Beni yüzümdeki telaş ve çaresizliği okumuş olmalı ki hemen yerinden kalkıp yanıma geldi ve "Noldu?" diye sordu. Nereden başlayacağımı bilmiyordum. O kadar çok şey duymuştum ki, bütün bu bilgi seli kafamı allak bullak etmişti. Gözyaşlarım dökülmek için hazır bekliyordu; fakat ben onların dökülmemesi için elimden geleni yapacaktım. Zaten Amélie'nin önünde ağlamakta istemiyordum. Ağlamayı daha sonraya saklayabilirdim. Etrafta kimse yokken.
Derin bir nefes aldım ve anlatmaya başladım. "Aslında nasıl anlatacağımdan emin değilim. Konu babam ile ilgili. Biliyorsun o öldü yani ölmüştü yani öldüğünü sanıyorduk; fakat sanırım ölmemiş." Biraz duraklıyorum. Sözcüklerim birbirine girmiş, anlaşılması güç bir hale gelmişti. Tekrardan denedim. "Roxanne'in babasının benim babamı öldürdüğünü sanıyordum; fakat öyle değilmiş. Roxanne'de itiraf etti. Ayrıca o gece onun babası bir operasyonda mı neymiş. John Amca, anneme söylemiş. Biliyorum çok kafa karıştırıcı bir durum." Söylediklerimi idrak edebilmesi için biraz daha duraklıyorum ve burada olmamın asıl nedenine geliyorum.
"Bunu senden istememeliyim. Bu çok bencilce; fakat bunu bilmeye ihitiyacım var. İhtiyaçtan ziyade bunu bilmek zorundayım." Amélie'nin elini tutup yalvaran gözlerle ona bakıyorum. "Lütfen babamın ruhunu bul, Amélie. Bunu benim için yap. Onun nasıl öldüğünü öğrenmeliyim. Lütfen, bul onu." Tutamadığım bir damla gözyaşı yanağımdan aşağıya süzülüyor. Bense Amélie'nin cevabını ölesiye merak eder bir vaziyette bekliyorum.