“Güneş ışınları yüzeye vuruyor, gözleri kamaştırıyordu. Ama Victoria için fark etmezdi. Güneş içini ısıtmıştı. Uzun süre sonra dışarıda olmak onu rahatlatmış, yaşama geri döndürmüştü. Yüzünü parıldayan güneşe döndü. Gözlerini kapattı. Sıcaklığın içini işlemesini bu anın hiç bitmemesini isterdi. Zamanın durmasını diledi. Gözleri yaşarıncaya dek dikildi öylece. Özgürlüğü hissetti. Sonra gözlerini ufka dikti ve yeşilin bin bir tonuyla karşılaştı bu sefer. Onlara gülümsedi. Yükselen dağların üzerindeki masmavi gökyüzüne baktı. Eskiden oynadığı oyunu hatırlattı ona gökyüzü. Bulutları nesnelere benzetir, gördükleri ile ilgili hikâyeler yazardı. Yazmaya böyle başlamıştı. Kelimeler aklında şekillenir, hikâyeleri oluştururdu. Sonra büyük bir heyecanla bütün hikâyeleri birleştirmek için ortak nokta arar saatlerce bunun hakkında düşünürdü. Küçük kızın tiz, neşeli sesini duydu. Ona doğru koşan kıza baktı. O kadar güzeldi ki. Neşeyle parıldayan yeşil gözlerini ve küçük bir tebessüm ile kıvrılan dudaklarını kestane rengi saçları çevreliyordu. Victoria’nın çok sevdiği o beyaz elbiseyi giymiş, saçlarını açık bırakmıştı. 9 yaşındaydı henüz. Ama Victoria’ya çok daha büyümüş gibi geliyordu. “Babam gitme vaktinin geldiğini söylüyor. Biraz daha duramaz mıyız?” dedi yalvaran bir sesle. Ona nasıl hayır diyebilirdi ki? “Elbette. İstersen geceyi Amy’lerde geçirebiliriz.” dedi yumuşak bir sesle. Kızın gülümsemesi yüzüne yayıldı ve neşeyle teşekkür etti. Babasına haber vermek için koşar adımlarla uzaklaştı.”***
Uğultular ve fısıldanmalar Victoria’nın kulağını tırmalıyordu. Birinin perdeleri açtığını hissetti. Metalik ses onu huzursuz etmişti. Rüyasındaki gibi güneşin yüzüne vurmasını bekledi fakat o sıcaklığı teninde hissedemedi. Gözlerini açtığında bembeyaz pürüzlü tavanla karşılaştı. Etrafı sessiz olmaya çalışan fakat en az bir orkestra kadar ses çıkaran insanlarla doluydu. Victoria onların neden burada olduğunu bilmiyordu. Onları tanımıyordu. Victoria’nın başı ağrıyordu. Gözleri karadı. Etrafında olanları anlayamıyordu. Biraz daha dikkatli baktığında yüzlerini çıkarmaya başladı. Eski okulundan birkaç kişi, eşi, annesi ve kız kardeşi buradaydı. Hatta onun yaşlarındaki yan komşusu da gelmişti ki kızın adını bile hatırlayamıyordu. Çekingen bir tavırla etrafı inceliyor ve nezaketen gülümsüyordu. Victoria onun burada olmaktan pekte hoşnut olmadığını fark etti. Kim burada hapsolmak isterdi ki zaten? Etrafını inceledi. Oda gereğinden fazla renkliydi. Eskisi gibi beyaz, sade ve bunaltıcı değildi fakat bu haliyle içeriye sirk kurmuşsunuz gibi gözüküyordu. Duvarları kutlamalarda kullanılan renkli süsler doldurmuş, zemin balonlarla kaplanmıştı. Bu gürültülü ortam Victoria’yı germişti. Bir şeyler unuttuğunu hissediyordu. Tedirgindi. Gözleri duvardaki bir sürü süs içerisinden renkli ve parlak harflerle yazılmış yazıyı seçti.
“Mutlu Yıllar!”. Hatırlamıştı işte. Bugün doğum günüydü. Etrafın dokuz yaşındaki bir çocuğun doğum günüymüş gibi düzenlenmesine aldanmadı. Bunca insan buraya doğum günü kutlamak için gelmemişti zaten. Gelme nedenleri ameliyattı. Gözünde bambaşka bir sahne belirdi bir anda.
Rüyasındaki gibi değildi. Orada olmadığının farkındaydı Victoria, fakat her şey çok fazla somuttu. Rüzgârın avuçlarına dolduğunu, tüylerini diken diken ettiğini hissedebiliyordu. Geniş bir alandaydı. Çimenler gölün kıyısına doğru renk değiştiriyor, gölün yosun yeşili rengiyle uyum sağlıyorlardı. Gökteki bulutlar farklı şekillere bürünüyor, yavaş yavaş güneşin önünü kapatıyorlardı. Geniş alanın etrafını heybetli ağaçlar kaplıyordu. Ağaçların arasında ormanın derinliklerine giden dar, toprak patika yollar uzanıyordu. Göldeki yansımasına baktı Victoria. Kestane rengi saçları eğildiği için suya değiyor, görüntüyü bulanıklaştırıyordu. Rüyasındaki kıza ne kadar benzediğini yansımasını bakınca fark etti. Yeşil gözleri küçük kız gibi parıldıyor, dudaklarındaki tebessüm onun gibi suratına yayılıyordu.
“Biraz daha yaklaşırsan göle düşeceksin Victoria.” Dedi neşeli bir ses. Victoria arkasını döndü ve heybetli adamla göz göze geldi. Gözleri onunkiler gibi yemyeşildi. Yüzü gülmekten oluşan kırışıklarla örtülüydü. Altın sarısı saçlarına ak düşmüştü. Her ne kadar gülüyor olsa da yüzünde sıkıntıların oluşturduğu derinlikler vardı. Üzerine bol bir tişört ve eski bir kot pantolon geçirmişti. Victoria’ya elini uzattı.
“Haydi gel! Herkes seni bekliyor!”dedi ve elini tuttu. Gölün üzerindeki eski tahta köprüye adım attılar. Victoria hafifçe sallanan köprüde göldeki kırmızı balıkları izleyerek ilerledi. Balıklar birbirlerin etrafında dönüyor, dibe dalıyor ve yüzeye çıkıyorlardı. Oyun oynuyor gibiydiler. Karşı tarafa vardıklarında Victoria adamın elini bırakmamış, yüzünde gülümsemeyle karşısındaki manzarayı izliyordu. Etraf balonlarla donatılmıştı. Tanıdığı herkes etrafta dolaşıyor ve hazırlıkları tamamlamaya çalışıyordu. Victoria ortadaki büyük, ahşap masanın üzerindeki pastaya doğru ilerledi. Tam olarak dokuz tane mum saydı ve hep bir ağızdan çıkan gürültü kulaklarını doldurdu.
“Mutlu Yıllar!”
Kendini tekrardan beyaz odada buldu Victoria. Etrafı tanımadığı insanlarla çevriliydi. Başı çatlayacakmış gibi eğiriyordu. Panikle gözlerini odada gezdirdi. Nerdeydi? Bilmiyordu. Bu insanlar da kimdi? Bilmiyordu. Adı neydi? Bilmiyordu. Benliği hakkında hiç bir şey bilmediği gerçeğiyle yıkıldı sonrasında. Aklında en ufak bir bilgi yoktu. Kendini zorladı Victoria. Beyninin derinliklerindeki bilgileri yüzeye çıkarmak için uğraştı fakat hatırlayamadı. Karşısında duran ve nazikçe gülümseyen doktor konuşmaya başladı.
” Ben Doktor Grace. Az önce Kompleks Parsiyel Nöbet adı verdiğimiz türden bir nöbet geçirdiniz. Bu nöbetlerde kişi geçmişten bir sahneye geri döner ve tüm gerçekçiliği ile tekrardan yaşar. Siz ise geçirdiğiniz nöbetlerden sonra kısa süreli hafıza kaybı yaşıyorsunuz. Adınız Victoria Stone. 25 yaşındasınız. Etrafınızdaki kişiler aileniz. Eşiniz, anneniz ve arkadaşlarınız. Burada olmanızın nedeni bir deney. Doktorlarımız nöbetlerden sonra geçirdiğiniz hafıza kaybının epilepsi nöbetlerinin beyni nasıl etkilediği hakkında bir ipucu bulamaya yardımcı olabileceğini düşünüyorlardı. Bütün incelemelerden sonra bu konuda bir yöntem geliştirildi ve bugünkü ameliyatta üzerinizde test edilmek için hazırlandı. Hafızanızın geri gelmesi yaklaşık olarak 1 saat sürer. Bu süreci uyuyarak yâda hatırlamak için kendinizi zorlamadan geçirmeniz en iyisi. Merak etmeyin güvendesiniz. Emin olmak için kısa süreliğine hastanemizi gezebilirsiniz.”Victoria duyduklarına inanamıyordu. Bu doğru olabilir miydi? Kendisi hakkında hiç bir şey hatırlamadığı düşünülünce pek ala olabilirdi. Hastaneyi gezip emin olmak için ayağa kalktı fakat kısa süre sonra kendini yerde buldu. İnce uzun parmakların kollarını sardığını ve kalkması için yardım ettiğini fark etti. Kafasını çevirdiğinde bu kişinin eşi oluğu söylenen adam olduğunu fark etti. Kimse paniklememişti. Herkes bu anı defalarca yaşamış gibiydi. Kapıyı yavaşça ittirerek açtı ve koridordaki kör edici ışık yüzüne vurdu. Çok fazla aydınlıktı. Beyaz duvarlar ışığı yansıtıyor ve Victoria’nın yüzüne vurmasına etki ediyorlardı. Sesler kulak tırmalayıcıydı. Victoria etrafında koşturan insanlara baktı. Burası kesinlikle hastaneydi. Aynı kişinin yardımıyla yatağına döndü. Doktor dışarı çıkmış ve herkes kendine oturacak bir yer bulmuştu. Adam yanı başına oturdu ve yeşil gözlerini ona dikti.
“Merhaba hayatım. Ben Jake. Hatırladın mı ?” sesi az sonra ağlayacakmış gibi çıkıyordu. Victoria adamın defalarca bu anı yaşadığını, kendi eşinin onu hatırlamamasının ne kadar acı verebileceğini düşündü. Kendini zorladı fakat hatırlayamadı.
“Üzgünüm.” Arkasını döndü, gözlerini kapattı ve etraf karanlığa büründü.
Gözlerini açtığında Jake yanında oturuyordu. Ağlamamak için kendini zor tutsa da birkaç damla gözyaşının yanaklarında süzüldüğünü fark etti Victoria.
“Yine oldu değil mi? Bugün tüm bunların sonu gelecek. Biliyorsun.” Dedi eşine bakarak. Ona bu sıkıntıları çektirdiği için çok üzgündü. Hastalığı olmasaydı beraber sonsuza kadar mutlu olabilirler rüyasında ki gibi bir kız çocuğu büyütebilirlerdi. Fakat şimdi Victoria bunu göze alamıyordu. Bir gün gözlerini açtığında hiçbir şey hatırlamazsa diye çok korkuyordu. Bu acıyı o küçük kıza ve eşine yaşatmak hayatında istediği son şeydi.
“Bunun çok tehlike olduğunu biliyorsun Victoria. Sen yanımda olduğun sürece böylede yaşayabiliriz. Sadece birkaç saat için beni, her şeyi unutman önemli değil.” "Bir şey olmayacak ve sonsuza kadar seni hiç unutmadan yaşayacağım.” Jake itiraz edecek gibi oldu fakat konuşmalarını bölen doktor buna fırsat vermedi.
“Ameliyat için hazırlanıyoruz.” Victoria tüylerinin ürperdiği hissetti. Vakit gelmişti. Jake dudaklarına ufak bir öpücük kondurdu ve doktorun yanına doğru yürüdü.
”Senin gelmeni yâda izlemini istemiyorum Jake. Çıktığım zaman görüşürüz.” dedi ve yüzüne küçük bir tebessüm kondurdu zorlukla. Jake itiraz edecek gibi oldu fakat Victoria dinlemedi. Odayı terk ettiğinde titriyordu. Hemşireler onu ameliyat için hazırlamaya başladıklarında etrafında olan bitenler hakkında en ufak bir fikri yoktu. Sadece düşünüyordu. Jake'e hep sağ çıkacağını söyleyip durmuştu. Zaman geçtikçe kendisi de alışmıştı bu fikre. Fakat şimdi, ölüme bu kadar yakınken, içini bir korku sarmıştı. Her şey bittiğinde gözlerini tekrardan açamazsa daha da kötüsü her şeyi unutursa ne olacaktı? Çok geçmeden yine bembeyaz, steril bir odaya girdiler. Beyaz bir örtüyle kaplanmış koltuğa Victoria’yı oturdular. Elleri ve ayakları sandalyeye sabitlenmişti. Nedenini sorduğun hareket etmemesinin önemli olduğu söylendi. Sandalye onu içine çekiyordu sanki. Beyaz duvardaki yansımasına baktı. Yüzü bembeyazdı, kasılmıştı. Gözlerinden ne kadar korktuğu anlaşılıyordu. Hala titremeye devam ediyordu.
“Hazırsanız başlıyoruz Bayan Stone?” Victoria kafasını sallamakla yetindi. Her şey çok çabuk gerçekleşmiş gibiydi. Saniyeler içinde buraya gelmiş ve bu sandalyeye oturmuştu. Saniyeler içinde bu işkenceden kurtulmayı diledi. Saniyeler içinde Jake'in yanına dönmeyi. Kafasında derin bir acı hissetti. Bir şey beynin derinliklerine doğru iniyordu sanki. Tiz çığlığı bütün odayı ve içerideki tüyleri diken diken etti.
***
“Ölüm saati: 16.39.”