Mike Pysean
RP Yaşı : 14 Mesaj Sayısı : 7 Gerçek Adı : Can
| Konu: Mike. Çarş. Tem. 25, 2012 8:14 pm | |
| Mike Pysean
Seçilmek istediğiniz bina(-lar):Slytherin & Gryffindor 2. Sınıf: V. ya da VI. sınıf. 3. Kan Durumu: Safkan 4. Karakteriniz ve Geçmişi: Mike, her zaman hareketli ve son derece fedakardır. Deli dolu, içinde gereğinden fazla yaşama sevinci barındıran biridir fakat bazen onu anlamakta güçlük çekebilirsiniz, değişken ruh hali yüzünden.Arkadaşlarına çok değer verir ve onlar için her fedakarlığı yapar, işin ucunda ölüm olsa bile. Eğer onun özgürlüğünü kısıtlarsanız ya da elinden alırsanız o zaman gözü kimseyi görmez, kısaca o zaman ondan korkun. Kendine son derece güvenir. İnsanlara yardımcı olmayı sever ve insanları incitmemeye özen gösterir, ancak sinirli bir anında ise bir olaya gereğinden fazla tepki gösterebilir. Ayrıca oldukça cesaretlidir. Küçükken onu ailesi büyütmemiştir fakat kendisi de kimin büyüttüğünü bilmemektedir. Yaşı ilerledikçe ailesi insafa gelip hatalarını anladıktan sonra onu geri almıştır fakat ailesini pek sevmez ve ailesinin de onu sevmediğini bilir.
- Spoiler:
Uyuyamamıştım dün gece yine. Sebep kendimle bile alakalı değildi, kendimi birey olarak görmemi engelleyen tek şey aile bağları olmaya başladı sanırım. Bağlardan anladıkları şey sadece kendinden küçük akrabalarına ayak işi mi yaptırmak acaba?! William, tam bir gerizekalı. Evet, en küçük amcam olur kendisi. Kendi çapında marka olmaya çalışan bir iş adamı. İsminin duyulması için elinden gelen her türlü şeyi yapan biri, maalesef elinden gelen şeylerin çoğu yaptıkları gibi saçmalığın en son seviyelerinde şeyler. Benimle ve uykusuz geçen geceyle ne alakası vardı ki. Gelen bir telefon benden güvenlik görevlilerinin listesini ve maaşlarını düzenlememi emretmişti. Kibarlıktan yoksun ses tonuna karşılık beynim nefret dolu düşünceler atıyordu üstüne. Beni birey olarak görmeyen biri bile, benim yardımıma muhtaç olabiliyorsa kendisi ne haldedir acaba diye sormaktan alamıyorum kendimi. Bana sanki liseli bir genç olarak değilde 30 yaşında altında çalışan önemsiz bir herifmişim gibi davranıyordu. Aslında umrumda bile olmazdı benim tüm gecemi uykusuz geçirmekteki sebep olmasa ki önümdeki yıllara bakılırsa ismimin duyulmasında onun izlediği yolu takip etmeyecektim ya da onun sahip olduğu herhangi bir şey benim ilgimi çekmeyecekti. Küstah ve egoist birinin hangi saçmalığı benim umurumda olabilir di ki? Yaptığım şeyler karşılığında bana sunabileceği ya da en azından sunmayı düşünebileceği pek bir şey yoktu. Kendi çıkarlarımı düşünen biri olmamıştım ama karşılıksız yapılan şeylerinde saçma olduğu bir gerçekti. Sağladığı tek yarar isminin tek başına duyulamayacağını anladığında altındaki bir kaç kişiyi de ön plana çıkarmasında benimde rol oynamamdı, yani bir kaç mekânında ya da bir gazete haberinde ufakta olsa ismim geçiyordu. Acı bir gerçektir ki medyada William amcam ailemizin yüksek itibarı sayesinde New York'un önde gelenlerinin arasına sızmayı başarabiliyordu. Onun dışında maaşlarından ve görev dağılımından sorumlu olduğum yerlerin personel müdürü gibi bir şey oluyordum. Umurumda bile değildi ancak bir telefonumda bir iki mekân dolusu iri yarı heriflerin gelebileceği bir gerçekti. Kaba kuvvetle çözülebilecek bir olay yaşayacağımı hiç sanmıyordum, baktığımızda tanıdıklarım ve takıldıklarımın yüksek itibarlı kişilerden oluştuğunu ve bir sorunda sadece soyadlarını söylemeleri sorunu çözmeye yetebilirdi. Aslında bu tür halk arasındaki itibar kompleksi kendim için hiç bir şey ifade etmiyordu ve birçok şeye anlam veremediğim gibi buna da saçma gözüyle bakıyordum. Ailemden gelen bir şey olsa gerekti, küçüklüğümden beri insan yaşantısında itibarın her şey olduğu gerçeğiyle yaşayan insanların yanında büyümüştüm. Bu düşünce benim elimde olmadan zihnimin derinliklerine kazınmıştı bile. Rahatlamam ve gözlerimi şu lanet olası güneş ışının esiri olmaktan kurtarmalıydım. Kaç saat çalışmıştım? Birinin bu işleri tek gününü vererek yapması insan haklarına gerçekten uyuyor muydu merak ediyorum. Şükürler olsun ki en azından bir veya iki saat uyuduğumu düşünüyordum. İçerinin havasız ve kötü bir kokusunun olması gerekliyken her yer buram buram kahve türlerinin çeşitli kokuları yayılıyordu. Ayakta durmak için kaç stok kahve bitirmişimdir bilemiyordum. Şimdi elimi kaldıracak veya yürüyebilecek kadar kendimi iyi hissettiğimde bedenime hareket etme emirleri yağdırmaya başlamıştım, beynimi itaatsizlikle suçlamam gerekiyordu. Tavandaki ve duvarlardaki ara ara siyah boyası şimdi gözüme çok daha farklı geliyordu, tüm gecem onların arasında geçmiş olması büyük bir etken sayılırdı. Ellerimi yatağıma bastırarak kalkmıştım. Aman tanrım! Tüm bedenime aynı anda yüzlerce, binlerce iğne saplanıyormuşçasına uyuşmuş damarlarıma kan doluyordu. Gözlerimin damarlarına kadar bu iğrenç hissi yaşamıştım. Sendeleyerek düşmemek için duvardan destek aldım ve kendimi duş küvetine attım, sıcak suyun damarlarımı yumuşattığını ve rahatlattığını hissetmek kendimi biraz olsun canlı hissetmeme yardım etmişti. Ağzıma tahminen 24 saatten fazla süredir "yemek" diye adlandırılacak bir şey atmamıştım. Gariptir ki hiç acıkma hissi yoktu, sanırım içtiğim kahveler dengemi büyük oranda sarsmıştı. Metalik gri olan ve herkes tarafından garipsenen jakuzimden dışarı adımımı attığımda yaşadığımı hatırlamıştım sanırım. Evdeki gördüğüm tüm pencereleri açıp içerdeki yapay soğukluğu ve havasızlığı gidermesini ummuştum. Alt kattaki mutfağa gidip değişik ve akılımın almayacağı desenleri olan seramik tezgâhtan meyve türü bir şeyler alıp atıştırmıştım. Bu evin dekoru hep böyle garip miydi acaba, gelen herkesin zevki mi çok sıradandı? Her neyse koyu ve açık tonlarla süslü bu ev benim hoşuma gidiyordu ki bu bana yeterde artardı. Lanet olsun saat kaçtı? Güneşi gördüğüm her zaman çok erken sanıyorum! Ama tüm bunları yaparken saatin akşam vakitlerinde olduğunu görmeyi çok garipsemiştim, sabah olduğundan emin gibiydim. Zaman kavramını unutmak yaşamamak gibi bir şey gerçekten. Saati öğrendiğimde dışarı çıkma isteğim hüsrana uğramıştı ama yinede bu sıcak ağustos gününde evde kalmak hiçte iyi bir fikir değildi, kim bilir belki de New York'ta sakinlik ve rahatlama hissi veren bir şeyler bulurdum. Aklıma gelen tek rahatlatıcı şey müzikti. Jazz. Her zaman rahatlatma konusunda işe yarayan bir dost gibiydi o. İnsanın ruhuna nota nota ayrı ayrı işlenmesi gibiydi. Bir Jazz kulübüne gidip bir belaya bulaşmadan oturmaktan başka bir şey istemiyordum şimdi. Gardolabımı açıp gözüme ilk çarpan üstünde anlam veremediğim desenler bulunan siyah gömleğimi üstüme geçirdim, altıma da her zaman giydiğim şık kot pantolonu giydim. Hızlı adımlarla dışarı çıkıp siyah limuzinime bir bakış atmamla birlikte şoförüm Dom’un dışarı çıkıp kapımı girmem açması bir oldu. “ Hey, Dom N’aber? “ diyip içeri girdim. Rutin nasılsın, iyisin muhabbeti aramızdan geçtikten sonra Birdland Jazz Club’a gideceğimizi söyledim aynı anda “ Hemen, efendim” cevabımı almam çok sürmedi. Dakikalar sonra içerden Jazz müzik notalarının kulağıma dolduğunu fark ettiğimde Birdland’a varmıştık. İçeri fazla kalabalık gözükmüyordu ya da herkes yan taraftaki barda kafa buluyorlardı. Müzik iç rahatlatıcıydı, istediğim tür bir şeydi. Küçük bir iç geçirdim. Bar tarafına bakınıp orada da çok kişi olmadığını görünce içmek için hafif bir şeyler aldım, zaten yeterince dengesiz bir haldeydim, daha çok bitkinliğe gerek yoktu. Gariptir ki içtiğim her neyse kendimi canlı hissetmemi sağlamıştı, bu ani enerji patlaması gece bana ekstra yorgunluk olarak geri döneceği kuşkusuzdu. Kadehimi alıp kulübün camına doğru yürüdüm, manzarayı görmek istiyordum. Kulübün olduğu yer fena değildi. Camın kenarlıkları krem tonda bir renkteydi perdelerle aynı renkte olması odaya ayrı bir hava katıyordu. Dışarı bir göz attığımda Brooklyn’in akşam hareketliliğini görüyordum, insanlar buradan bakılınca çok telaşlı görünüyorlardı uzaklıktan dolayı olsa gerek. Camın yanındaki kapı dikkatimi çekmişti, büyükçe bir balkona açılan şık bir kapıydı bu. Merakla balkona çıktığımda yeşil manzaranın doğal havası içimi rahatlatmıştı. Açıkçası dışarı çıktığıma memnun oldum, şimdi kendimi daha iyi hissediyorum diye düşünürken bodur bir ağacın arkasından kesik kesik çığlıkların geldiğini duydum. Normalde olsa umurumda olmazdı ancak bu farklı bir his yaratmıştı daha çok beni panikletmişti sanırım. Saçma bir serilikte balkonun şık demirinden atlayıp o tarafa doğru hızlı ve sık adımlarla koşmak ve yürümek arasında gidiyordum. Çığlığın sahibinin genç bir kız olduğunu tahmin edebilir hale gelmiştim. Bodur bir ağacın üstünde iki insan silueti belirmişti gözümde. Adımlarımı koşar hale getirmiştim. Seslerini duymasam hayatta burada iki insanın olacağını tahmin etmezdim. Gözlerimi kırparak görüşümü netleştirdiğimde bodur ağaçların üstünde yarı çıplak bir kızı ve dibinde iri yarı yüzünde acayip bir ifade olan adamı gördüm. Milisaniye içinde o kızın tecavüze uğradığı gerçeğini dehşete düşmüşlük içinde anlamıştım. Vakit kaybetmeden koşabildiğim en hızlı şekilde adama doğru yaklaştım, zaten kendinden geçmiş olan adam beni fark etmemişti bile. Anlık bir süreyle adamın yakasından tutup yüzüne bir kafa atmıştım. Herif gerçekten iri yarıydı ama kendinden geçmişliği yüzünden yere düşmüştü. Kirler içinde pantolonun ve boxerının inmiş olduğunu görmüştüm. Adama vururken kız üstünü başını toparlamaya çalışmıştı en azından çıplaklıklarını görmemi engelleyebilmişti. Etrafta ucuz bir parfüm ve terden başka bir koku yoktu ve kız dehşet içinde bana bakıyordu. Olaylar çok çabuk gelişmişti ve kızın olduğu durumda onun idrak edebilmesini beklemiyordum. Ağacın dalları arasında yerde yatıyordu ve kafasından kandamlalarını görebiliyordum. Çok ciddi bir şeye benzemiyordu ama sarılması kesinlikle gerekliydi. Zaman kaybetmeden kucağıma almış ve kulübe doğru taşımaya başlamıştım. Yüzüne baktığımda adeta onun kadar dehşete düşmüş haldeydim. Yüzünden masumluğu okuyordum nerdeyse. Aynı anda birçok şey hissetmiş olmalıydı. Öfke, dehşet, nefret… Yüzü saydam gibiydi içini okuyabiliyordum. Hiç görmediğim kadar güzel biriydi. Ona bakarken kulübe girip yardım edebileceklerini sandığım birilerini aradım ve kulübün küçükte olsa tıbbi yardım edebilecekleri bir yerleri varmış. Meraklı gözler arasında onu bahsettiğim yere götürdüm ve hemşire olduğunu söyleyen biri tıbbi malzemeleri çıkarıp kafasını bandajlamasında kızı tutmuş ve yardım etmiştim. Kızın kısa süreli baygınlık geçirdiğini sanıyordum…
Kendine hemşire diyen kadın, baygın kıza anlamadığım birkaç şey yaparken kızı dik tutulmasını istediği için sırtına çekingence ve nazik hareketlerle ellerimi koymuştum. Şaşırılacak şekilde sırtından bile gergin olduğunu hissedebilmiştim kızın. Yaşadığı şeyin gerçekleşmesini istemediğini çoktan anlayabilmiştim. Bir tacizdi. Mide bulandırıcı bir taciz. Adamı orada yere yığıp bırakmıştım ancak başka seçeneğim yok gibi gözüküyordu, hem ona bir şeyler yapmaya kalksam etrafın tepkisi benim aleyhime olurdu saçma bir şekilde hem de kızın pekte iyi bir durumda olmadığına ve tıbbi destek alması gerektiği açıktı. İçimden binlerce küfürler ediyordum o herife… Bu kadar genç ve güzel bir kız. New York’ta kimsenin masum olmadığını biliyordum bir New York’lu olarak ama niyeyse bu kız bana oldukça masum gözüküyordu. Gerçi onu daha doğru düzgün görme fırsatım bile olmamıştı. Adını bile bilmiyordum ve içimde ismini öğrenmeye karşı büyük bir merak oluşmuştu, garip bir şekilde bastıramayacağım bir hale gelmişti. Kıza yardım eden kadın orta yaşın üstünde görünüyordu, yaptığı şeyden emin görünmesi içimi büyük oranda rahatlatmıştı her ne kadar durumun o kadar kötü düşünülesi bir şey olmasa da… Yanımızda ki krem renkli sehpaya su dolu bir sürahi koymuştu. Hiçbir şey demeden içerdeki odaya girip kapıyı kapatmıştı. Ne yapacağımı bilemeden beklemeye başlamıştım ki güzel kızın uyandığını gördüm. Ben daha ne olduğunu anlayamadan kız bana milisaniyelik bir bakış atmış, sırtındaki ellerimden büyük bir hışımla kurtulup ayağı kalkmış ve hayatımda yemediğim bir tokatı yanağıma tüm gücüyle savurmuştu. Tokatının etkisiyle biraz sendelemiş ve geri çekilmiştim, şimdi kızla karşı karşıyaydık. Bana bakıyordu, yüzünde duygudan eser yoktu ama gözyaşları yanaklarında dolmaya başlamıştı bile. Çok geçmeden fısıltı sesinde nefretle tıslamıştı kız “Hepinizden nefret ediyorum.” Ses tonundan nefreti okuyabilmiştim adeta. Ne olduğunu anlamam çok sürmemişti. Kız beni ona taciz eden adamın yandaşı falan sanmış olsa gerekti. Haklıydı aslında zaten o bana tokat attığında bile en ufak kızgınlık hissi yaşamamıştım. Sonuçta benim kim olduğumu ona ne yaptığımı baygınken anlayabilecek durumda değildi. Üstümdekileri veya davranışlarımı görünce ve durumu düzgün bir dille anlatınca benim kötü niyetli biri olmadığımı zaten anlayacaktır. En dürüst ses tonlarımdan biriyle kızın donuk gözlerinin içine bakarak “ Çok özür dilerim bayan. Sadece imdat çığlıklarınızı duyup durumu gördüklerime bakarak kendimce yorumladım ve başınızdaki hafif kanamayı görünce buraya ilk yardım edebilecek birini bularak getirdim. Lütfen kendimi tanıtmama izin verin, ben Mike. Mike Pysean. “ Durumu anlayabileceğini umut ediyordum, çünkü. Yani. Gerçekten hiç tanımıyorsam bile etkilendiğim bir gerçekti ve benden nefret etmesi isteyebileceğim en son şey olsa gerekti. Parmaklarımı huzursuzca hareket ettirme ihtiyacı duymuştum, nedense saçma bir paniğe kapılmıştım.
|
|