AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

Paylaş
 

 Pastaya Sahip Olmak

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Bryan Rokesmith

Bryan Rokesmith

RP Yaşı : 37
Mesaj Sayısı : 35
Gerçek Adı : Didem

Pastaya Sahip Olmak Empty
MesajKonu: Pastaya Sahip Olmak   Pastaya Sahip Olmak EmptyPaz Mayıs 19, 2013 9:41 pm

"...ve onu kaybetmek."

[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]

Alexis yıllarını yanlış kişilerle, Bryan ise onu tamamlayan
eşine habersiz geçirdikten sonra, birbirlerini buldukları zamanda bir yıl daha kaybederler.

Ölüm aşka yapılan en büyük hakarettir.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexis Antoinette

Alexis Antoinette

RP Yaşı : 26
Mesaj Sayısı : 44
Gerçek Adı : Ceren.
Yaş : 29

Pastaya Sahip Olmak Empty
MesajKonu: Geri: Pastaya Sahip Olmak   Pastaya Sahip Olmak EmptyPaz Mayıs 19, 2013 9:43 pm

    “Alexis, bekleme onu… Gelmeyecek. Yani gelemez artık.”
    Gözlerini Cosby’e çevirdi yavaşça, şalına iyice sarıldı ve bacaklarıyla bütünleşip fetüs pozisyonu aldı. Midesine saplanan bıçaklara aldırış etmeden adamı dinlemeye çalışıyordu. Günlerdir onu görmemenin verdiği huzursuzluk bir yana, onu özlüyordu. “Alexis, Bryan öldü.” İyi yontulmuş bir heykel gibi kaldı öylece, çocukken oynadığı eski minder oyununda kazanan olabilirdi bu hareketsizlikle. Dakikalarca öyle kaldı, gözlerini bir an olsun kırpmadan adama bakıyordu. Söylediklerinin anlamını düşünmesi için ona bir müddet zaman verdi ve ardından dipsiz bir kuyudan ona seslendi. “Git Cosby. Gitmeni istiyorum.” Ciğerleri sıkılıyordu, nefes alamadığını hissediyordu; gözleri engel olmasını istemiyordu. Ağlamak istiyordu; ama bunu yapmak bile gelmiyordu içinden, kolunu kaldıracak hali yoktu denilemezdi. Kolunu kaldırmayı düşünecek kadar bile yaşamıyordu. Bitkiden farksızdı… Önceden gözlerini kapatıp geleceğini düşündüğünde binlerce farklı olasılık varken şimdi bütün yollar silinmişti. Önünde sessizlikle bezenmiş kopkoyu bir karanlık vardı yalnızca. Tüm düşünceleri Bryan’a yoğunlaşmış, sadece onu ve anıları düşünüyordu. Odasındaki camın önüne oturdu ve şalına sarındı iyice, başını soğuktan buz gibi olmuş cama dayarken gözleri açıktı; ama görmüyordu. Gözlerinin önünden gitmiyordu adamın yüzü. Ona söyleyemediği onlarca şey varken gitmiş olması kızı deli ediyordu. Hem de bu öyle bir gidişti ki, gelmeyecekti. Nereye gittiğini bile bilmiyordu, bir gün sabah evden çıkmış ve akşamında dönmemişti. Bu kadar. Başka hiçbir şey yoktu. Ölüm haberini almıştı ardından. Kızın düşündüğü son bu değildi. Aslında bir son düşünmemişti, yaşadığı hayat o kadar mükemmel, o kadar kusursuz geliyordu ki son düşünmesine gerek yoktu. Ama birileri onun yerine bu güzelliğin son bulmasını dilemiş ve planlamıştı anlaşılan. Bir kez daha ölüm onunla intikamla süslü bir oyun oynamıştı ve bu Alexis’in hayatına mal olmuştu. İlk oyununda annesini almıştı, o bencil kadını… Doğumda ölecek kadar bencildi annesi ona göre. Tüm yeryüzünde tek sevmediği insan annesiydi; ama bir yandan da en çok merak ettiği kişi.

    İlk aylar berbat geçti, yaşamıyordu. Olga’nın getirdiği kahvaltıyı didikliyor, öğlene kadar pencerenin önünde dışarıyı seyrediyor ve sonra Cosby’nin gelişiyle biraz hayata dönüyordu. Adam her seferinde kapıyı ç kere vurup izin istiyordu ve duymak istediği cevabı duymayınca içeri giriyordu. Bryan’ın avukatının onunla görüşmesi gerektiğini söylediğinde kızın gözleri parladı. Belki de bir mektup vardı, aslında ölmemişti. Evet tam üç ay boyunca ölmediğine inanmayı seçmişti. Adamın servetinden yüklü bir miktarın kendisine kaldığını anlatıyordu avukat; ama kız hiçbir şey düşünmüyordu. Ona uzatılan her şeyi imzaladı okumadan. Bryan ona kötü bir şey imzalatmazdı ne de olsa…

    Bir yıl sonra.

    Aynada son kez kendisine baktığında yanaklarının hafifçe içe çöktüğünü fark etti, kilo vermiş olmanın etkisiyle iyice çirkinleşmişti. İyi ki bu halini takmıyordu… Önceden olsa Bryan için kilosuna dikkat ederdi, her zaman bakımlı görünmek isterdi ki adam onu güzel görsün. Ama artık bunların hiçbir önemi kalmamıştı, yalnızca nefes alıp ölmemesi gerekiyordu. Aslında ölmeyi çok istiyordu, ölmek istiyordu. Aldığı nefes bile yük gibi gelirken yaşamak çok zor geliyordu ona, bir kez denemişti bunu. Ama hemen ardından Bryan’ın yüzü gelmişti gözleri önüne ve ona dişlerini sıkarak ‘Yapma!’ demişti. Cosby’i gördüğünde gülümsemeye çalıştı, onun ölüm yıldönümüydü bugün ve özel bir şeyler yapması gerekiyordu… En azından Cosby öyle düşünüp, kızın yerine plan yapmıştı. Bryan’ın çok sevdiği sanat galerilerinden birisine gidecekti, belki tablo bile alırdı. Eğer keyfi yerine gelirse ki böyle bir şey olmayacaktı. İçeriye girdiği andan itibaren ruhunun sıkıldığını fark etti. Kalabalık iyi gelmiyordu, hayır eve gitmek istiyordu. Yatağına girip, ışıkları kapatıp uyumak istiyordu. Böyle bir şey mümkünse eğer… İksirler olmadan uyuması imkansızdı, yalancı düşler görüyordu ve sabah uyandığında bir önceki günün aynısı olduğunu fark edip yataktan çıkamıyordu. Her gün yeni bir acı kaynağıydı; ama evin her köşesi onu hatırlatıyordu. Odasına hiç girmemişti daha. Hizmetçiler dışında birilerinin girmesi de yasaktı odaya, önünden bile geçmiyordu Alexis. Munch’ün Çığlık tablosuna benzeyen bir çizim gördüğünde durdu önünde. Bryan’la girdikleri iddia gelmişti aklına, bu tablo için nasıl da pazarlık yapmıştı adamla… Kediliyi almıştı; ama her zaman Çığlık daha değerliydi onun için. Gözlerini tablodan kaldırdığında tam karşısında gördü onu. Fal taşı gibi açıldı gözleri ve istemsizce geri geri yürümeye başladı. Ta ki Cosby’e çarpana kadar. “Cosby, eve gitmek istiyorum. Hemen…” Bir yıl sonra ilk defa konuşmuştu adamla. Kendi sesini duymanın şaşkınlığını üzerinden atamamışken adamın arkasına geçti korunmaya muhtaç bir çocuk gibi. “O burada Cosby, böyle bir şey olamaz. Böyle bir dünyada yaşamıyoruz.” Gözlerini kapattı, aklını kaybetmişti büyük ihtimalle, ya da kaybetmek üzereydi. Tam sınırdaydı artık, uçurumdan aşağı düşmesine bir adımdan daha az kalmıştı.


#8B4513
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Bryan Rokesmith

Bryan Rokesmith

RP Yaşı : 37
Mesaj Sayısı : 35
Gerçek Adı : Didem

Pastaya Sahip Olmak Empty
MesajKonu: Geri: Pastaya Sahip Olmak   Pastaya Sahip Olmak EmptyPaz Mayıs 19, 2013 9:44 pm


    Londra, Kasım

    Ah, lanet olsun bu hiç iyi olmamıştı. Bu sefer sağlam kayaya toslamıştı. Antik Yunan’dan kalma lanet olası küçük bir heykelciği yasadışı yollarla ülke dışına çıkardığının kendini sanat ilahı sanan heriflerce öğrenilmesi Bryan’ın işine iyi gelmemişti. Nereden bilebilirdi onların da aynı heykelcik peşinde olduğunu? Daha iyiyse ve daha önce ele geçirmişse bu onun suçu muydu? Bryan o heykelciğin kazanılmış bir hak olduğunu düşünürken ve düşüncesinin sonuna kadar arkasındayken Yezid ve adamları onlarca yıldır yaptıkları tüm kaçakçılık işlerini -ve Bryan’ın elindeki kozları- unutmuş gibi onun peşine düşmüşlerdi. Aman ne iyi. Adaletçilik oynayacaklardı anlaşılan. Yezid üzgün halktan bir vatandaş, Antik Yunan hakkında bilgi edinmek en doğal hakkı olan gariban, Bryan turizm katili… Adalet’in bu adamların elinde olduğunu bilmek genç adamın içini hiç de rahatlatmıyordu. Koştu, koştu ve koşarken sabah koşularına teşekkür edip havalimanına girdi. Kalabalık kapıdan adımını attığı andan itibaren, bir daha bulunmasının hiçbir yolu yoktu.

    Bir bilet. Ve Sibirya.

    Tek sorun kimseye haber verememiş oluşuydu. Yalnızca Cosby’i yanına çağırıp olanları ve ne yapması gerektiğini detaylıca anlatmıştı. Olayların üstü örtülene kadar evine geri dönemezdi. Onu evinde arayacak kanun delilerini durdurmanın tek yolu öldüğü yalanına mümkünse tüm dünyanın inanmasıydı. Ya da o şartlar altında Bryan’ın aklına gelen tek çözümdü ölmek. Gerçekten ölmeyi düşünmeyecek kadar kendini seven bir adam olduğu için sahte düzenlemeler yeterliydi. Ve onu tanıyan herkes de buna inanmalıydı. Çünkü bu alemde tek bir altın kural vardır, bir şey bilmiyorsan ele geçmen de sorun olmaz. Usta eller karşıdakinin ne kadar çok şey bildiğini ya da ne kadar az şey bildiğini kolaylıkla anlayacaktır. Nitekim Yezid Alexis’i kaçırsa bile işine yaramayacağını bilerek serbest bırakacaktır. Adam öldürmek onlara göre değil. Onlar zorbalık ve işlerine gelmediği zamanlarda devlete sığınmaktan anlarlar. Eh, kimse onları suçlayamaz. Ne demiş usta bir seri katil, ’kaldırabileceğin kadar yükün altına gir. Geceleri öldürdüğün siluetler rüyana girecekse bu işlerden uzak dur.’

    Bryan’ın düşünmekten kaçındığı tek konu Alexis’ti. Statham onun aniden ortadan kaybolmasına alışıktı. Birkaç gün eve gelmediğinde, neler döndüğünü anlardı. Evdeki rutin düzenlemelere devam eder, yine Bryan’ın sevdiği yemekleri yapar, odasını temizletir, ambarı ve mahzeni dolu tutardı. İnandığı dinin kitabını hatim eder, duaları defalarca okur ve geri döndüğünde de kafasına terlik atardı. Sorulacak bir şey genellikle olmazdı. Hikayeler genellikle benzer olurdu. Bryan sağlam kayaya tosladığını ve elindekilerle işi halledemeyeceğini anladığında ortam yumuşayana kadar ortalıktan tüydüğünü akşam yemeği boyunca anlatır ve konuyu kapardı. Fakat Alexis öyle değildi. Öldüğüne ve geri dönemeyeceğine mutlaka ikna olacaktı. Zor olan tepkilerini kestirmekti, bu yüzden Bryan planını en kötüsü üzerine hazırlamıştı: Bryan’ın öldüğünü öğrenen Alexis’in intiharı. Ortam durulunca ve Antik Yunan’ın heykelciği hafızalardan silinince Bryan evine dönecekti ve görmek istediği manzara odasına kendini asmış Alexis değildi. Hayır, kesinlikle değildi. Cosby’nin en önemli görevi onu hayatta tutmaktı. Ve bu Yezid’e Bryan’ın öldüğünü inandırmaktan bile zor olacaktı.

    Sibirya

    Bu bir tesadüf mü bilinmez ama, onlarca ölüme sebep olan Bryan iki de hayat kurtarıyor. Biri Alexis. Başyapıtım olarak nitelendirdiği, annesinin ölümü, babasının uyguladığı şiddet, erkek arkadaşlarının cinsel beklentileri arasında sıkışıp kalan ve kim olduğunu dahi unutacak kadar kendinden geçmiş, Alexis. İkincisi ise Sibirya’daki evin bodrum katına kırık olan pencereden girip soğuktan korunmaya çalışan; fakat bu süre içinde yiyecek bulamayıp açlıktan ölme noktasına gelen Sunday. Sibirya Kurdu. Bryan bodrumdan gelen inleyişler üzerine nemli koridoru geçip camdan giren soğuğun sıcaklığın dışarıdan yalnızca birkaç derece yüksek olmasına izin verdiği bodrum katta, pencereye en uzak köşede neredeyse kendinden geçmiş köpeği görmüştü. Yapılan acil müdahale, uzmanların eve toplanması, iyi bir bakım ve şöminenin yanında yatak ile birkaç günde kendine gelen köpek, Bryan’ın en sevdiği günün ismini alarak girmişti hayatına: Sunday. Hayatında hiçbir zaman günlük tutamamış, bunun yerine anlatması gerekenleri kara kutu olarak nitelendirdiği Cosby ile paylaşmıştı; fakat Sunday eğer üzeri pembe tüylerle kaplı genç kız defteri olabilseydi, hayatında ilk kez günlük tutmuş sayılırdı. İyileşmesi için başında beklediği ve sıkıntısını azalttığı için her geçen gün daha da bağlandığı köpekle her şeyi paylaşır olmuştu. Cevap veremiyordu; fakat anlıyordu. Bryan buna emindi. Alexis’i tanıyordu örneğin ve onun ismini duyduğunda mavi gözlerindeki sert bakış yumuşuyordu. Beyaz tüyleri yumuşuyor, onu sevdiğini gösteriyordu. Ya da bütün bu olanlar biyolojik birer tesadüftü ve Bryan yalnızlıktan, Alexis’e duyduğu özlemden, Cosby’e ulaşamamanın verdiği tedirginlikten hayaller görür olmuştu. Her durumda, on bir ay boyunca çıkmadığı evine, sekizinci ayda gelen neşe olmuştu Sunday. Veterinerlerin söylediğine göre Sunday açlık ve soğuktan öleceği o gün üç aylıktı, Bryanla birlikte Eidothea’ya dönerken ise altı aylık.

    Londra, Ekim

    Cosby’den gelen tek satırlık “Ayşe tatile çıktı*” mektubu ile eve dönebileceği haberini alan Bryan, bir hafta kala hazırlıklarını tamamlamış ve biletini almıştı. Sibirya’nın buz gibi havasına küfürlerle dolu bir veda ettikten sonra, arkasına bakmadan, kucağında Sunday ile uçağa bindi. Köpekler insanlarla bir arada uçamaz gibi saçma bir kural dünyanın her yerindeki havayolu şirketlerinde yürürlükte olduğu için kızından ayrıldı ve Cosby’nin ikinci bir mektupla yazdığı ve dönüşünde Alexis’le buluşması için planlanan galeriye gittiğinde yaşayacaklarını karşılaşmayı düşleyerek uykuya daldı. Onu özlemişti. Hayatında daha önce kimseyi özlememiş ve bunu bir zayıflık olarak nitelendirmişti; fakat artık çok geçti. Kaybedecek bir şeyi artık vardı. Bir yıldır göremediği, her gününü özlemekle geçirdiği biri… Cosby’le birlikte, dönüşünü ölüm yıldönümüne denk getirmişler, böylece reklâmlarda sıklıkla kullanılan sevdiklerinizi küçük sürprizlerle şaşırtın mottosunu uygulamaya çalışmışlardı. Kafasındaki plana göre onu galeride gören Alexis boynuna atlayacak, tıpkı söylendiği gibi bu küçük sürprize şaşıracak ve bir yıl boyunca özlediği o gecelerden birine başlayacaklardı. Uçak iniş yapıp da kapılar açıldığında Bryan koşar adımlarla Sunday’i kafesinden aldı, ana yola çıktı ve onu galeriye götürecek bir araca kendini zor attı. Yolda geçen dakikalarda Cosby’den aldığı haberlere göre onlar çoktan galeriye varmışlar, özenle hazırlanan kanepelerin tadına bakıyorlar ve tablolar önünde saatler harcayan diğer çiftlere katılıyorlardı. Ve, buluşma anı. Sunday’i kapıdaki görevlilere bıraktı, içerideki insan kalabalığı içinden kendine ait Alexis’i buldu, hemen önünde durduğu tablonun yanına gitti. Tabloya dikkat ettiği söylenemezdi. Resimler pek umrunda değildi. Tek söz etmeden gittiği ve veda edemediği Alexis –tanımlama yapamıyordu. Sevgili değil, arkadaş değil, Alexis..- tam karşısındaydı ve tepkileri hiç de beklediği gibi olmadı. O, sevinçle adamın boynuna atlama güdüsünde oldukça uzak, paniklemiş ve yüzü kül gibi solmuş bir halde Cosby’nin arkasına saklandı. “O burada Cosby, böyle bir şey olamaz. Böyle bir dünyada yaşamıyoruz.” Ah hayır, atlatamamıştı. Koca bir yıl ölümü unutturamamıştı. Zaman her şeyin ilacı derlerdi, herkes zamandan söz ederdi, acıları nasıl dindirdiğinden ve anıları nasıl da unutturduğundan… Zaman Alexis’e uğramamış mıydı? Zamanın Bryan’la alıp veremediği neydi? ”Alexis, benim Bryan. Döndüm. Seni özledim.” Hortladığını mı düşünüyordu? On iki ay boyunca alışamamış mıydı ölümüne? Yoksa yaptığı kötü bir eşek şakası mıydı? Peki ya Yezid’e ne olmuştu? Her neyse öncelikli problem Alexis’i hayata döndürmekti. ”Hadi, çıkalım buradan. Sakin bir yerde konuşalım. Duymak isteyebileceğin şeyler anlatacağım sana.” Alexis korkuyla babasının ardına saklanan küçük bir kız çocuğu gibi titrerken, Bryan’ın elini ona uzatmasının ve zoraki gülümsemesinin pek bir anlamı yoktu. Alexis’i kaybetmişti bir daha kazanamayacağı bir şekilde.



En son Bryan Rokesmith tarafından Paz Mayıs 19, 2013 9:45 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexis Antoinette

Alexis Antoinette

RP Yaşı : 26
Mesaj Sayısı : 44
Gerçek Adı : Ceren.
Yaş : 29

Pastaya Sahip Olmak Empty
MesajKonu: Geri: Pastaya Sahip Olmak   Pastaya Sahip Olmak EmptyPaz Mayıs 19, 2013 9:44 pm

    Alexandra, bu isim Alexis için çok şey ifade ediyordu. Anne? Hayır bu o anlamlardan birisi değildi, çünkü hiçbir anne kızını doğumda terk etme bencilliğini göstermezdi. Çünkü hiçbir anne kızını o tarz bir adamla yalnız bırakacak kadar düşüncesiz olamazdı; ama Alexis’e göre sorun yoktu. Yıllarca hiçbir sorun yok oyununu oynamaya o kadar çok alışmıştı ki bir süre sonra gerçekten hiçbir sorun olmadığını düşünmeye başlamıştı. Ta ki onunla tanışana kadar… Bryan’ın evine taşındığı o günden beri her şey çok farklıydı kızın hayatında, ona sevgi göstermeyen baba, garip beklentileri olmadan onu sevebilen bir adam ve en önemlisi bir ailesi olmuştu. Bryan’ın onu sevip sevmediğini bilmiyordu başlarda, sevdiğine inanmak istiyordu. Çünkü bütün ömrü boyunca tek istediği şey sevilmek olmuştu, birilerinden sevgi görmek… Yıllarca düşündükten sonra şu sonuca varmıştı artık, kendince seviyordu o da ve kimse adamı yargılayamazdı. Çünkü, Alexis’i sevebilme yüceliğini gösteren birisiydi o. Tanrısal bir varlıktı belki de…

    Sorunlarını konuşarak çözemeyen insanlar için sorular önemlidir. Doğru soruları sorarsanız eğer konuşmaya başlarlar ve içlerinde biriken o gri hayalleri dışa dökerler. Alexis de onlardan birisiydi; ama yıllarca hiç kimse o doğru soruları sormamıştı. Neden hep problemli adamlardan hoşlanıyorsun? Neden kendini bu kadar aşağılık görüyorsun gibi… Bryan doğru soruları soran ilk kişiydi onun için. Alexandra’dan bahsettiği –gerçek hislerinden- ilk kişi ve en önemlisi babasıyla aralarında geçen o zamandan. Adamın mükemmeliyet saplantısından ve kızına gösterdiği şiddetten ve işin garibi kızın bundan hiç şikayetçi olmamasından. Çünkü ona göre hak ediyordu tüm bunları. Annesinin ölümüne sebep olarak büyük bir günahla doğmuştu. Bu dünyaya fırlatılmış bir ruhtu o. Bryan’la tanışana kadar hayatının hiçbir amacı yoktu, tek düşündüğü şey Roy’la evlenmek ve büyük aşkıyla sonsuza kadar mutlu yaşamaktı. Belki prenses bile olabilirdi küçükken okuduğu masallardaki gibi. Ama bütün bunların yıkılması tek bir olaya bakıyordu. Roy’un evlenmesi… O zamana kadar içinde bulunduğu şizofrenik düşlerden hiç kimse çıkaramamıştı küçük kızı. Bu haberle birlikte gerçekler yüzüne donmuş bir tokat gibi vururken Alexis’in söyleyebileceği hiçbir şey kalmamıştı. Adımları onu dosdoğru Bryan’ın evine götürürken aklında hiçbir şey yoktu. Oraya neden gittiğini bile bilmiyordu, gideceği tek yer orası mıydı? Elbette hayır. Arkadaşlarına gidebilirdi; ama kız orayı seçmişti. Bir çeşit kendisini cezalandırmaydı onun için. Bunu o bile bilmiyordu. Neden başkası değil de Bryan? Bilmiyordu. Üstelik o zamanlar adam sadece patronuydu, görüşmüyorlardı bile… Ama o gece, o tek bir gecede o kadar çok şey değişmişti ki. Alexis’in titreyen parmakları adamın yüzüne doğru ilerlerken yanaklarından süzülen iki damla yaş tenine buz gibi değiyordu. Artık hissizleşmişti, gözlerinde tek bir duygu yoktu. Tek istediği bir an önce bu dünyadan göçüp gitmekti. Hayatının bittiğini düşünmüştü o anda. Hatta sabah uyandığında pişman bile değildi, insani duygularını yitirmişti adeta. Hayatı boyunca yaşayabileceği en büyük acının bu olacağını düşünürken Bryan girmişti hayatına ve girdiği hızda çıkmıştı. Ölüm gibi bir şeyle… Alexis’in kabullenemediği, asla kabullenemeyeceği bir şeyle. Adamın yokluğunu hiç düşünmemişti. Akşamları dönerdi, ya da dönmezdi; ama mutlaka ertei sabah dönmüş olurdu eve. Alexis sabah neşeyle kapısını çalar, kahvaltının hazır olduğunu söyler ve kahvaltıda ona rüyalarını anlatırdı. Adam işe giderken onu uğurlar ve ardından geri yatardı. Ta ki öğlene kadar, biraz geç kalırsa Statham öğle yemeğini vermiyordu ona. Sorumluluk sahibi olması gerektiğini düşündüğü için böyle yaptığı aşikârdı; ama yaşlı cadı onunla uğraşmayı seviyordu da. Bryan’ın ölümünden sonra o bile Alexis’e dokunmaz olmuştu. Kıza iksirler içirmeye çalışıyordu, hayatta kalması, ölmemesi için. Ama kimse ona sormuyordu yaşamak istiyor musun onun olmadığı bir dünyada diye. Sormuyorlardı, çünkü sormazlardı. Hiçkimse doğru soruyu sormazdı ona. Bir yıl boyunca doğru sorular sorulmadığı için konuşmadı. Oysa Bryan olsa ve beklediği soruyu sorsa hemen konuşmaya başlardı. Tıpkı onu gördüğündeki gibi.

    Cosby’nin sırtının arkasına geçmiş vahşi gözlerle adama bakarken ölmek istiyordu. Sırtına saplanan bıçak çok acıyordu ve boğazındaki o yumru daha da büyüyordu. Alexis yüzünü ekşitti ve başını Cosby’nin sırtına dayadı. Gözlerini kapattı, dizleri onu ayakta tutmak için büyük bir çaba harcarken Bryan’ın sesini duydu. Onu hayata döndürebilecek sesi… ”Alexis, benim Bryan. Döndüm. Seni özledim.” Seni özledim… Benim sizi özlediğim kadar olabilir mi? Yüzü ekşidi kızın, ağlamak istemiyordu. Bir hayaletin karşısında ağlanmazdı. Kendisini çok cansız ve tükenmiş hissediyordu artık. ”Hadi, çıkalım buradan. Sakin bir yerde konuşalım. Duymak isteyebileceğin şeyler anlatacağım sana.” Adamın ona uzatığı ele baktı, ince parmakları hala aynıydı. Her gece rüyasına girip onu göğsüne yatırıp, saçlarını okşayan adamın parmaklarıyla aynıydı. Ve kokusunu durduğu yerden alabildiği parfümü… Cosby’nin koluna geçirdi parmaklarını kelepçe gibi ve adama iyice sokuldu. Korkuyordu. “Gitmek istiyorum… Evime gidelim.” Evim dediği yerdi artık orası. Sizin eviniz diyordu önceden; ama benimsemişti. Kendi eviydi artık... Bryan’a bakamıyordu, baktığında kalbindeki sızı müthiş derecede büyüyordu çünkü. Bir yıl sonra evden çıkıyordu ve başına gelen şey… Gözlerini kapattı ve başını adamın omzuna dayadı. Yanağından aşağıya süzülen gözyaşını hissediyordu, çenesinden aşağıya inip göğsüne düştüğünde hafifçe ürperdi ve tek gözünü açıp adama baktı. Tam karşısındaydı, hayır bu gerçek olamazdı. Olmamalıydı. Cosby onu yavaşça ayırdı kendi kolundan ve Alexis herkesin ortasında –Bryan’ın karşısında- dikilirken buldu kendisini. Çok sevdikleri filmdeki zombiler gibi hissediyordu kendisini, bacakları titriyordu. “E-eve gidelim mi? Ama gelmek istemiyorsanız sorun değil. Gerçekten…” Başka bir yere gitmek isterseniz sorun değil; ama bu gece yanımda kalın. Lütfen.

    Eve gittiklerinde Alexis hala zor duruyordu ayakta. Dayanamıyordu artık. Evin içindeydi, yeniden. Bryan’a baktı bir kez daha. Son bir yıldır ne zaman gözlerini kapatsa gördüğü o mavi gözler karşısındaydı ve ona bakıyordu. Bir anda boynuna sarıldı adamın ve ağlamaya başladı. Susturamıyordu kendisini, tutamıyordu. Sadece onun karşısında rol yapmak zorunda değildi. Küçük burnunu adamın boynundaki kendine ayrılmış yere yerleştirdi ve gözyaşlarını akıttı omuzlarına. Hıçkırıklarla bezenmiş birkaç dakikanın sonunda başını geriye çekti ve ona baktı. Yüzünü unutmamak için o kadar çok çaba harcamıştı ki… İçtiği o ilaçlar sayesinde bilinci hep yarı kapalıydı, kendisine zarar vermesini engelliyorlardı. Bunun farkındaydı; ama ona bir şeyleri unutturuyorlardı da… “Sizi çok özledim… Gitmeyin lütfen. Beni bırakmayın, beni bırakmanızı istemiyorum. Yasak olmalı bu… Çünkü çok acıyor.” Beş yaşındaki bir çocuğun kurabileceği basitlikte cümleleriyle geri dönmüştü. Adama baktı tekrar, ona sarılmayı, öpmeyi, koklamayı ve eğlenceleri o kadar çok özlemişti ki… Gözlerini kapattı tekrar. Ayakta durmakta zorlanıyordu, bunların gerçek olduğuna, onun döndüğünde inanmak çok zor geliyordu kıza. “Düşmek istemiyorum... Sizi seviyorum.” Bu kadar strese dayanamayan dizleri nihayet isyan bayrağını çekti ve kuş gibi gövdesini taşımaktan vazgeçti. Dudakları tatlı bir gülümsemeyle kıvrılmıştı, son söylediği o iki kelime nihayet çıkmıştı içinden... Gözleri kapalıydı düşerken, ama biliyordu ki düşmeyecekti. Koruyucusu yanındayken ona hiçbir şey olmazdı. Peki ya yanında değilse? Ya gitmişse… Ya tekrar giderse. Bir gün herkes gider, derdi Bryan ona. Ve Alexis’in cevabı da ben gitmeyeceğim olurdu. İlk giden kim olmuştu? Bryan… Ama Alexis onu beklemişti. Çünkü Bryan onun hayatıydı. Yaşama amacı Bryan olmuştu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Bryan Rokesmith

Bryan Rokesmith

RP Yaşı : 37
Mesaj Sayısı : 35
Gerçek Adı : Didem

Pastaya Sahip Olmak Empty
MesajKonu: Geri: Pastaya Sahip Olmak   Pastaya Sahip Olmak EmptyPaz Mayıs 19, 2013 9:45 pm


    Sanat veya sanatçıyı değil de, galerilerde tanışmanın hayalini kurdukları kendilerine denk kitlenin hayalini kuran onlarca insanın arasında, Çığlık portresine benzeyen resmin önünde durdular dakikalarca. Ressam, portrenin Çığlık’la benzerliği olmadığını her konuğa ayrı ayrı anlatmaya çalışsa da, oldukça sorun olan ve galerinin saygınlığını düşüren resmi sergi sonrası yakacaktı. Resim yanacaktı, önünde yaşananlar unutulacak mıydı? Bir yıl boyunca hiçbir haber vermeden ve haber almadan Sibirya’da inzivaya çekilen Bryan affedilebilir miydi? Yeryüzünde yaşayan tüm dinlerin kitaplarında eziyetin tanrı katındaki yeri nefretlerle anlatılır. İsa’nın zulmedenlerin yanında olmayacağı, Muhammed’in onları ümmetine kabul etmeyeceği yazılır. Bryan inanmadığı dinlere karşı gelirken, ahlak yasaları onun için işliyor muydu? Ona eroin kadar bağımlı Alexis’i yapayalnız bıraktığında, yüzme öğreteceğine söz verdiği küçük bir kızı havuza can yeleksiz atmış kadar olmuş muydu? Ya da, yeryüzüne inen bütün peygamberler onun üzerine düşeni yaptığını mı söylerdi? Bir konsey toplansa Bryan yardıma ihtiyacı olan Alexis’e yardım ettiği için kahraman mı ilan edilir? Bağlanmak suç mudur ve Alexis Bryan’a tüm benliğiyle bağlanarak yeryüzündeki büyük suçlardan hangisini işlemiştir? Alexis’in çaresiz bakışlarını diktiği yorgun Bryan’ın çehresine baktığında görülen pişmanlık –elinde olmadığı halde yaşananların sorumluluğu- yüzünden okunabilirdi. Sunday’le kavuştuğu neşesi, tekrar solmuştu. Onu görmeye bile katlanamadığı tahmin ettiği Alexis’in Cosby’nin koluna başına gömmesi ve gözyaşlarını saklaması… İşte bu beklediği bir şey değildi. Kendinden böylesine uzaklaştığını görmeyi tahmin etmiyordu. “Gitmek istiyorum… Evime gidelim.” Kimi zaman tek bir harf onlarca şeyi anlatır ya, işte öyleydi. Bryan’ın kayıp listesine bir yenisi daha eklenmişti: evi. O evde ona yer kalmış mıydı? Zaten bir sıfır yenik başlayan Bryan’ın bu maçı alabilmesinin bir yolu yeryüzünde mevcut muydu? Çünkü eğer mevcutsa tüm şartları zorlayıp o yolu bulurdu. Aslında aklından bu cesaretlendirici sözler ve teskin edici gelecek kehanetleri geçse de, Alexis’e baktığında hiç de umutları yeşermiyordu. Genç kadın yüzüne bakmıyordu. Bryan’ı görmek onu memnun etmemişti hatta içinden gerçekten ölmüş olmasını diliyor bile olabilirdi. Bu durumda Bryan ne yapabilirdi? “Evimden git benimle yaşamak istemiyorsan diyebilir miydi?” Hayır. Buna hakkı olmadığının öylesine farkındaydı ki, lanet olası Yezid’e, kendisine bulaştığı için okkalı bir küfür savurdu belki milyonuncu kez. Mutlu olmuş, aşka böylesine yaklaşmışken kaybetmek zorunda mıydı? Hiç yaşamamalıydı. Bu yüzden korkuyordu bağlanmaktan. Onu kaybetmekten korkuyordu ve bu bir zaaftı. “E-eve gidelim mi? Ama gelmek istemiyorsanız sorun değil. Gerçekten…” Bu sefer Alexis’in konuştuğu kişinin kendisi olduğunu bilmek yüzüne belli belirsiz bir gülümseme kondurması için yeterli oldu. Umut vardı. Ölmüş olmasını dilemiyordu. Yalnızca Bryan’ın hatasını düzeltmesini ve eskiye dönmeyi istiyordu. Eğer onu tanıyorsa, doyasıya konuşmayı ve huzurla uyumayı istiyordu. Bir de sevilmeyi. O kadar... Eve gitmeyi memnuniyetle kabul etti, Cosby’e Sunday’i almasını ve çok soru sormamasını söyledi ve eve gittiklerinde etrafına özlemle bakındı. Özenle aldığı portrelere, Alexis ilk kez geldiğinde oturduğu kanepeye, şöminenin önündeki minderlere ve Statham’ın kırmızı eskimiş terliklerine uzun uzun baktı. Bir yıl kaçırmıştı. Cosby, Statham, Amélie ve -Bryan o zamanlar itiraf edemese de- en önemlisi de Alexis olmadan geçirilen bir yıl yaşamıştı. Kayıp bir yıl. Ah hayır, böyle söylememek için kendisine söz vermişti. O bir yıl ona Sunday’i katmıştı.

    Dışarıdan gelen sokak lambalarının ışığında, ilk gece olduğu gibi dikildiler karşılıklı. Bryan hareket etmeye cesaret bulamıyor, her an suratında patlaması muhtemel bir tokadı, bir sinir krizini ya da bağırışları bekliyordu. Kendini en kötüsüne, bir lanete maruz kalmaya dahi hazırlamışken, üzerinde bir ağırlık hissetti. Olması gerektiğinden çok daha hafif, kuş gibi, rahatlatan, tanıdık bir dokunuş… Alexis’in kollarını boynunda, başını boynunda ve ellerini saçlarında hissettiğinde evinde olduğu hissini gerçek anlamda yaşadı. Alexis’i kaybetmemişti. Belki büyük hasarlara yol açmış bir ayrılık yaşamışlardı; fakat kesinlikle kopmamışlardı. Bryan Alexis’e hiç olmadığı kadar sıkı sarılıp şampuanının beynindeki koksunu ve saçlarının dudaklarındaki yumuşaklığının verdiği hissi belleğindekilerle karşılaştırırken, ona dair her şeyin hatırındakinden daha güzel olduğunu fark etti. Burnundan kokusu gitmişti, oysa taze vanilya yaprağı kokuyordu. Saçları dokununca yumuşaktı; fakat dudaklarıyla hissedince daha yumuşak… Bedeni incelmişti. Dokunduğunda kırılganlığını son raddeye kadar hissettirir olmuştu. Kaç günde bir yemek yiyordu? Uyuyor muydu? İnsancıl herhangi bir faaliyette en son ne zaman bulunmuştu? Özlemiş miydi? “Sizi çok özledim… Gitmeyin lütfen. Beni bırakmayın, beni bırakmanızı istemiyorum. Yasak olmalı bu… Çünkü çok acıyor.”Başını kaldırıp Bryan’a yaşlı gözlerle baktı. Hıçkırıklar nefesini tüketmişti, ayakta durabilecek gibi görünmüyordu ve loş ışık altında dahi zaten beyaz olan teninin iyice açıldığı ve galeriden bu yana toparlanamadığı görülüyordu. Ona bunca acı çektirmiş miydi gerçekten? Bunu yapabilmiş miydi? “Düşmek istemiyorum... Sizi seviyorum.” Gür sesle başlayan cümle bir fısıltıya dönüşürken, Bryan ilk kez duyduğu ve şaşkınlıkla karşıladığı kelimelere mi; yoksa Alexis’in su gibi akan bedenine mi odaklanması gerektiğini bilemedi. Sonucunda, belki de hayatında ilk kez bencillik yapmayarak kendi mutluluğuna değil, Alexis’in iyiliğine karar verdi. Kendini salıvermiş vücudunu kolları arasına aldı ve koltuğa yatırıp, yanına oturdu. Gözleri kapalıydı, saçları yüzüne geliyordu, ellerini Bryan’ın ellerinden çekmiyordu. Gitmeyeceğinden emin olamıyordu. Bryan’a olan güveni kırılmıştı. Ya da, Bryan öyle hissediyordu. Eğilip dudaklarını bir kez öptü ve öpücüklerini yanaklarında gezdirdi. Onu sevdiğini söylemişti. İlk kez. İlk kez Bryan’a biri onu sevdiğini söylemişti. Yani, Bryan’ın da duymak isteyeceği şekilde. Alexis tarafından sevilmek isterdi; çünkü Alexis’in gitmesini istemiyordu. Alexis’in daima hayatında olmasını istiyordu, bu yüzden aşk gibi bağlayıcı bir duygu işini kolaylaştırırdı. Kendi karışık duygularını çözümlemeyi ise sonra düşünecekti. O anda, zamanın tadını çıkardı, kadının yanına uzandı. Küçük koltukta, sarmaş dolaş olmuşlardı. Alexis’in yüzü, hemen karşısındaydı. “Sibirya’da geçirdiğim her günde, keşke Alexis de yanımda olsaydı” dedim.Bir daha gitmeyeceğini ve zaten gitmeyi kendisinin istemediğini de içinden ekledi. “Döndüğümde beni unutmamış olman için çok dua ettim. Statham duası.” Ah, evet bu bencilliği gerçekten yapmıştı. Eridiğini gördüğünde onca üzüldüğü Alexis’in, ölümünden pek de etkilenmediğini görmek istememişti. Biraz olsun üzülmesini istemişti. Çünkü o üzgündü. Alexis’in yaşadığını bildiği halde yanında olamadığı için üzgündü. Unutulma korkusu bu yüzdendi. Alexis’i tanısa dahi, uzaklarda yaşayanların hep yaşadığı o korku… Cümlesine biraz ironi katıp gülmeye çalışsa da, başaramadı. Garip sesler çıktı şen kahkahaları yerine. Alexis’e sarıldı onun yerine. Tüm hatalar onunlayken affediliyordu. Peygamberler artık Bryan’ı da haklı bulabilirdi.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexis Antoinette

Alexis Antoinette

RP Yaşı : 26
Mesaj Sayısı : 44
Gerçek Adı : Ceren.
Yaş : 29

Pastaya Sahip Olmak Empty
MesajKonu: Geri: Pastaya Sahip Olmak   Pastaya Sahip Olmak EmptyPaz Mayıs 19, 2013 9:46 pm

    Küçük bir kızken en büyük hayali bir prensle evlenip onun prensesi olmaktı. Beyaz atlı prensini bekliyordu en genel tabiriyle ve geleceğinden emindi. Çünkü o gelmezse eğer bütün hayatını boşuna yaşamış olacaktı, boşuna doğmuş ve doğarken Alexandra’yı boşuna öldürmüş olacaktı… Hiçbir zaman bir adamın yanında yaşayıp, onunla birlikte olmak değildi hayali. O ne derse yapıp, tıpkı efsunlu bir aşık gibi sadece onun dediklerini önemsemek de değildi. Sevilmek istiyordu, sadece sevgi. Bunu ona verebilecek tek kişi dahi çıkmamıştı karşısına. Bryan ise çok daha fazlasını vermişti, koruyordu kızı. Alexis korunduğunu hissettikçe daha çok bağlanıyordu, güvenmek istiyordu. Hayatınızdaki hiç kimseye tamamıyla güvenemediğinizi düşünün. Nasıl hissedersiniz? Boşlukta ve yalnız. Evet, Alexis kendi içinde o kadar yalnız ve o kadar çocuktu ki ona pamuk şeker uzatan herkesin peşinden gidiyordu. Ama istediği pamuk şeker değildi, pamuk şekeri verebilecek kadar iyi olan kalpti. Gözleri kapalıyken Bryan’ı görüyordu, onu tuttuğunu, sarıldığını ve saçlarını okşadığını hissediyordu; ama kalkamıyordu. Sanki gözlerini açtığında o rüya bitecekti ve Bryan tekrar yok olacaktı. Rüya gördüğünün farkındaydı, tek istediği birkaç saniye daha fazlasını görmekti. Onun dokunuşları vücudundaki her noktaya hayat verirken rahatlıyordu ve hayata geri dönüyordu sanki. “Sibirya’da geçirdiğim her günde, keşke Alexis de yanımda olsaydı” dedim. Kendi ismi dünyanın en güzel notalarıyla buluşurken hafifçe gülümsedi, demek yanında istemişti… Özlemişti, uzaklaşmak istememişti ve Sibirya’daydı. En son gidip de döndüğünde aylarda hasta yattığı o yerde. “Döndüğümde beni unutmamış olman için çok dua ettim. Statham duası.” Bir anda açtı gözlerini, nasıl düşünebilmişti bunu! Onu unutamazdı, unutması mümkün değildi. Adamın göğsündeydi başı, bunu sadece o gecelerden sonra yaparlardı oysaki… Bir an için kalbi daha hızlı atmaya başladı ve ensesinden bütün vücuduna sıcak hava dalgası yayılmaya başladı. Yanaklarına hücum eden kan yüzünü pembeleştirmiş, küçük bir kız çocuğa gibi görünmesine sebep olmuştu. Eliyle ürkekçe adamın çenesine dokundu, bu hissi seviyordu… Onun teninin sıcaklığını hissetmeyi, nefesini hissetmeyi ve kalp atışlarını duymayı seviyordu. Yaşadığını belli eden her şeyi çok seviyordu. “Beni bırakmayın, lütfen…” Zar zor çıkan sesi titrekti, gözlerini ona dikmişti şimdi. Başını hafifçe kaldırdığında mavi gözleri görebiliyordu. Yavaşça dudaklarını buldu adamın ve bir yılın özlemiyle öptü onu. Bu his… Gözünden bir damla yaş aktı kızın, sürekli ağlamak onu zayıf gösteriyordu. Babası böyle derdi; ama umrunda değildi. Bryan’ın yanında kendisi gibi olabiliyordu sadece. Çenesine son bir öpücük kondurup başını geri koydu adamın omzuna. “Ölmek istedim siz yokken. Hatta şey… Denedim bunu; ama sonra gece uyurken rüyamda sizi gördüm. Bana bağırıyordunuz nasıl böyle bir şey düşündün Alexis! diye.” Elini adamın kalbinin üstüne koydu, kalbi ritmik bir şekilde atıyordu; ama yine de zayıfladığı gerçeğini değiştirmiyordu bu. Hafifçe gülümsedi, kokusu hatırladığından çok daha güzeldi. Daha doğrusu unutmamaya çalıştığı o kokudan. Bryan’ın parfümünü almak için evden çıkmıştı sadece bir kez ve o zaman bir adamla tanışmıştı. Adam Alexis’i uzun zamandır tanıyormuş ve bir karar almış kendi kendine… Kıza evlenme teklifi etmişti. Bir anda. Ne olduğunu anlamayan Alexis –zaten konuşamıyordu- adamı geri çevirmiş ve bu olaydan sonra bir daha asla evden dışarı adımını atmamıştı. Her şeyi Cosby’den istemeye başlamıştı. ”Bana bir söz vermiştiniz, çocuk isterseniz benden olacaktı… Ama siz öldünüz ve bu asla olmayacaktı. Bu yüzden ölmek istedim, hiçbir amacım kalmadı yaşamak için…” Söylediklerinin ne kadar bencilce olduğunu düşünüp üzüldü. Adamı suçlamıyordu, suçlayamazdı da, ama bunları söylemek suçlamak oluyordu. Pişman oldu hemen. “Üzgünüm, öyle söylememeliydim.” Başını iyice gömmüştü adama, korunmak istiyordu sadece.

    Her prensesin hayalinde çocuk olur, değil mi? Ama Alexis’in hayalinde çocuğa yer yoktu. Çünkü doğum bencilce bir şeydi. Çocuğa sormadan onu dünyaya getirmek, belki de getirirken ölmek kadar bencilce bir şey daha yoktu. Ama bunu Bryan isterse yapacaktı, yapmak istiyordu. Böyle kusursuz bir adamın çocuğuna anne olmak kadar yüce bir şey olamazdı bütün evrende. Bu yüzden yapmak istiyordu… Adamla evlenmek mi istiyordu? Hayı böyle bir dileği yoktu. Ama o isterse olurdu, her şey onun istemesine bağlıydı. Bryan yaşamasını emrettiğinde yaşardı, yalan söylememesini istediğinde söylemezdi ve çocuk istediğinde Alexis de isterdi. Kızın istekleri adamınkilere göre şekilleniyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Bryan Rokesmith

Bryan Rokesmith

RP Yaşı : 37
Mesaj Sayısı : 35
Gerçek Adı : Didem

Pastaya Sahip Olmak Empty
MesajKonu: Geri: Pastaya Sahip Olmak   Pastaya Sahip Olmak EmptyPaz Mayıs 19, 2013 9:47 pm

    Alexis, aylar sonucu oluşan uykusuzluğuna, Bryan’ın kollarındaki sıcaklığı hissettiğinde yenik düştü ve kapanan göz kapakları Bryan’ın davetsiz bakışlarını üzerlerine çekti. Yüzünü sıkmıştı, mimikleri uyurken dahi rahat değildi. Elleri Bryan’ın ellerini tutmuş, gitmeye çalışırsa bırakmamak için mücadeleye hazır gibiydi. Oysa Bryan’ın bir kez daha gitmek ve kendisine işkenceler ederek Alexis’ten ayrı kalmak gibi bir amacı yoktu. Bunu asla itiraf etmeyecek de olsa uzun süre ayrı kalmak(on iki ay) pek keyifli değildi. Arada sırada uzaklaştığı ve kendisini yenilediği birkaç gün motivasyon sağlasa da, özlediği tatlar ve bağımlısı olduğu kendisine duyulan güven olmadan uzun süre geçirmek hoşuna gitmemişti. Alexis’e her zaman gitmekte özgür olduğunu söylerken samimi olmadığını ilk o an fark etti. Gitmek istese, gitmemesi için elinden gelen her şeyi yapardı. Çünkü kendisine güvenildiğini görmeye ihtiyacı vardı. Alexis’i korumaya, göz kulak olmaya ve günün stresini eften püften sebeplerle de olsa ondan çıkarmaya ihtiyacı vardı. İnsan sevdiğiyle uğraşır diyen atalar, belki de haklıydı. Yüzüne gelen saçlarını kenara çekti, düzenli nefes alıp verişini dinledi. Sıcak nefesi göğsüne çarpıyor ve hafifçe gıdıklıyordu. Elleri terlemişti; fakat onu uyandırmadan bırakamayacak kadar sıkı tutuyordu. Başı göğsündeydi ve Bryan’ın nefesleriyle inip kalkıyor, tatlı bir manzaraya neden oluyordu. Bryan Alexis’in mırıldanmalarını –“Lütfen gitmeyin. Beni bırakmayın. Sizi seviyorum. Seni seviyorum…”- dinleyerek uykuya dalmaya çalışıp başarılı olamazken, geçen uzun zamanın ardından Alexis gözlerini açtı. Nerede, kiminle olduğunu anlayamamış şaşkın bakışlarını yüzüne dikti, minicik gülümsedi. Ardından gülümsemesi günah sayılan küçük bir kız çocuğu gibi bakışları tekrar hüzne boğuldu. “Beni bırakmayın, lütfen…” Dudakları buluştuğunda gözünden akan yaşların tadına baktı Bryan. Kendisi için akan bu saf yaşların tadını unutmamak için, iyice kazıdı belleğine. Gözlerine baktı, uzun uzun öptü, saçlarını okşadı. “Ölmek istedim siz yokken. Hatta şey… Denedim bunu; ama sonra gece uyurken rüyamda sizi gördüm. Bana bağırıyordunuz nasıl böyle bir şey düşündün Alexis! diye.” Ölüm sözcüğünü duyduğunda kasılan vücudunu, Alexis’i ürkütmemek için kontrol altına almaya çalıştı. Demek ki düşündüğü senaryoların en kötüsü, gerçeğe en çok yaklaşandı. Neyse ki başarılı olamamıştı. Bryan’ın yokluğu yüzünden acı çektiği dünyada, tekrar Bryan için kalmıştı. Böyle bir aşkla sevilmeyi hayal dahi edemezdi. Aşktan midesinin bulandığını hissederken, Alexis başını döndürmeyi başarmıştı. Bu yetenek etkileyici olmasıyla ilgili değildi. Yalnızca saflığıydı böylesine güçlü olan. Bryan’ın onca kirlenmişliğine karşı hiç bozulmayan ve Bryan’ı da kendine benzetmek için olağanüstü çaba gösteren saflığı… ”Bana bir söz vermiştiniz, çocuk isterseniz benden olacaktı… Ama siz öldünüz ve bu asla olmayacaktı. Bu yüzden ölmek istedim, hiçbir amacım kalmadı yaşamak için…” Bryan için yaşıyordu. Bunu yıllar önce fark etmişti. Alexis Amélie’ye tahammül etmişti, Ophelia’ya tahammül etmişti, birkaç günlük kaçamaklarına tahammül ediyordu. Aşık bir kadın için oldukça ağır yüklerdi bütün bunlar ve cesur bir savaşçı gibi göğüs geriyordu. Aşk yaşanacaksa, Alexis gibi yaşanmalıydı. Tüm varlığıyla ve en ufak hücresinde… Şimdiye kadar aşık olduğunu söyleyen ve o kelimeyi ağzına alan her sefil, ayrı ayrı günah işlemişti. Aşk Alexis için yaratılmıştı ve Bryan hakkını veremediği için cehennemde yanacaktı. Alexis pişman olduğu sözlerinden sonra başını iyice Bryan’a gömdü. Nefes alıp alamadığından bile şüphe edilecek kadar derinlerdeydi başı. Kaçmak, kaybolmak, yalnızca Bryan’la olmak istiyordu. Ah, keşke böyle bir şey ikisi de için de imkanlı olabilseydi. “Tamamlanmamış işlerimiz olduğunun ben de farkındayım. Ben artık hazırım. Sen de hazırlan.” İnsanların hayatlarını basit sözler değiştirir, hazırlan gibi sözler. Yetişkinlik çağının ortasındaki bir kadın ve bir erkeğin basit ilişki statüsünden sıyrılıp dünyanın her yerinde anne ve baba olarak adlandırılacak bir statüye yükselmesi, basit sözcüklerle olur. Küçük bir kanepede, sarmaş dolaş yatan iki insanın kalplerinin eriyip birbirine karışması, basit gecelerde gerçekleşir. Basit insanlar, sıradışı günler yaşar.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Alexis Antoinette

Alexis Antoinette

RP Yaşı : 26
Mesaj Sayısı : 44
Gerçek Adı : Ceren.
Yaş : 29

Pastaya Sahip Olmak Empty
MesajKonu: Geri: Pastaya Sahip Olmak   Pastaya Sahip Olmak EmptyPaz Mayıs 19, 2013 9:48 pm

    Bryan’ın içinde kaybolmak istiyordu, onu bütün vücudunda hissedip gözlerini kapatmak ve dünyaya bu şekilde veda etmek istiyordu. Ancak o zaman hayatını güzel sayardı, onunla son bulan bir hayattı tek istediği, Madem onunla başlayamamıştı, madem onsuz geçmişti bütün gençliği… Hep yanlış kişilerle tanışmıştı ve pişman olacağı şeyler yapmaktan kıl payıyla kurtulmuştu. Babasının uzak dur dediği adamlardan uzak durmaya çalışmıştı; ama sorun şuydu ki Bryan o adamların başında geliyordu. Karanlık bir işi vardı, tehlikeliydi, farklı zevkleri vardı ve çok eşliydi. Herke sonu böyle görüyordu, peki Alexis için Bryan nasıldı? Korunmaya muhtaç sokak kedilerine –kendisi- yardım eden yüce gönüllü bir adam; sanat eserlerinin kötü ellere düşmesini engellemek isteyen bir sanatsever; gençliğinde yaşadığı sorunu –manevi açlık- gidermek için farklı yollar deneyen iyileşmek için çaba harcayan çocuk kalpli bir Bynie. Alexis için adamın hiçbir kötü yönü yoktu, hayatında tanıdığı en iyi yürekli insandı hatta. Ne zaman ona bağırsa kızın iyiliği için yapıyordu bunu. Alexis’in buna ihtiyacı vardı, hatalarını söyleyecek birilerine. Robi küçükken bunu farklı yollarla yapıyordu, büyüdükçe de devam etti. Hatta Alexis Bryan’ın yanına gelmeden iki yıl önce de devam ediyordu. Nihayet evden ayrılıp da bu şehre yerleştiğinde uzak kalmışlardı. Zaten ona ihtiyacı da kalmamıştı artık, ailesi Bryan olmuştu. Her şeyi, tüm varlığı adama aitti. Alexis, Alexis değildi. Bryan’ın Alexis’iydi. Kendisini Tanrı’ya adayanlara rahibe deniyordu; fakat Divan edebiyatındaki gibi maşuk için her şeyi göze alan aşıklara ne deniyordu bilmiyordu. Tek bildiği, bir kez o adama ait olduktan sonra geri dönmeyeceğiydi. Bütün hayatı onun üstüne kurulmuştu. Adamın öpücüklerine karşılık verirken kalbi deli gibi çarpıyordu. Göğsünü yırtıp dışarıya çıkıp onun ellerinde atmak istiyordu adeta. Kalbi bile kendisini ona adamaya yeminliydi. Başını adamın göğsüne yasladı yeniden ve yüzünü iyice gömdü, gömdü ki kokusunu ezberlesin ciğerleri. Geceleri uyku haram olduğunda bu koku aklına gelsin. “Tamamlanmamış işlerimiz olduğunun ben de farkındayım. Ben artık hazırım. Sen de hazırlan.” Başını kaldırdı yavaşça, duyduklarından emin olmak istiyordu. İşaret parmağını yavaşça adamın yüzünde gezdirmeye başladı, sakallarını hissediyordu; hafifçe yakıyorlardı tenini. Ama bu iyiydi. Saatlerdir elini bırakmamıştı, düşmekten korktuğu için; ama öyle bir sorun kalmamıştı. Bütün kara bulutlar dağılmıştı sanki bir anda. Güneş açmıştı. Alexis’in küçücük dünyasında fırtınalar koparttıktan sonra güneş açtırabilen tek kişi Bryan’dı. “İyice düşünmediniz bence… Bu çok büyük bir şey, sizin için.” Dünya üzerinde yaşadığı en büyük mutluluğu sorsalar Alexis’e –şimdilik- u anı söylerdi. Bryan’ın ondan çocuk istediği anı.

    Dünyanın her yerinde mitolojilerde Tanrıların göklerden yeryüzüne inmesi ve bir ölümlüyle birleşmesi anlatılır. Mitoloji kadar ilgisini çeken başka bir şey olmayan Alexis için bu hikâyeler çocukluğunun masallarıdır. Ama bir anda dehşete düştü, anne olmak üzereydi; yani ölecekti! Ölmek istemiyordu, ölmek yasaklanmalıydı, acilen. “Ben şey… Ölecek miyim?” Gözleri yorgunluktan küçülmüş, korkuyla parıldıyordu. Alexandra gibi olmak istemiyordu çocuğunu dünyaya atıp yalnız bırakmak istemiyordu. Çünkü henüz ufacık bir hücre dahi olmamış olsa da o Bryan’ın çocuğu olacaktı. Ya da en genel tabiriyle the child olacaktı. Hafifçe gülümsedi böyle düşününce, ismi hazırdı en azından. Olmayan bir şeye isim de koymuştu ya, deliliğin sınırlarını iyice zorluyordu artık. Yine de Bryan’ın çocuğuna sahip olmak kadar büyük bir onur olamazdı onun için. Bütün evrende sahip olunabilecek en yüksek mertebeydi bu, bir Tanrı’nın melezine sahip olmak…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Bryan Rokesmith

Bryan Rokesmith

RP Yaşı : 37
Mesaj Sayısı : 35
Gerçek Adı : Didem

Pastaya Sahip Olmak Empty
MesajKonu: Geri: Pastaya Sahip Olmak   Pastaya Sahip Olmak EmptyPaz Mayıs 19, 2013 9:49 pm

    “İyice düşünmediniz bence… Bu çok büyük bir şey, sizin için.” Evet, öyle olduğu doğruydu. Âşık olmaktan, evlilikten, çocuktan uzak duran ve hayat tarzı da bunlara pek müsaade etmeyen Bryan için zor bir karardı bir çocuğa sahip olmak. Bir kadının onun çocuğunun annesi olması fikri bile... Bağlayıcı, korkutucu, kısıtlayıcı olacağı kesindi; fakat bunları ondan ayrı kaldığı ve aslında kalamadığını anladığı on iki ayda göze almıştı. Annesinin yüzü geliyordu gözünün önüne. Yumuşak hatlarla çevrili oval yüzü, mavi gözleri ve kıvrık dudakları ile cenneti andıran yüzü… Onu düşündükçe ve Alexis’le benzerliğini şaşkınlıkla gördükçe, babasının hayatına sahip olma isteği baskın çıkıyordu. Onun gibi bir adam olabilirdi. Hızlı yaşantısından belki de bir kadın için vazgeçebilirdi. Üstelik Bryan’ın Robbie’ye benzerlikleri de çok fazlaydı. İkisi de hareketli bir hayat yaşıyordu. Her ikisi de ilk anda âşık olmamışlardı; fakat yaşadıkları duygu aşktan daha güçlüydü. Ve Emcey Robbie aşkı Bryan için bir efsaneydi. Neden aynı mutluluğu yaşamasındı? “Ben şey… Ölecek miyim?” Alexis’in gözleri buna inandığını gösteriyordu. Doğumda annesi ölen bir kız için çok görülemeyecek bir korku. Yenemediği sorunlarının, miras kalan problemlerinin, hiç yanlarından ayrılmayacak izlerin bir getirisi. Ya da, götürüsü demeliyim. “Birlikte büyüteceksek bir çocuk istiyorum Alexis.” Yüzünde, gözlerinde, göz kenarlarındaki çizgilerde dolaşan parmaklarını öptü teker teker. Genç bir kadınla birlikte olmanın en kötü yanıydı zaman. Saçları aklaştıkça, çizgiler arttıkça daha zor oluyordu. Peki, dokunuşlarını yıllar geçtikçe hassaslaşan yerlerde hissetmek iyi gelmiyor muydu? Elbette paha biçilemez duyguydu. Tüm kusurlarıyla, olduğu gibi sevilme keyfini bir kez tatmıştı ve işte müptelası olduğu duygu buydu. Ophelia ile bir şeyler eksik kalmıştı çünkü Ophelia Bryan’ın mesleğini biliyordu. Diğer kadınlardan haberi yoktu. Alexis hepsini biliyor, kabul ediyor, kabul etmekten ziyade seviyor. Belki Bryan’ın sevdiğinden daha bile çok seviyor, daha çok sahip çıkıyor.

    Bryan için ise kusurlar affedilmekten ziyade üzerlerine gidilmesi gereken sorunlardır. İlk geldiği zamanlarda yürüyüşü, oturması, konuşması, aksanı, her şeyi sorun ederdi. Rahatsız olmasa dahi bir şeyleri Bryan için değiştirdiğini görmek için onu sürekli uyarır, değiştiğini gördükçe hem sevinir hem kızardı. Bir erkek için kendinden vazgeçmiş, adeta teslim olmuştu. Bu yön rahatsız ediciydi, bunları başkası için değil Bryan için yapması ise Bryan’ın asla dayanamadığı noktaydı. Kusursuz olmalıydı bu kadın. Aşkın uğruna yaratılıp dünyanın ayaklarına serildiği kadının hata yapma lüksü olamazdı. “Beni bırakıp ölmeyi sana yasaklıyorum Alexis.” İnanmadığı tanrının karşı koyamadığı tek gücüydü bu, fakat biliyordu ki Alexis ölmeyecekti. Bunu kendisi ya da çocuğu için değil Bryan için yapardı. Sevebilen ve sevilmeyi en çok hak eden yüce gönlü, onu hayatta tutardı. Bryan ayların yıpranmışlığı, yaşadığı heyecan ve ağlamaktan yorgun düşmüş bir halde kollarındayken, Bryan onu iyice hissediyorken, gözlerini öptü yavaşça. “Uyu artık Alexis. Uyandığında yanında olacağım.” Bryan sözünü tuttu. Uyandığında yanındaydı. Elleri ellerinde…

    RP SONU

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 

Pastaya Sahip Olmak

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: eğlence ekspresi :: Süpürge Dolabı :: Rp İçi :: 2. Sezon-