Sonunda yatakhanemi paylaştığım son kişi de perdesini çekip kayıplara karıştığında, yatakta doğruldum. Yapacağım işin tehlikesini biliyor, korkuyor ama bir yandan da son derece kararlı adımlarla yatakhaneden çıkıyordum. Ortak salona doğru seri adımlarla indiğimde salonu boş buldum. Saat çoktan gece yarısını geçtiği için bu saatlerde kimse olmazdı. Üstelik koridorlarda gezmek yasakken ben portre deliğinden çıkıp, koridora gidiyordum. Şişman Hanım uykusunun bölünmesinden ötürü biraz sinirli görünse de sesini çıkarmadan gitmeme izin verdi. Kalbimin sesini çok net işitiyordum. Daha öncede böyle tehlikeli işlerde bulunmuş olsam da hala okuldan atılma korkusu yüzünden geriliyordum. Bir yandan da ailemin derin sırlarını çözmek adına bir girişimde bulunmalıydım ve bu derin sırları keşfetme eylemimin ilk durağının okulumuzun büyük, her türlü kitabı barındıran kütüphanesinin Yasaklı Bölüm’ünden geçtiğini biliyordum. Tüm öğrenci kayıtları orada saklanıyor olmalıydı fakat bir öğretmenden izin kağıdı alınmadan girilmiyordu. Benimse bir izin kağıdı almamın imkanı yoktu. Ailem her bir öğretmen ile tanışıyor, onları çoktan baskısı altına almış insanlardı. Öyle bir kağıt alsam bile bir şeyin izini sürdüğüm ortaya çıkacaktı.
Şansım yaver gidiyor olmalıydı ki kimseye yakalanmadan kütüphaneye girebildim. Kütüphane en az koridorlar kadar karanlıktı, hiçbir yer görünmüyordu. Fakat zamanında kütüphanede geçirdiğim günlerin yararı şimdi ortaya çıkıyordu, bu yerin en ufak noktasını bile biliyordum. Yavaşça tam kapının ilerisine doğru yürüdüm. Elimle raflara dokunarak ilerliyordum. Son rafa da dokunduktan sonra o rafın tam arkasında bulunan kapıya elimi götürdüm. Tokmağı çevirdiğimde beklediğim gibi kapı kilitliydi. Elimi cebime uzatıp asamı çıkardım. “Alohamora.”diye fısıldadıktan sonra kapı usulca açıldı. İçeri adımımı attığımda tekrar asamı doğrultup büyülü sözleri söyledim, “Lumos.”
İçerisi beklediğim gibi tozlu raflarda sıralanmış eski kitaplarla doluydu. Bir süpürge odasından biraz daha büyüktü. Bir yerden başlamak lazım diyerek en alttaki rafın tam karşısına, yere oturdum.
Yarım saat kadar sonra alt rafın tamamını kontrol etmeme rağmen bir sonuca varamamıştım. Ümidimi kaybetme noktasına gelip kitapları tek tek raflara dizmeye başladım. Ben kitapları koydukça tozlar uçuşuyordu, artık gözlerim yanmaya başlamıştım. Bir kitap daha yerleştirdikten sonra uçuşan tozlara dayanamayıp öksürdüm. Bu sırada dizili kitaplardan birkaçını devirdim. Bir küfür savuştururken ayaklandım, tam bu sırada bir ses duydum, “Kolay gelsin.” Hızla arkamı dönünce bir yüzle burun buna geldim. Bir süre şaşkınca birbirimize baktıktan sonra konuştu, “Merhaba, ne yapıyorsun burada?”
Bir adım gerilemeye çalışırken raflara çarptım ve bir iki kitabı daha devirdim. Elimi saçlarıma götürüp çocuğun yüzüne korkuyla baktım. Bu da nerden gelmişti şimdi? Gryffindor ortak salonunda birkaç kez gördüğüm biriydi, açıkçası hoş birisi olarak bahsederdik ondan.
“Ah, ben şey, hiçbir şey yapmıyordum.”diyerek gözlerimi ayaklarıma diktim. Israrla yüzüme bakıyordu, böylesine aptalca bir yalana tabii ki de inanmayacaktı. Gözlerimi tekrar onun gözlerine diktim ve pes ederek, “Bir şey araştırıyorum, lütfen sessiz ol. Yakalanmak istemiyorum. Hem sen ne yapıyorsun burada? Gitsen iyi olur.”dedim ve arkamı dönüp yerdeki kitapları toplamak için eğildim. Kitapları elimin üstüne dizdim ve ayağa kalkmaya çalıştım fakat taşıyamayacağım kadar ağırdılar ve biraz sendeleyip çocuğa doğru düştüm.