunları konuşmuşlar ve her zamanki gibi annesi fazla sıkmadan okulun gerekliliğini anlatmış ve birkaç nasihat vermişti. Damien’ın bunları dinlemediğini biliyor ve umursamadan bunları anlatmaya devam ediyordu. Onu bu kadar serbest bırakmalarına rağmen arada sırada nasihat vermek her anne babanın olduğu gibi onların da görevleriydi aslında, bu yüzden bu konuşmaları itiraz etmeden dinliyordu. Senenin her günü çekmediği için şükrediyor ve arada sırada onların uzun konuşmalarına katlanıyordu. Ailelerinin bu kadar mutlu ve kavgasız olmasının sebebi buydu büyük ihtimalle. Tabi aile içinde savaşa girmeye meyilli pek fazla kişinin olmamasının da etkisi olabilirdi bu düzende. Aile birçok mesleğe yönelmiş fakat hiçbir zaman aşırı derecede iyi veya kötü olarak ikiye bölünmemiştir, her zaman barışçıl bir yaklaşım takınmışlar ve kendilerine iyi diyen o savaşan topluluğa uymamışlardır. Ailenin barışçıl tarafını kullanarak kendi tarafına çekmek isteyen birçok kişi olmuştu ama gerçekten barışçıl bir kişiyi barış uğruna savaşa çağırmak hiç mantıklı bir hamle değildir. Hem size olan güvenlerini kaybederler, hem de gerçekten onları kızdırmaya başlarsanız diğer tarafa geçebilirler bile. Bu şuan için Claudel ailesi için geçerli olmamıştı tabi ki. Ailenin bütün fertleri, büyük çoğunluğu İngiltere’de yaşanan bu olaylara karşı ilgisizdir çünkü sadece birkaç kişi İngiltere’de yaşamaktadır. Öyle ki birçok kavga ve dövüşten haberleri bile olmaz çoğu zaman. Ailesinin Fransız olmasını bu yüzden seviyordu, çok uzun yıllardır savaşa karışmamışlardı ve bu yüzden kimse de onlara karışmamıştı. Aslında bazen daha bilinmeyen bir ülke de büyücü olmak isteyebileceğini düşünüyordu ama kalabalıktan ve diğer her şeyden uzak kalmak da pek onun tarzı değildi. Her ne kadar şuan için tüm bu gerçeklikten soyutlanmak ve tamamen farklı bir yerde olmak istese bile çoğu zaman kalabalığı sever. Onların içine karışmasa, hatta ve hatta onları tanımasa bile kalabalık ortamda olmak her zaman daha iyi geliyordu ona. Yatağının üzerinde bağdaş kurmuş vaziyette düşündükleri gözünün önünde canlanıyordu şimdi de. Balta girmemiş bir ormanda tek başına olduğu ve bu düşünce kendi kendine ‘Ne yapıyorum ben?’ sorusunu yöneltmesine neden olmuştu. Gerçekten ne yaptığını, ne düşündüğünü ve ne düşüneceğini bilmiyordu. Sadece oturmuş elindeki asa ile oyun oynuyordu, oyun oynamaktan ziyade elinde çeviriyor ve hipnoz olmuş bir vaziyette çevirdiği asayı izliyordu. Gereksiz ve sıkıcı hayatını düşünmeyi bırakmıştı şimdi, sadece elinde dönen asaya odaklanmış ve sonunda kendisini soyutlamayı başarmıştı. Hiçbir şey kafasını dağıtmadan oturuyor ve oturuyordu. Başka bir şey yapmıyordu sadece bilinçaltının gözünün önüne getirdiği bazı anıları ve düşünceleri saydam bir şekilde görüyordu ama asla gereğinden fazla görmüyordu. Çok uzun kalacakları asa dönen bir girdap gibi içine çekerek yok ediyor ve yeni düşüncelere, bakacak ve görecek yeni olaylara yer açıyordu. O kadar derin ve o kadar anlamsız şeylere dalmıştı ki sonunda istediği yerdeydi ama buna sevinemiyor çünkü her hangi bir duyguyu yaşayabilecek kadar kendini kendinde hissetmiyordu. Bütün mutlulukları, heyecanları, acıları ve korkuları gözünün önünden birer birer geçiyor ve sonunda yok oluyorlardı. Korkuları o girdabın içine girerek sonsuzluğa doğru yola çıkıyor ve bir daha asla Damien’ı bulamayacak gibi hissettiriyordu. Tüm korkularından arınmış bir vaziyetteydi fakat uyandığında nasıl olacağını kendisi dâhil kimse bilmiyordu. Korkusuz bir adam olarak kendisine gelmek istemiyordu, çünkü korkusunun yok olduğunda kendini beğenmiş, pisliğin biri olma yolunda ilerleyeceğini biliyordu.
Her ne kadar daha uzun bir süre bu anı yaşamak istese bile daha fazla yaşayamamış ve girdap şimdilik onun için kapanmıştı. Bir daha onu açabilir miydi emin değildi fakat açmak istediğinden kesinlikle emindi. Emin olmadığı bir başka şey ise şimdi ne olduğu idi. Gerçekten kolay kolay yaşanamayacak bir tecrübe yaşamış fakat bu onu bir anda aydınlatıp, bir bilge haline getirmemişti. Hala eski korkuları, acıları ve mutlulukları olan Damien’dı. Ama zaten bu kadar kısa bir süre içinde bir aydınlanma yaşamak sadece kitaplarda ve filmlerde mümkün olabilirdi, bu kadar kısa sürede aydınlansaydı zaten bir hayal kırıklığı yaşardı. Aydınlanma sürecinin daha zorlu ve kolay ulaşılmayan bir yol olmasını hayal ederdi hep ve görünüşe göre bu doğuydu. Birçok şey için üşense bile o yolun nasıl olduğunu ve ne gibi zorluklar taşıdığını öğrenme istediği içindeki üşengeçlik duygusunu yeniyordu. Belki ileri de aydınlanmış bir bilge olamayacaktı ama en azından o yolu gördüm demesi gerekiyordu. ‘O yolu gördüm ve başaramadım.’ Dediği zaman denediği belli olacaktı. Her şeyi başarabilen birisi değildi ve büyük ihtimalle bunu da başaramayacaktı belki ama yine de denemekten vazgeçmeyecekti. Sonuna kadar, enerjisinin yettiği yere kadar bunu deneyecekti, belki bu tembelliğinden vazgeçmesine sebep olacaktı ama bu özelliğinden vazgeçmesi için bir olay gerçekleşmesi gerekiyorsa işte bu olay o olay idi. Asasını elinde sallarken gözü ister istemez yatağının kenarında duran Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersi kitabına ilişti ve aklına ders geldi. Gözlerini devirerek saatine baktı ve derse daha olduğunu fark edince istemsiz ve bir o kadar nedensiz bir mutluluk kapladı içini. Bazen en büyük şeylerden bile mutlu olamazken, bazen böyle ufacık şeylerden mutlu olabilmesi kendisini bile şaşırtıyordu çoğu zaman. Kendisini şaşırtan birçok özelliği vardı ve bunlara artık alışması gerektiği düşünülse bile her defasında yaşadığı olaylar sayesinde şaşırmaya devam ediyor ve her zaman şaşırmaya devam da edecekti büyük ihtimalle. Derse daha olduğunu biliyor ve buna seviniyordu fakat derse kadar ne yapacağını da bilmiyordu. Kafasını çevirip birkaç kitabının olduğu sehpaya baktığında gözüne uzun süredir okumayı geciktirdiği kitapları gözüne çarptı fakat şimdi hiç kitap okuyacak havasında değildi. Ki zaten bir tanesi şiir kitabıydı ve onun nereden geldiğine dair en ufak bir fikri bile yoktu ama kendi kitapları arasındaydı. Ne zaman şiir okumaya kalksa on dakika sonra uyuya kalıyor ve bir iki tane şiiri bile zar zor bitirebiliyordu. Aslında şiirden nefret ediyor değildi fakat pek onun alanı sayılmazdı. Bazılarının gerçekten çok güzel olduğunu kabul ediyordu ve zaten etmek zorundaydı fakat yine de okumaktan zevk aldığı bir tür değildi. Beğendiği birkaç şiir tabi ki vardı fakat onlara da kendi yapabildiği şekilde müzik ekleyerek şiirlikten çıkarmaya çalışmıştı. Bunda pek başarılı değildi tabi şuan için çok iyi bir besteci olduğu söylenemezdi fakat çalmayı öğrendiği gibi yavaş yavaş onu da öğrenebileceğini düşünüyordu. Şiirleri bile düşünmeye başladığını fark ettiği zaman gerçekten çok fazla sıkıldığına kanaat getirdi ve hızlıca yatağından fırlayarak kapıya doğru yöneldi.
Tam yatakhanenin kapısına varmıştı ki cüppesini giymediğini fark etti ve geriye dönerek askıda asılı olan Hufflepuff cüppesini alarak üzerine geçirdi. Asasını dikkatlice cüppesinin iç cebine yerleştirdikten sonra yatakhanenin kapısına uzandı ve yatağına son bir bakış atarak yatakhaneden çıktı. Taş merdivenlerden inerken direk olarak dersler aklına gelmişti ki dersliğe giderken bunu düşünmesi gayet doğaldı tabi. Bazen derslere daha fazla ilgi duyması gerektiğini ve daha çok çalışması gerektiğini düşünüyor fakat çalışarak burayı bitirmiş kişileri gördükten sonra bu düşüncesinden vazgeçiyordu. Ama kesinlikle Hogwarts’ı bitirdikten sonra yenilenme sürecine girmesi gerekecekti. Bir Anka kuşu misali eski Damien’ı yakacak ve küllerinden yeniden doğacaktı. Bu düşünce çok fazla abartılmamalıydı tabi, sadece daha enerjik ve eğlenceli bir tip olması gerektiğini düşünüyordu. Yoksa bir anda hırs yaparak zengin olmayı veya güç elde etmeyi düşünmüyordu. İleri de kendi için ya da kendine ‘iyi’ adını takan bir grup gibi savaşmayacaktı da. O ‘iyi’ler ne kadar aydınlık ve barış için savaştıklarını öne sürerse sürsün bu asla doğru olmayacaktı. Ne kadar yükseğe çıkarlarsa çıksınlar, ne kadar aydınlık görünürlerse görünsünler onların bir kolu her daim karanlık tarafta karanlığın, çürümüşlüğün ve ölümün içinde olacaktı. Bu düşünce onları kötülemek amaçlı bir şey değildi belki onlar kollarını feda edip karanlık içine girişmeseler, ölüme meydan okumasalar her yer o karanlığa bürünecekti fakat yine de Damien o yapıda bir barışçı değildi. Bir insanı öldürebileceğinden, düello sırasında üzerine lanetler yağdırabileceğinden emin değildi. Korkak mıydı? Belki öyleydi ama belki de değildi. Bu zamana kadar cesaretini belli edecek onu ortaya çıkarabilecek bir durum ile karşılaşmamıştı. Karşılaşırsa ne yapacağını bilmiyordu, sinirli bir erkek çocuğu gibi düşmanının üzerine mi saldırırdı yoksa her zamanki Damien gibi ilk önce konuşur muydu? O bir Quidditch oyuncusuydu, büyük ihtimalle refleksleri karşısındaki kişiden üstün olurdu ama hiç kullanmadığı büyüleri biranda hızlıca kullanabilir miydi? Ya büyüyü doğru yapamayıp asasını kırar veya ters teptirerek kendisini vurursa? İşte bu yenilmekten çok daha büyük bir utanç olurdu. Bunları düşününce bir kavgaya girer asasını bırakıp Muggle usulü dövüşmesi gerektiğini düşünüyordu, sağ kroşesine büyülerinden çok daha fazla güvendiği bir gerçekti. Büyülerinden çok o kurtarmıştı çoğu zaman onu. Barda karıştığı kavgalarda, Muggle şehirlerinde ona sataşan çocuklara karşı ve şuan unutulmaya yüz tutmuş birçok anısının içinde o sağ yumruğu vardı. Pek kavgaya meyilli birisi değildi fakat kavga edebildiğini fark etmişti, aslında hiç edemeyeceğini düşünen birisiydi ta ki ilk kavgasını edene kadar. İyi dayak yediğini kabul etmeliydi ama yenilmemişti ve bu ilk kavgası için çok büyük bir başarıydı. Ancak ne kadar kavga da başarılı olursa olsun kavgayı benimseyip devamlı kavga edebilecek birisi değildi. Bu özelliği sevdiği özelliklerin en başında geliyordu ve binasına yani Hufflepuff’a seçilmesinin en büyük etkeniydi. Ama yine de sinirlendiği zaman bir şeylere yumruk atmak sinirini atmasına oldukça yardımcı oluyordu ve başka kişilerle kavga etmesini önlüyordu. Oldukça çabuk sinirlenebilen fakat bir o kadar da çabuk siniri geçebilen bir insan olduğu için bir yere iki yumruk atması tüm sinirini dışarı atmasına yardımcı oluyordu.
Bu sırada taş basamaklarda birinci kata doğru ilerliyor ve diğer dersliklere nazaran Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersliğinin daha yakın olmasına binlerce kez şükrediyordu. Zaten daha uzak bir derslikte olsa büyük ihtimalle dersleri daha çok ekerdi. Damien’a göre dersliklerin hepsi belirli bir katta yapılmalı ve bütün ortak salonlara eşit uzaklıkta olmalıydı. Ki ders kalan bir öğrenci olduğunda eşit olarak kızma hakkı olabilsin. Kulelerdeki bir derse Hufflepuff öğrencisi ile bir Gryffindor öğrencisi aynı mesafe ile gitmiyor ama aynı ceza ile yargılanıyorlar ki bu hiç adaletli bir davranış değildi. O kadar fazla basamak çıkmak hiç kolay değildi ki Hogwarts’ta okuyan profesörlerin bunu bilmesi gerekirdi ama hepsi bunu unutmuşçasına geç kalanları cezalandırmayı çok seviyordu. Dersliğe bu sinirli düşünceler ile girmek istemediği için kafasındaki tüm o düşmanca düşünceleri silip atmaya çalışıyordu. Bu mümkün değildi tabi ama o merdivenin sonunda durmuş bunu deniyordu gerçekten, sadece dersliğe girmesini geciktiriyor da olabilirdi tabi ki ama sonuçta düşüncelerinden de arınıyordu bu sırada. Bu sıralar içindeki sinir ve öfke biraz daha fazlaydı diğer günlere göre. Bu kadar fazla Hogwarts’ın içerisinde kalmak hiçbir zaman ona iyi gelmemişti ve şimdi de gelmiyordu, biran önce Hogsmeade izinleri başlamalı ve oraya geziler düzenlenmeliydi. Soğuk bir günde içilen sıcak çikolata veya arkadaşlarla içilen birer kaymak birası tüm bu sinirine iyi gelebilirdi. En azından Hogwarts’dan daha sevecen ve daha sıcak bir yerdi, insan orada huzur bulabiliyordu bu taş binanın içinde hissettiklerinin tersine. Burada hissettiği yalnızlık ve kapana kısılmışlık hissi büyük ihtimalle tek onda vardı ve neden onda olduğuna dair en ufak bir fikri bile yoktu. Sadece burasını sevmiyordu, ne ilk geldiği zaman, ne de şimdi evinde gibi hissedememişti kendisini. Hep bir yabancılık hissi uyandırıyor ve onu huzursuz eden ne kadar düşünce varsa kafasına sokuyordu. Ama diğer bir yandan burada oldukça güzel arkadaşlıklar kurduğu da bir gerçekti ve bu yüzden burayı sevdiği de bir gerçekti. Zaten arkadaş edinemese burası gerçekten ama gerçekten çekilmez bir yer olup çıkardı. Bir hapishaneden hatta bir hapishaneyi bırakın bir tımarhaneden farkı kalmazdı ki bu hali ile bile tımarhaneden pek bir farkı olduğu söylenemezdi. Okulda o kadar fazla psikopat ruhlu insan vardı ki Damien birçoğunun okuldan uzaklaştırılması hatta tüm toplumdan uzaklaştırılması gerektiğini düşünüyordu. Damien daha fazla derse girmeyi geciktiremeyeceğini fark edince her ne kadar istemese bile dersliğe doğru iyice yaklaşmaya başlamıştı. Suratı asık ve omuzları düşük bir halde dersliğe doğru ilerlerken keşke gelmeseydim diye düşünmeden edemiyordu.
Dersliğin kapısını açıp içeri girerken kafası önde ve omuzları olabileceği en düşük seviyedeydi fakat içeri girdiği anda etrafın karanlıklaşması omuzlarının tekrar yüksek bir seviyeye gelmesine ve kafasını kaldırarak etrafı kolaçan etmesine neden olmuştu. İlk yaptığı hamle yumruklarını sıkarak her an etraftan bir şeyin üzerine gelme tehlikesine karşı hazırlık yapmaktı. Daha sonra ise istemese bile elini asasına götürerek dışarı çıkarmıştı ve gözleri ile dersliği daha fazla süzmeye başlamıştı. En azından derslik diye girdiği bu yeri süzüyordu ki derslik olduğuna yüzde yüz emindi. Arkasına dönemeden geri geri kapıya doğru yanaştı ve el yordamıyla kapıyı bulduktan sonra açmaya çalıştı fakat kapı açılmıyordu. Damien her an küfürler savurarak etrafa lanetler saydırmaya başlayabilirdi. Ama kendisini tutması gerektiğini biliyordu, hissediyordu. Bunun her ne kadar zor hatta imkânsız göründüğünü ve öyle hissettirdiğini de biliyordu ama ağzını sımsıkı kapayarak konuşmamayı garantiye alıyordu. Bunun ne olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu Hogwarts’ta garip günler yaşanıyordu ve şimdi sonu olmayan bir karanlığın içine girdiği için kendisi çok kötü hissediyordu. Korkuyor muydu? Tabi ki korkuyordu! Ama bir yandan da ileri de neler olduğunu merak ediyordu. İkilemlerde kalmayı bu yüzden sevmiyordu işte! Hele ki korku ile merak arasında kalınan ikilem, daha önce yaşadığı hiçbir ikileme benzemiyordu tamamen yeni bir duyguyu. Daha önce de korkmuştu tabi ki ama ikisini bir arada yaşayarak ne yapacağı konusunda kararsız kalmak işte yeni olan buydu. İlerlemeyi seçerse büyük bir ihtimalle karşısına bir şey çıkacaktı ve yine büyük ihtimalle böyle bir karar verdiği için karşısına çıkan şeyden önce kendi kendine zarar verecek ve kafasını duvarlara vuracaktı. Bu yüzden olduğu yerde durdu ve asasını hafifçe yukarı kaldırarak “Lumos.” Diye fısıldadı fakat asasından çıkan ışık aynı hızda geri söndü ve hiçbir şey görmeyi başaramadı. Gözlerini devirerek asasını eski pozisyonuna getirdi ve “Nedense hiç şaşırmadım.” Diye fısıldamaktan kendisini alamadı. Bu sırada bir hareketlenme görür gibi oldu ve bir kaplan çevikliğinde asasını oraya çevirdi ve gözlerini kısarak oraya bakmayı sürdürdü. İlk önce bir şey yokmuş gibi görünse bile yavaş yavaş oradan bir şey yaklaştığını fark etti, işte şimdi korkusu artıyordu. Karanlığın içinden onun boyların bir siluet ona doğru yaklaşıyor ve hiç de dost canlısı bir şeyi andırmıyor diye düşünürken yüzünü görebilmişti. Bunun normalde biraz da olsa onu sakinleştirmesi gerekirdi belki ama yüzün kime ait olduğunu görmek gerçekten bir insan için karşılaşması en şok edici görüntü olsa gerek. Damien sırtını kapıya vermiş, asası elinde bir şekilde dikilirken, bir nakşa Damien onunla dalga geçer gibi bir yüz ifadesi ile karşısında dikiliyordu. Mükemmel ve ikisi arasındaki fark anlaşılmayacak kadar kusursuz bir kopyaydı bu. Kendisi bile kendi benliğinden şüphe ettikten sonra kim görse onun Damien olduğuna inanırdı. Damien şimdi ne yapacağını bilmiyordu kendisine lanet mi savuracaktı? Fazla manyakça değil miydi bu? Tarifi o kadar zor bir şey yaşıyordu ki şuan kelimelere dökmek zor ve anlamsızdı. Bir insanın kendisini karşısında görmesi nasıl anlatılabilirdi ki? O anki şaşkınlığı, korkusu ve endişesi hatta ve hatta kendinden bile şüphe edişi nasıl betimlenebilirdi. Damien’ın o anki bakışları ve gözlerinin içinden fışkıran çaresizliği anlatmak Damien’a bir hakaret niteliğinde olurdu çünkü ne yazılırsa yazılsın, ne anlatırlar anlatılsın ya eksik ya da fazla olacaktı ve her iki durumda da Damien’a yapılan bir haksızlık ve yapılan bir hakaret olacaktı. Bu yüzden onun yaşadığı onca karmaşık duyguyu sadece anlatılabilen en iyi şekilde anlatabileceğiz. Ne tam olarak Damien o olanları anlatabilir ne de bir başkası. Sadece yaşanarak anlaşabilecek bir duygu olmasına rağmen herkeste de aynı etkiyi bırakmayacağı için Damien’ın o anki duyguları her zaman büyük bir sır olarak kalacaktı. Diğer bir yandan orada olanları Damien tek bir kelime ile özetlemeyi de başarmıştı zaten “Siktir!” Bir cümle, nasıl olup da bir olayı hem bu kadar iyi özetlerken hem de hiçbir şey anlatamıyordu? Yaşadığı şey buydu zaten birçok şey yaşamak ama aynı anda hiçbir şey yaşamamaktı. Her şey gözü önünde donmuş tıpkı kendisi gibi hareketsizdi, karşısında ki Damien belli belirsiz hareketler yapıyordu ki bunların hiçbiri Damien’ın yani orijinal Damien’ın yaptığı hareketler değildi. Ama yine de yapıyordu işte zaten hangisi orijinaldi anlamak imkânsız denecek kadar zordu.
"Siktir!" Ağzından bu kelimeden başka hiçbir şey çıkmıyordu adeta sadece ve sadece bunu söylüyor ve ne yapacağını bilmeden daha şeytani görünen Damien'a bakıyordu. Daha sabahleyin sadece uyumak ve yemek yemeyi düşünürken şimdi karşısında kendisini görüyor ve ona söyleyeceği kelimeleri düşünüyordu. İronik miydi değil miydi hiçbir fikri yoktu fakat oldukça saçma ve bir o kadar korkutucu olduğu bir gerçekti. Asıl soru ise Damien'ın değil Damien'ın ne söyleyeceği idi. Evet, düşünmesi bile o kadar saçmayı ki fakat başka nasıl bir cümle kurulabilirdi ki? Sonuçta ikisi de birbirine tıpta tıp benzeyen iki Damien'dı. İkisi arasındaki tek fark biri o kadar tedirgin ve korku dolu iken, diğerinin tamamen soğukkanlı ve rahat oluşuydu. Hangisinin tedirgin, hangisinin soğukkanlı olduğu ise gayet açıktı pek tabi. Tedirgin olan, yani orijinal Damien'ın aklından üzerine doğru koşarak karnına bir tekme atıp daha sonra hiç durmadan yüzüne veya neresine denk gelirse yumruklar atmaktı fakat karşısındaki kişi de kendisiydi ve gücü denk birine düşüncesiz saldırmak aptalcaydı. Sahte olan Damien'ın ise neler düşündüğü pek belli olmuyor sadece aklından bin-bir pis düşüncenin geçtiği ve bunları her dakika ortaya koymak istediği yüzünden okunuyordu. Karşı karşıya geçmiş kavgalı ikizler gibiydiler, duruşları dışında her şeyleri aynı olan birer ikiz kardeş. Birisi yumrukları ile saldırmak isterken hiçbir şey yapamıyordu, konuşmayı bile beceremezken yumruk atmayı düşünüyordu ama sadece düşünmekle kalıyordu çünkü geçirdiği şoktan olsa gerek düşündüğü şeyleri icraata geçiremiyordu. Bir diğeri ise oldukça sinsi şeyler düşünen fakat düşündüğü şeyleri belli etmemek konusunda, karşısındaki insan üzerinde psikolojik bir üstünlük sağlayan birisiydi. Ayrıca öyle bir duruşa sahipti ki gerçek Damien ile alakası yoktu. Evet, belki sahnedeki haline biraz benziyor olabilirdi ama Damien kendisinin böyle düşündüğünü kabul etmek konusuna pek sıcak bakmıyordu. Duruşundan kendinden emin olduğu anlaşılıyordu. Onunla iyi anlaşan birine güven, kötü anlaşan birine ise korku verebilecek bir duruştu bu. Daha önce hiç korkutucu bir görüntüye sahip olabileceğini düşünmemişti açıkçası, birkaç arkadaşı üzerinde işe yarayan bakışları vardı ama o da korku saldığı için değil sadece gerçekten yapmamaları gerektiğini anlattığı için o bakışlara cevap veriyorlardı. Şimdi o bakışı atarak buradan kurtulmak için neler vermezdi ama gerçekten yapabileceği bir şey yoktu. Belki teknik anlamda, yani kâğıt üzerinde yapabileceği bir sürü şeye sahipti fakat onları gerçeğe dönüştürebilecek bir duruma sahip değildi. Ne o enerjiyi üzerinde hissediyor, ne de hareket eden bir kasını hissediyordu. Karşısında ise her an bir kaplan misali üzerine zıplayabilecek daha da kötüsü asası ile ona karşı bir büyü.... 'İşte bu! Büyü' diye düşünmesinin üzerinden sadece saniyeler geçmişti ki kendi bile fark etmeden asasını sallamış ve Damien'a doğrultmuştu.
"Stupfy!" Asadan çıkan kırmızı ışık biran parladı ama daha asadan çıkmadan söndü ve karşısında dikilen Damien'ın daha fazla sırıtmasına sebep oldu. İlk önce büyüyü şuan etkisinde olduğu şok yüzünden yapamadığını düşünse bile daha sonrasında şok yüzünden daha önce yaptığı büyünün de etkili olmadığını unuttuğunu hatırladı. Bu en azından onun da büyü yapamayacağı anlamına geliyordu geriye sadece fiziksel saldırılar kalıyordu ki öyle bir şeye maruz kalırsa ne yapacağını bilmiyordu. Diğer Damien'ın kavga etmek amaçlı üzerine yürüdüğünü görürse karşılık verebilecek kadar atik davranabilecek miydi yoksa donup olduğu yerde kalacak mıydı bilmiyordu fakat gelmemesini umuyordu. Konuşmasını beklediği onca an konuşmazken Damien... Yani diğer Damien biranda etkili ve görünüşü gibi kendinden emin bir ses tonu ile karanlığın içinden gerçek Damien'a hitap etti. "Gerçekten ufak bir sersemletme büyüsü mü kullanacaktın yani? Hem de daha önce 'ışık' büyünün işe yaramamasına rağmen? Biraz daha zeki olmanı bekliyordum dersem yalan olur her zaman nasıl biri olduğunu biliyordum çünkü ben sendim ve sen de bendin." Gerçek olan Damien sadece boş gözlerle ona bakıyor ve ne dediğini anlamaya çalışıyordu. Bunu başarabileceğinden pek emin değildi ama kurduğu bu cümlelerde anlamlı ve akla yatkın bir kelime arıyordu. Aradan birkaç kelime ona mantıklı geliyor fakat birbirlerine bağlanınca tamamen mantıksız bir cümle oluşuyordu onun için. Beyni tüm bu olaylar karşısında şaşırmış, hiçbirine akıl sır erdirememişti. Eski ve bozuk bir bilgisayar kasası gibi hata veriyordu adeta. Farkı ise bilgisayar gibi kapanmak yerine ona beyninden tüm vücuduna yayılan inanılmaz bir acı hissi yaşatmaktı. Çok büyük bir acıdan çok ufak bir elektrik çarpıntısı gibiydi fakat bunu uzun süre, bol miktarda alınca büyük bir acı gibi hissediliyor ve beyni kızarmış patatese dönüyordu. Yağda kızaran bir patates gibi hissediyordu kendisini, kızgın yağın her tarafını yaktığını hissedebiliyordu bu sonu gelmeyen, uçsuz bucaksız karanlığın içinde. Daha önce böyle bir karanlığa düştüğünü hiç hatırlamıyordu, rengârenk bir dünya'ya sahip olmayabilirdi fakat daha önce bu kadar karanlık bir yer hiç hatırlamıyordu. Gözünüzü kapattığınızda gördüğünüz karanlığa hiç benzemiyordu, tamamen değişik hisler oluşturuyordu içinizde. Daha önce tatmadığınız kadar acı vardı bu karanlığın içinde, insanın üzerinde baskı kuran bir baskıdan bahsediyorduk burada. Somut birer nesneymiş gibi üzerinize gelen ve size 'biz buradayız' diye seslenen bir acı vardı sanki burada. İçerdiği acı, keder ve diğer bir sürüsü kötü hissin dışında başka bir şey daha vardı burada. Büyük bir boşluk barındırıyordu fakat bu ucu olmayan, sonu gelmeyen anlamında değil hissel bir şeydi bu boşluk. Bir insanın içinde hissettiği ve bazen ona huzur verirken, bazen onu sinirlendirebilecek bir boşluktu bu. Tüm bu hislerin Damien'a baskı yapması yetmezmiş gibi bir de başka bir Damien baskı yapıyordu gerçeğine. "Kendi kendine o ahmakça sorularını soruyorsun ve hatta beni nasıl yenebileceğini bile düşünüyor olabilirsin ki öyle yaptığına eminim. Ama boşuna kafanı yorma çünkü bir cevap bulamayacaksın. Senin gibi uyuşuk, tembel ve korkak biri beni yenebilecek bir cevap bulamaz. Büyü yapmak için bile kolunu kıpırdatmayan birisi burada beni yenemez onun için asanı aşağı indir!" Söyledikleri ona anlamsız geliyor olabilirdi ama sadece filtrelenip anlamaya çalışıldığı zaman anlamsız bu sözcükler. Bilinçaltında bir yerde bunların hepsi ona gayet mantıklı ve doğru birer cümle gibi geliyordu.
Kendisini korkak olarak tanımlamazdı fakat yaptığı davranışların ve düşündüğü şeylerin gittiği nokta bu sıfatın ona uyduğu gösteriyordu. Ama yine de bir korkak olarak itham edilmek gerçekten gurur kırıcı bir şeydi ve kimseye karşı yapılmaması gereken bir şeydi. Bunu bilinçaltında belki kabul ediyordu ya da şuan kendisine öyle geliyordu fakat düşünce bilinçaltında değil de diğer bölümlerde incelenip düşünüldüğünde korkak olmadığını söylüyor hatta korkak olmadığını ona bağırıyorlardı. Ama neye inanıp neye güveneceği konusunda o kadar şaşırmıştı ki kendi beyninden gelen düşüncelere bile şüphe ile yaklaşıyor acaba gerçekten kendisine mi ait olduğunu düşünüyordu. Acaba karşısında kimse yok sadece birisi tarafından beyni mi kontrol altına alınmıştı. Tüm bu gördükleri bir sanrıdan mı ibaretti sadece, beyninin veya başka birinin ona karşı oynadığı ona göre ufak bir oyun muydu acaba tüm bu yaşananlar. Onu deli etmek üzerine kurulmuş ‘zararsız, küçük’ bir oyundu belki birilerine göre veya sadece birçok defa şikâyet ettiği beyni sonunda ona karşı ayaklanmış ve ‘akıllı ol’ mesajı vermek istemişti. Başka bir zamanda olsa bunu düşündüğü için bile deli olduğunu kabul edip hemen St. Mungo hastanesine yatabilirdi fakat şimdi her şeyi düşünme yetkisi vermişti kendisine, her şeyi sorgulama ve her şeyden şüphelenme, en salakçalarından bile. Bütün o karanlık içinden gelmiş bir canavar masallarına inanmıyordu fakat şimdi karşısında karanlıklar içinden gelmiş bir Damien duruyordu. Canavar ile benzetebilecek en son insan olmasına rağmen karanlıkların içinden gelmiş ve Damien’ı çelişkiye düşürecek hakaretlerde bulunmuştu. Hakaret doğru kelime miydi bilmiyordu, onun yerine başka ne kullanabilirdi bilmiyordu, çünkü söylediği şeylerin doğru olduğunu düşünmüyordu fakat yanlış olduğunu da düşünmüyordu. Neredeyse beyninin çalışırken çıkardığı sesleri duyacaktı fakat yine de ne düşündüğü ile en ufak bir fikri yoktu çünkü hepsi daha kendisi algılayamadan önce filtreden geçemeyerek çok değişik şekilde dolanıyordu beyninin içinde. Orada olduğunu hissettiriyor fakat asla tam olarak nerede olduğunu göstermiyor ve böylece insanı sinir eden, düşünürken insanın beynini ağrıtan bir durum oluşturuyordu. Daha önce böyle bir acı hissetmediğine emindi. Beyni bir kılıçla ikiye ayrılıyormuş daha sonrasında bıçak yardımıyla ufak ufak doğranıyormuş gibi hissediyordu. Salataya katılacak malzemeler gibi ufalanıyordu beyni bu acı ile birlikte fakat yine de çalışıyor onu harekete geçirmeye çalışıyordu ama o düşündükçe ve harekete geçmek istedikçe karşısındaki Damien harekete geçiyor ve konuşmaya başlıyordu. “Boşuna uğraşma Damien sadece bana teslim ol. Daha fazla acı çekme… Evet, acı çektiğini biliyorum Damien. Beyninden başlayarak her yerine yayılan o acıyı biliyorum ve bundan zevk alıyorum, sen acı ile kıvranmamak için zor dururken ben gülmemek için zor duruyorum!” Her defasında kendi gücünü bu kadar öne sürmesi ve onu küçültmeye çalışmasına anlam veremiyordu kurduğu diğer bütün cümlelere anlam veremediği gibi. Anlam verememek doğru bir kelime tercihi değildi belki ama o kelimeleri çok yerinde kullanan birisi değildi. Anlam verememeyi burada gerçekten anlamamak anlamında kullanmak istemiyordu, karşısındakinin söylediği şekilde geri zekâlı birisi değildi sonuçta fakat neden bunları söylediğine anlam veremiyordu. Ne zaman bir şeylerin farkın varacaktı bilmiyordu fakat kullanabildiği tüm zekası ile bunu düşünüyordu fakat beynine ağrılar girmesinden başka bir şeye aramıyordu bu düşünceler. Ne düşündüğünü bilmiyor ne yapacağını bilmiyor ve yine dudakları arasından o tek kelime dökülüyordu "Siktir!"
Zaman kavramını yitirmiş bir vaziyette hiçliğin ortasında dururken bunun bir rüya, bir kâbus olması için dua ediyordu, daha önce hiç istemediği kadar bir şeyin hayal olmasını istiyordu şuan. Buranın yerine bir hapiste, hatta bir mezarda olmayı bile tercih ederdi. En azından nerede olduğunu bilir ve neler yapabileceğini de az çok kestirebilirdi ama en iyisi ölü olurdu. Burada ise ne yapacağını bilmeden duruyordu, kalbi atıyor fakat her hangi bir yaşam belirtisi göstermeden duruyordu. Kimse onu suçlayamazdı zaten kim olsa onun gibi kala kalırdı yani şuan öyle düşünmek istiyordu. Sadece kendinsin böyle bir tepki verdiğini düşünmek istemiyordu, başka bir zaman olsa bu düşünce onu rahatsız etmezdi fakat şimdi onu oldukça rahatsız ettiği bir gerçekti. Neden olduğunu biliyor fakat onu da kendisine itiraf edemiyordu, karşısında duran sahte Damien’ın onun düşüncelerini etkilediğini itiraf etmek ona zor geliyordu. Bunca senedir kimsenin düşüncelerini etkilemesine izin vermezken sadece saniyeler içinde bu kadar etkisinde kalması rahatsız edici bir durumdu gerçekten. Onca insanın bir araya gelip Damien’ın başının etini yemesi, her dakika çalışması gerektiğinin söylenmesi ve daha nice şeyler ona vız gelirken şimdi ahmakça bir oyunun içinde kendinden şüphe etmeye başlamıştı ve ister istemez tüm bu olanları reddeden kibri ortaya çıkmıştı. Daha öncesinde kibir denilen bir özelliğe sahip olduğunu hiç mi hiç bilmezdi fakat şimdi bakınca onun her insanın içinde olduğunu ve zamanı gelince ortaya çıktığını anlayabiliyordu. Küfür etmek dışında ve işe yaramadığını bildiği halde gönderdiği büyü dışında dudaklarından hiçbir kelime çıkmamış, karşısındaki sahte şeye karşı kendisini savunamamıştı. Zaten normalde bile kelimeleri bir araya getirmek konusunda o kadar iyi değilken şimdi karşısında kendisi varken ve kalbi değişik duygular sebebiyle küt küt atarken bir cümle kurması imkânsız denebilecek kadar zordu. Bir de korkaklık mevzusu vardı tabi ki. Kendisini korkaklık ile itham eden sahte bir Damien’a karşı ne söyleyebilirdi ki? Kimi zaman kendisi bile korkak olduğunu düşünürken bu düşüncesi yüzünden bir başkasını (karşısındaki kendisini) suçlayabilir miydi? Buna hakkı var mıydı gerçekten? Ne kadar da… Ne kadar da ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Utanç verici miydi, korkutucu muydu, çocukça mıydı yoksa başka bir şey miydi karar veremiyordu ama tüm bu olanlar saçmaydı. Tamamen saçmalıktan oluşmuş, saçmalamaların kralı olabilecek kadar saçma bir şeydi. Damien’ın beynini saçmalamaya itecek kadar saçma bir ortam ve bir o kadar saçma bir düşünceydi. Gereksiz yere o kadar saçmalıyor daha doğrusu o kadar saçma düşüncelere kapılıyordu ki beynini dışarı çıkartıp çöpe atmak istiyordu. Bu kadar saçma şeyleri beyni yokken de yapabilirdi zaten, bu derece saçma düşünecekse bir beyne ihtiyacı yok demekti. Biraz daha mantıklı ve akıl erdirebilen şeyler düşünmeyi o kadar çok istiyordu ki kelimeler yanında kifayetsiz kalırdı.
Artık vücudunu azıcık bile olsa kontrol etmeyi başarabiliyordu, yavaş yavaş kollarını hareket ettirebiliyor ve birkaç adım kenara doğru kayabiliyordu. Neden kenara doğru kaydığını bilmiyordu fakat hareket edebildiği mutluydu ve bunu test etmek için yapmış olmalıydı. En mantıklı düşüncesi buydu zaten şuana kadar. Düşünebildiği en mantıklı şeyin bu olduğunu idrak edince kendinden nefret etme yolunda kendinden emin bir adım daha atmıştı. Daha sabahleyin büyük bir karanlığın içine girmiş, asasının içinden çıkan girdap ile tüm düşüncelerinden arınmış ve gayet güzel şeyler düşünebilmişti fakat şimdi sadece karanlık olmasına rağmen hiçbir düzgün düşünceye sahip olamıyordu. Bunun sadece şaşkınlığın yarattığı şok olmasına inanamıyordu, daha önce onlarca kez şaşırmış fakat hiçbirinde bunun yarısı hatta çeyreği kadar dona kalmamıştı sadece şaşırdığını yüz ifadesi ile belli etmişti fakat şimdi gerçekten kitaplarda bahsedilen o dona kalma olayını yaşıyordu. Daha önce hayatının hiçbir döneminde kitaplarda okuduğu tarzda bir olay gelmemişti başına fakat şimdi kitaplarda okuduğundan çok daha değişik ve ürpertici bir olay yaşıyordu ve hiçbir şey düşünemiyordu. En azından kitaplarda gördüğü bir olay olsaydı veya derste anlatılan türde bir durum olsaydı bu ona biraz daha az şaşkınlık verir ve daha düzgün düşünebilmesine yardımcı olurdu. Ama hiç ona göre olmayan bir şey yaşıyordu şuan daha önce hayatı boyunca hiç yaşamadığı ve yaşamayı arzu etmediği bir durumla karşı karşıyaydı kafasının içinde ‘bu bana göre değil’ diye haykırıyor ve gerekirse kapıyı kırarak buradan çıkmayı düşünüyordu ama bunu yapamıyor daha doğrusu yapmıyordu. Bedenini kontrol edemediği için falan değil sadece içinden bir parçanın burada kalmak istemesinden ve karşısındaki o sahte pisliğe haddini bildirme dürtüsüne karşı koyamamasından dolayı gitmeye uğraşmıyordu. Nasıl olacağını bilmediği bir biçimde ona gününü göstereceğini düşünüyordu daha doğru düzgün cümle kuramazken nasıl olup da onu alt edebileceğini bilmiyordu. Burnunun üzerine sağlam bir yumruk çakmayı deneyebilirdi ve içinden bir ses bunun oldukça başarılı olabileceğini söylüyordu. Neden böyle düşündüğü hakkında en ufak bir fikri yoktu fakat içinde şimdi ona kuvvet veren bir düşüncesi vardı. Onu buradan çıkarabilecek kadar kendisine güvenmesini sağlayan ve bu karanlıkta bile ışığı görebilmesine yardımcı olan bir güçtü. Tüm bu karanlığın, tüm bu sonsuzluğun içinde sanki sonunda bir şeyler bulmayı başarmış gibiydi, beyni sonunda boşa çalışmadığını kanıtlamıştı belki de, belki de beyni veya düşünmeye çalıştığı diğer ‘düzgün’ düşünceleri ile ilgili değil şuan hissettikleri. Nadir olarak hissettiği bu duygu ona gayet düzgün geliyordu ama düzgün gelmekten öte derinden geliyordu, kalbinden geliyor saçmalığına inanmıyordu. Belki duygular ile ilgili bir şeydi onu kabul edebilirdi fakat bunu kalbe bağlamak pek onun düşünce tarzında değildi. İçinden geliyordu evet beyninin o ‘muhteşem’ düşüncelerinden değildi fakat belki de dalaklarından doğru hissediyordu tüm bunları ya da böbrekleri kafa kafaya vererek olayı çözmüşleri kim bilebilirdi ki duyguları kontrol edenin hangisi olduğunu ama Damien’a göre mide başarıyla yapabilirdi bunu. Sonuçta her hangi bir duygusal üzüntü veya neşe hissettiğinizde ilk tepki veren organınız oluyordu daha önce terk edildiğinde kalbi ağrımamıştı ama karnında keskin ağrılar hissetmişti. Soğukta dolaşmasının da etkisi olabilirdi o zamanlar ama birisini sevdiği zaman da yine ilk tepki midesinden geliyordu.
İşte bu normal Damien haline gelebilmişti sonunda, o saçma ama kendisinin saçma fikirlerini hissedebiliyordu ve bu ona güç veriyordu evet gerçekten hissettiği bir güç vardı. Karanlığın içinde hissedilen bir ışık yumağı gibiydi. Soğuk bir gecede yakılan ufak bir ateşin verdiği o sıcaklık hissini veriyordu, belki ufaktı fakat hissettirdiği his hem huzur verici, hem de anlatılamaz şekilde güven verici idi. Ve şimdi cümleleri toparlayabileceğine inanıyordu, yapamayacağını içten içe bilse bile inanıyordu ve konuşmak için hazırlanıyordu. O karşısında duran sahte pisliğe sonunda bir şeyler söylemek için yanıp tutuşuyordu. “Şimdi beni dinle ilk önce başından beri söylemek için yanıp tutuştuğum şeyi söylemek istiyorum: Sesini kes ve beni dinle O****u çocuğu!” gözlerinde daha önceleri hiç olmayan bir öfke ve sinir barındırıyordu faka bir o kadar eski iyi Damien’dı. Sadece ufak bir öfkelenme olduğu belliydi ama yine de etkili olduğu bir gerçekti ki karşısında duran sahte Damien neye uğradığını şaşırmıştı, Damien ise devam ediyordu. “Evet, birilerine sataşan, sataşıldığında karşılık veren biri olamayabilirim ama bu senin söylediklerini haklı çıkarmaz. Ben asla bir korkak olmadım, korktuğum çok şey vardı fakat ben senin aksine bir insanım. Senin gibi ne olduğu belirsiz başka birisini kopyalayacak kadar aciz bir yaratık değilim, her zaman olduğu sadece kendimim ve hep öyle kalacağım. Senin gibi birilerini taklit etme ihtiyacı duymadan kendi tembelliğim ile yaşayacağım ve istediğim zaman istediğim kadar çalışacağım!” Damien’ın sesinde daha önce birkaç kez duyulmuş bir öfke vardı, öfkenin ardında ise kendine güveni vardı. Daha önce çok ortaya çıkmayan fakat her zaman var olan kendine güveni. Duruşu ise o ilk dakikalarda olduğu gibi bastonlu yaşlı amcalar gibi kambur değil aksine dimdik bir şekilde gözlerini dikmiş karanlığın içindeki o taklitçiye bakıyordu. Sanki biranda bir güç dolmuştu içine, sanki demek yanlıştı gerçekten biranda içine bir güç, bir güven dolmuş hatta bu ikisinin patlaması yaşanıyordu şuan. Şimdi olduğu gibi sert olmayı sevmiyordu, şuan da sevmiyordu fakat bazı durumlar bu sertliği gerektiriyordu gerçekten. Donup kalmak yerine kendini savunmayı ve gereğinden fazla sert olmayı gerektiriyordu, her ne kadar iğrenç bir durum olsa bile.
Damien kendinden hiç beklemediği kadar seri konuşmuş ve bir kez bile kelimeleri birbirine karıştırıp cümlesini berbat etmemişti, bu kimileri için normal bir şey bile olsa Damien bu gibi durumlarda nasıl konuşacağını bilmediği için bu onun için büyük bir başarı sayılabilirdi. Karşısındaki şeyin etkilendiği aynı zamanda hiç etkilenmediği görülüyordu. Açıkçası hala ne düşündüğü, ne yapacağı belli olmayan birisiydi ve hep öyle kalacağa benziyordu. Yüzündeki acımasız ve hala korkutucu görünen bir gülümseme vardı. Fakat bu sefer Damien ona korku dolu gözlerle ve dona kalmış vaziyette bakarak cevap vermiyor aksine onun sinirli bakışlarına cevap veriyor ve her şekilde ondan korkmadığını belli ediyordu. Ama daha sonrası için de bu karar cesur ve aynı zamanda pislik biri olmak istemiyordu şuan ettiği küfür sayısı, normalde ettiğinin kaç katı olduğunu bilmiyordu. Ayrıca boş boş cesurluk, kahramanlık yapacak bir tip değildi o zaten öyle olsa Hufflepuff değil bir Gryffindor olurdu. Onun yerine hayatını yaşayan, kavga sevmeyen, barışçıl olan bir binaya yani Hufflepuff’a seçilmiş ve beş senedir orada gayet mutluydu. Şimdi ise Hogwarts’ta olduğuna lanet ettiği bir gerçekti tabi ki böyle bir şey yaşamak için gelmemişti okula. Hem şimdi nasıl kurtulacaktı bu durumdan karşısındaki o şeyi dövmek mi zorundaydı? Büyü kullanamadığına göre bir şeyler olmalıydı öyle değil mi? Tüm bu olanların ne olduğuna akıl sır erdiremezken bir de kurtulmanın yolunu düşünüyordu, ne kadar umutsuzca çırpınışlardı bunlar. İşte o an tüm bu olanları daha saçma, daha bir masalımsı kılan bir olay gerçekleşerek çevrede geldiği dersin profesörü Yvain’in sesini duymaya başlamıştı “Eski efsanelerde Aydınlık ve Karanlık kavramları özel isim olarak kullanılır hep. Bunun nedeni dünya medeniyetin kucağına atılmadan çok daha öncelerde, eski çağlarda Aydınlık ve Karanlık’ın iki boğa tarafından simgelenmesidir. Aydınlık’ın boğası siyah, Karanlık’ın boğası ise beyaz renktedir. Lakin siyah boğa gecenin rengine sahiptir ve kişiler onun rengi uğruna hayatlarındaki bütün diğer renklerden vazgeçebilirler. Beyaz boğanın rengi ise o kadar çirkin ve kirli görünümlüdür ki, tam layığıyla Karanlık’a yaraşır biçimdedir. Eski inançlarda bu her şeyin göründüğü gibi olmadığının göstergesidir. Lakin dünya değiştikçe, insanlar “medeniyet” denilen canavarın pençesine adım adım sürüklendikçe eski inanışlar da yerini modernleşmeye bırakmış, boğalar da eski ilgiden mahrum kalıp dünyadan elini eteğini çekmiştir. Yine de derler ki, kişi beyaz veya siyah boğayı günümüzde hala görebilir. Ancak iki durum söz konusudur: Ya kişiliğiyle ilgili bir dönüm noktasından sonra ya da öldükten sonra.”
Gerçekten mi? Diye bağırmamak için kendisini zor tutuyordu, tüm bu yaşadığı şeylerin sorumlusu bir profesör müydü yani? Tamam, biraz düşünmeye fırsatı olsa (rahat rahat düşünmeye fırsatı olsa) çözebilirdi belki bunu ama bu karmaşanın içinde profesörün böyle bir şey yapacağını hiç düşünmemişti açıkçası. Hangi hastalıklı zihniyet öğrencilerine böylesine bir şey çektirirdi ki? Ne kadar saçma bir şeydi ayrıca bunu gerçekleştirmesi gerçekten yasal mıydı? Tüm bu korkuyu hissettirmesi, onlarla birer oyuncakmışçasına oynaması gerçekten yasaklanması gereken bir şeydi. Duyduğu o boğa olayını ilk başta anlamamış olabilirdi ama karşısında ki sahte Damien yavaş yavaş silinip yerine o anlatılan karanlığın kendisi kadar siyah ama hiçbir karanlığın sahip olmadığı bir temizliğe sahip olan bir boğa belirmişti. “Şimdi beni öldürebilirsiniz.” Diye fısıldamadan duramadı ama bunu yüksek sesle söylemediği için mutluydu tabi ki. Şimdi karşısında parlayan bir siyahlığa sahip çevresinde kim varsa etkisi altına alabilecek kadar ihtişamlı bir boğa duruyordu. Bundan korkmalı mıydı yoksa bu ona zarar vermeyecek bir şey miydi bilmiyordu fakat bilse bile bir şey fark etmeyecekti çünkü boğa kendi istediği şekilde hareket ediyordu. “Benliğini bütün yönleriyle kabullendiğin için buradayım. Sen, kalbindeki her şeyin varlığından haberdarsın artık. Bu yüzdendir ki karşına çıkan bir düşmanı yenmeni engelleyecek hiçbir şey yok önünde. Zira sen bugün bu derste en büyük düşmanını: Kendini yendin.” Sinirleri o kadar bozulmuştu ki karşısında duran bu boğaya bile küfürler savurmak istiyordu fakat kendini tutup bunu yapmadığı için çok mutluydu çünkü boğa yüzünde tam belli olmayan bir gülümseme ile kapıya doğru koşarak gözden kaybolmuştu. O anda sonu gelmeyen karanlığın sonu gelerek mumlar alev almış ve etraf tekrar görünür hale gelmişti. Fakat Damien daha kapıdan çıkacak kadar kendine gelememişti, çevresine bakınıyor etraftan ona şaka yaptığını söyleyecek bir grubun çıkmasını bekliyordu fakat kimsecikler yoktu. Sadece demin giden boğa ve kendisi vardı. Anlam veremediği bir nokta ve belki de en önemlisi insanlar normalde bunları çok zor görürken profesör nasıl olup da onları buraya kadar getirmişti? Yoksa sadece sıradan birer boğa kopyası mıydı ama öyle muhteşem görüntüye sahip bir boğa kopyası yapabilmek pek kolay olmamalıydı. Damien elindeki asasına bakamadan edemedi, tek kaşı yukarıda tereddüt etmiş bir şekilde asasına bakıyordu. Acaba artık çalışmaya başlamış mıydı, yoksa bir süre daha çalışmamaya devam mı edecekti? Bu soruyu anlamanın bir yolu vardı bu yüzden asasını yanamayan mumlardan birine doğrultarak “İncendio” dedi ve mumum nasıl alev aldığını görünce mutlu oldu fakat doğru nişan alamayıp mumum tamamını erittiği için de kendisine kızmaktan geri kalmadı. Sonunda kapının açıldığını fark ettiğinde yavaşça arkasını dönmüş ve uzanarak kapıyı açmıştı. Derslikten dışarı çıkmayı başarabildiğinde aklında olan tek bir cümle vardı “Biraz önce bir boğa bana gülümsedi mi?”
Rpg Sonu
|
| | | Maesta Locus
Mesaj Sayısı : 27 Gerçek Adı : Bilge&Dilara. Yaş : 26
| Konu: Geri: Cadı/Büyücü Paz Mayıs 26, 2013 4:19 pm | |
| Karakterinizin Adı: Maesta Locus Yaşı: 29 İstediğiniz Rütbe: Büyüceşura Baş Savcısı Mezun Olduğu Okul: Hogwarts - Slytherin Güçlü: Karanlık Sanatlara Karşı Savunma (S) Zayıf: Biçim Değiştirme (B) Örnek Rp: Anastacia Bouviér |
| | | | Konu: Geri: Cadı/Büyücü Paz Mayıs 26, 2013 8:20 pm | |
| Rütbeleriniz verildi. İyi rol oyunları. |
| | | Marque W. Charlot
RP Yaşı : 49 Mesaj Sayısı : 7 Gerçek Adı : Batuhan #2
| Konu: Geri: Cadı/Büyücü Ptsi Mayıs 27, 2013 4:23 pm | |
| Karakterinizin Adı: Marque W. Charlot Yaşı: 49 İstediğiniz Rütbe: Kaçak Mezun Olduğu Okul: Hogwarts / Slytherin Güçlü: Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Zayıf: Tılsım Örnek Rp: hemen 2-3 yukarıda ki Damien Claudel |
| | | Celia MarlowHogwarts Müdiresi
RP Yaşı : 49 Mesaj Sayısı : 1286 Gerçek Adı : Celia Monique Marlow Yaş : 30 ÇantaEşyalar: Evcil Hayvan:
| | | | Cedine Claret
RP Yaşı : 14 Mesaj Sayısı : 45
| Konu: Geri: Cadı/Büyücü Ptsi Mayıs 27, 2013 7:28 pm | |
| Karakterinizin Adı: Cedine Claret Yaşı: 14 İstediğiniz Rütbe: Baş Şifacı Yardımcısı Mezun Olduğu Okul: Muggle okuluna gitti ama... Örnek Rp: Anastacia.
En son Cedine Claret tarafından Ptsi Mayıs 27, 2013 7:56 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi |
| | | | | | | Terrell GutierrezSihir Bakanı
RP Yaşı : 46 Mesaj Sayısı : 43 Gerçek Adı : Cihan. Yaş : 27 ÇantaEşyalar: Evcil Hayvan:
| Konu: Geri: Cadı/Büyücü Perş. Mayıs 30, 2013 4:16 pm | |
| Karakterinizin Adı: Louis Petrawick Yaşı: 29 İstediğiniz Rütbe: Dırdırcı gazetesi beş editör ve köşe yazarı Mezun Olduğu Okul: Hogwarts - Ravenclaw Güçlü: İksir (İ) Zayıf: Tılsım (T) Örnek Rp: Nicolas - Antonije |
| | | |
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |