Frances Jouvet
Mesaj Sayısı : 263
| Konu: Frances Jouvet Paz Ocak 13, 2013 5:19 pm | |
| Ad-Soyad: Frances Jouvet Diğer karakterleriniz: - Karakteriniz1. Seçilmek istediğiniz bina(-lar): Slytherin, Ravenclaw. 2. Sınıf: V 3. Kan Durumu: Safkan 4. Karakteriniz ve Geçmişi: Frances tek çocuklu zengin bir ailenin son derece şımartılarak büyütülmüş bir kızıdır. Her zaman istediğini elde etmeye alışkın olduğundan aile dışındaki hayatında bunu elde edemediğinde kısa süreli bir şok geçirse de hayata ayak uydurmayı denemiş ve başarılı olmuştur. Bulanıklar ile kolay kolay arkadaşlık kurmayan birisidir fakat adını bu tarz tartışmalarda duymak neredeyse imkansızdır. Fazla konuşmaz, fazla okur. İnsanları maddi durumlarına göre derecelendiren birisidir, bunu kimseye belli etmez. Sığ insanlardan hoşlanmaz, düşünen beyinleri sever. Örnek RoleplaySeçtiğiniz durum: Eski bir rp. (Sorun ben de sanırım, kodlarla epey uğraştım olmayan kısımlar için kusura bakmayın *-*) Rp: - Spoiler:
Elinde okumakta olduğu kitabı kapatarak pencereye yöneltti bakışlarını, gökyüzünden yeryüzüne düşen yağmur damlalarının altında olmak istedi. Okuduğu kitabın bitmesi ile hüzünlenmişti MJ, sonu hiçbir şekilde sevmiyordu özellikle de günlerce elinde tuttuğu, okuduğu ve karakterle ile bağlandığı kitapların sayfa sayfa sonunun gelişini izlerken sonunu getirmekten başka bir şeyin gelmemesi elinden... Onu en fazla hüzünlendiren buydu. Yataktan kalktı, pencerenin önüne geçti cadı. Çoğu arkadaşı hala uyuduğu için pencereyi açarak onlardan laf yemeyi göze alamadı, bakışlarını kolunda takılı olan saate kaydırdı. Derse nereden baksa bir saat vardı, dışarıya çıkıp bu delicesine yağan yağmurun altında dilediği gibi ıslanabilirdi kız. Pijamalarını çıkardı üzerinden, bir kazak ve kot pantolonu geçirdi üzerine onların üzerine de armasından gurur duyduğu cübbesini giydi. Karanlık Sanatlara Karşı Savunma için ihtiyacı olan küçük bir ders kitabını cübbesinin iç cebine yerleştirdi yanına da asasını koydu. Bugün her şeyin güzel olacağını düşünüyordu cadı, aslında İngiltere'de gözlerini açtığı her gün öyle düşünüyordu MJ çünkü yağmura karşı aşırı bir sevgi besliyordu ve bu ülkenin neredeyse üç yüz altmış beş günü yağmurluydu. Elbette bulunduğunuz yerin konumuna göre değişiyordu yeryüzüne düşen yağmur sayısı ve ne yazık ki MJ her gün yağmur alan bir ülkenin kurak sayılacak bir yerindeydi, haftanın iki üç günü yağmur damlaları uyandırıyordu kızı. O da o günleri doyasıya değerlendirmek istiyordu.
Slytherin zindanlarının, daha doğrusu Hogwarts zindanları demek gerekli bu katta Slytherin ortak salonu dışında birçok zindan olduğunu biliyordu MJ, rutubetli kokusu bu sabah da değişmemiş, burundan dolarak ciğerleri rahatsız eden o tatsız tadı bırakıyordu içlerine. Beş yıl boyunca buna alışmaya çalışmıştı MJ fakat bir türlü başaramadı. Binalarının genel duruşuna uygun bir ortak salon yeri olduğunu mu düşünmüşlerdi acaba okul kurucuları bilemiyordu fakat ortak salonları diğer binalarınki gibi döküntü bir şekilde dizayn edilmiş olsaydı kendilerinin okulda dışlandığını düşünecekti fakat öyle değildi. Onlar zindanların çocuklarıydı, kasvetin ve rutubetin de demek oluyordu bu. Ah şu koku işini bir çözseler MJ ne kadar da seviyordu buranın kasvetli soğuk havasını. Merdivenlere yöneldi, merdivenleri aştıkça ışıkla karşılaşıyor ve gözleri karanlığa alışmış olduğundan dolayı rahatsız olarak kısıyordu gözlerini. Koridorlar henüz boştu, tek tük öğrencilerin kahvaltı için büyük salona ilerlediğini gördü, aç değildi; kahvaltı da günün nefret ettiği tek öğünü idi zaten. Yağmur keyfini kahvaltıya yetişmek için kaçıramazdı bu yüzden büyük salona yürüyenlerin aksi yöne doğru Hogwarts'ın bahçeye açılan büyük kapısına yürüyordu.
Bahçe kapısından dışarıya adım attığında, bardaktan boşanırcasına yapan yağmur yıkadı kızın bedenini. Saç tellerinden süzülüp yere düşüne yağmur damlaları, gökyüzüne kaldırmış olduğu yüzünden süzülen damlalara, suratında huzurlu bir gülümsemenin oluşmasını sağlamıştı kızın. Yağmur dünya üzerindeki en güzel şeydi belki de. En iyi dost, en iyi dinleyici yağmurdu. Bir de yağmurun yanına güzel bir müzikle sigara eklendiğinde bir şahesere dönüşüyordu yağmur damlaları. Müzik olmadığı zamanlar da zaten kendisi bir müzik yapıyordu yağmurun, huzurun ses dönüş halini sunuyordu. Yağmurla yalnızlığı birleştirmişti kız, yanında birileri varken yağmur ona huzur vermekten öte rahatsızlık veriyordu, diğer insanların yağmurdan kaçıştığını görmek sinirlerini bozuyordu, en güzel nimetlerden biri olan yağmurdan neden kaçardı insan? Sudan neden kaçardı? Hiçbir zarar veremeyecek o güzel oluşumdan kaçmak anlamsızdı, ıslanmak kimseyi öldürmezdi. Tabii bir annenin söyleyeceği ilk şey zatüre olursunuz olurdu fakat büyücülerin ona da bir çözümü vardı elbet, yani MJ zatüreden ölen bir büyücü duymamıştı hiç.
Yağmurun zaman zaman kendini yavaşlatması ve hızlandırmasının altında kaç dakika veya saat geçirdi bilmiyordu fakat üstü yeteri kadar ıslanmıştı ve değiştirmek için kızlar yatakhanesine geri dönecek kadar zamanı yoktu. Karanlık Sanatlara Karşı Savunma okulda sevdiği sayılı derslerden biriydi, bu yüzden kaçırmayı göze alamazdı. Bu da ıslak ıslak derse girmesi demek oluyordu. Bahçeyi yavaş ve geç kalmış olmasına rağmen telaşsız adımlarla terk etti, Hogwarts'ın ihtişamlı binasının içerisine girdiğinde etrafın bıraktığı gibi sakin olmadığını gördü. Öğrenciler uyanmış, yeni bir güne başlamış derslere yetişmek için koşuşturuyorlardı. MJ'nin ıslaklığını fark edenler birkaç saniyeliğine gözlerini dikip kıza bakıyorlardı, kendi isteği ile yağmurun altında bu kadar ıslanmayacağını düşündüklerinden akıllarındaki tek sorun sabahın köründe dışarda ne işi vardı acaba olmalıydı büyük ihtimalle.
Kendisine bakan şaşkın gözleri aldırmadan birinci katta bulunan Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersliğine doğru ilerliyordu, dersliğe yaklaşınca kitabının ıslanmış olabileceği düşüncesi geldi aklına. Sinirle koridorlardaki banklardan birine bıraktı bedenini ve cübbesinin cebinden çıkardı kitabı, tahmin ettiği gibi sırılsıklam olmuştu. Kitabın yakınlarında duran asasına attı elini, ufak bir hareketle kitabının eski haline dönmesini sağladı ve gülümsedi. Cadı olmaktan gurur duyuyordu, sihirli soydan gelmek başına gelebilecek en güzel şey olmalıydı. Bu yüzden soylarının temiz kalması gerekiyordu, o gereksiz hiçbir şeyden anlamayan Muggleların soylarına karışması ile ortaya çıkan bulanıklardan da bu yüzden nefret ediyordu MJ. Karanlık Lordu da Leydiyi de anlıyordu bu yüzden. Muggle doğumlular ve bulanıklar, sihir dünyasından tamamen silinmeliydiler.
Kitabının kuruması ile mutlulukla kalktı oturduğu banktan, aynı sihiri üstüne de uygulayabilirdi fakat aklına gelmedi nedense. Dersliğin kapısına vardığında dersin başlamasına birkaç dakika vardı, içeriden hiç ses gelmediğine göre profesöründe içerde olduğunu düşündü MJ yoksa öğrencilerin ölüm sessizliğinde olmalarını başka bir şey sağlayamazdı. Bazı profesörlerde sağlayamıyordu zaten. Tedirginlikle kapıyı açtı ve karşılaştığı şey içeride bir profesör olduğu için susan öğreciler değildi.
Karşılaştığı şey dipsiz bir karanlık ve yalnızlıktı. Tüm sınıf neredeydi? Senelerdir burası KSKS dersliği idi birden değiştirilmiş olsa öğrencilere bir haber verme zahmetinde bulunurdu değil mi yönetim? Peki, doğru yerdeyse neden tek başınaydı? Geri kalan öğrenciler neredeydi? Baloda olanlar aklına geldi, yine bir saldırı mı vardı Hogwarts'a? Düşüncesi bile tüylerinin ürpermesini sağlarken karanlığın içinde kendisinden başka birinin de olduğunu gördü, onu görmek nedense rahatlamasını sağlamıştı en azından bu karanlık yerde tek başına değildi, o da onun gibi şaşkın bir öğrenci idi büyük ihtimalle. Gülümseyerek karanlığın içindeki kişiye seslenmek üzereyken bedenin kendine doğru geldiğini gördü, bir eli asasında hazır beklerken karanlığın içinden kendisine doğru gelenin yaklaştıkça aslında başka biri değil de kendinin bir yansıması olduğunu düşündü. Eğer buraya bir ayna yerleştirilmişse nerdeydi? Ve en önemli soru MJ yürümüyordu ki aynadaki yansıması nasıl oluyor da hareket edebiliyordu?
Elini yanağına götürdü refleks olarak fakat karşısında sarı omuzlarından dökülen dalgalı saçları ve yeşil büyük gözleri olan, kısacası tamamen o olan şeyden aynı tepki gelmedi, zaten karşısında duran tam olarak kuru bir MJ idi. Kafası karışmış ve biraz da korkmuştu kız, asasına iyice sarıldı ve geri adım attı fakat kopyası ya da artık her ne ise üzerine doğru gelmeye devam ediyordu. "Dur!" diye bağırdı, kendi olmayan MJ önce durakladı ardından kıza biraz daha yaklaşıp durdu. Karşısında kendisine tıpatıp benzeyen birini görmek, ikizi yoksa, takdir edersiniz ki korkutucu bir şeydi. Bu MJ kendisine ne kadar benziyor olursa olsun sanki bir farklılık vardı. Ne olduğunu çözemediği bir farklılık seziyordu karşısında duran MJ'de.
Profesörü görebilmek için karanlıkta her yöne baktı fakat ortada ne profesör ne de diğer öğrenciler vardı, burada bu kendisine benzeyen MJ ile tamamen yalnızdı, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Konuşmadan öylece durmakta istemiyordu. Hayatının en rahatsız edici dakikalarını kendisi ile geçiriyordu şu an MJ. "Sen de kimsin? Ben olmadığın kesin." sözleri kendisine gülünç gelmişti fakat içindeki tedirginlik gülmesine izin vermedi. Neler dönüyordu burada? Hogwarts'da neler oluyordu?
Karşısında kendisi ile karanlık bir sınıfın ortasında dikiliyordu. Durum komik olduğu kadar ürkütücüydü de ve içini saran merak dalgası karşı konulamayacak kadar fazlaydı. Karanlık sanatlara karşı savunma dersinde lanetleri işliyor olmaları gerekirken şu anda olduğu konum ne kadar da farklıydı! Kendisine yaklaşan kopyasından geriye doğru birkaç adım atarak uzaklaştı. Korkuyordu, inkâr edemezdi. Etrafta yardım isteyecek kimse yoktu tamamen tek başınaydı, her zaman olduğu gibi gerekli olduğunda kimse yoktu etrafta. "Ben senim, baksana tıpatıp aynıyız." diyerek elini kaldırdı karşısındaki kendi. MJ ise tepki vermedi, olanlara anlamlandırmaya çalışıyordu. Kötü bir kâbusun içinde gibi hissediyordu kendini MJ.
Kâbus karşısındaki kendinin konuşmaya başlaması ile daha da kötü bir hal aldı. "İçinde neler döndüğünü biliyorum tatlım. Baloda o Hufflepuff'lı kızın gözlerinin önünde öldürülmesinden sonra ne kadar acı çektiğini biliyorum, safkan olsun olmasın yaşamaya hakkı olduğunu düşündün." onaylamayan bir şekilde kafasını salladı, bunları düşünmemişti, biraz üzülmüş olabilirdi. Evet, birkaç saniyeliğine de olsa kafasından buna benzer düşünceler geçmişti fakat onların artık sihir dünyasında olmaması, bir aile kurup başka bulanıkları dünyaya getirmeyecek olmaları kızın rahatlamasına sebep oluyordu. Sihir dünyasında bulanıklara asla ve asla yer yoktu ona göre. O halde ne saçmalıyordu bu karşısındaki kendine tıpatıp benzeyen ama bir bok bilmeyen kopyası.
"Bunlar bana ait düşünceler değil!" diye haykırdı karşısındaki kendine. Aklının bir köşesinde kitap okurken uyuyakalmış olduğu ve aslında şu an burada kendisi ile bir yere kısılmış değil de yatağında mışıl mışıl uyuyor olabileceği vardı. Fakat her şey o kadar gerçekçi gözüküyordu ki bu düşünce epey arkalarda kalmıştı kızın beyninde. Kollarını göğsünde birleştirmiş kendinden son derece emin bir edayla karşısında duruyordu kopyası. Aklına çok özlü iksir ihtimali geldi fakat her ne kadar inkar etse de beyninden bir saniyeliğine geçmiş bir düşünceyi bilebildiğinden çok özlü iksir ihtimali kendi kendini yok etti. Geriye tek bir şey kalıyordu, bu karanlık sanatlara karşı savunma dersinin ta kendisi idi. Aklında bu düşünce belirir belirmez elini asasına attı ve hızlıca bir sersemletme büyüsü savurdu, asasının ucundan çıkan ışık karşısındakine ulaşmadan söndü ve yok oldu. Hırsla tekrar denedi fakat işe yaramıyordu. Kopyası tiz ve rahatsız edici bir kahkaha attı, "Bunun işe yarayacağını mı sanıyorsun, ah küçüğüm burada sadece sen ben ve senin o küçük herkesten sakladığın düşüncelerin var." tekrar tiz bir kahkaha attı, MJ ise vazgeçmemişti kendinden emin bir şekilde asasından çıkacak herhangi bir büyünün işe yaramasını umarak aklına gelen her şeyi deniyordu. Hiçbiri işe yaramadı. O zaman bu dersin amacı neydi? Eğer büyüler bu alanda işe yaramıyorsa ve karşısına dikilmiş rahatsız edici bir kopyası varsa ne yapması gerekiyordu? Oturup çay mı içeceklerdi sanki, ne vardı profesörün aklında bu dersi bu hale getirirken diye merak etti MJ.
Kopyasının rahatsız edici kahkahası sonunda sona erdiğinde konuşmasına devam etti, konuştukça işler çirkinleşiyordu. "Tüm bu safkan takıntın aileden geliyor, senin umurunda değildi oysa. Çocukluk arkadaşlarını hatırlasana Mugglelardı. Baban onlarla konuşmanı yasakladı diye günlerce ağlamıştın, neden şimdi bu haldesin MJ. Herkesten üstün değilsin sen de biliyorsun bunu." ellerini çırptı ve alkışlamaya başladı, MJ neler olduğunu bir türlü anlamıyordu bu şey karşısına dikilmiş kim oluyordu da onun düşüncelerini sorguluyordu. O ben... diye geçirdi içinden. Dehşete kapıldı, tüm söyledikleri doğruydu. Alışmıştı kendini üstün görmeye, safkanlarla olmaya fakat ondan öncesinde MJ çok normal değil miydi? Sevgi dolu ve iyiliksever. Nasıl olmuştu da bir sene içinde bu kadar değişmiş ve o onun değişmez karakteri haline gelmişti? Hayır, bunları düşünmeyecekti. Bir tane MJ vardı ve o da gerçek olandı, karşısında duran sahte MJ'nin dediklerinin hiçbir önemi yoktu ve olmayacaktı da. Sahte olan alkışlamaya devam ederken, MJ'nin üzerine sahne ışıkları yandı, sahte konuşmaya devam etti. "Mary-Jane Wilson, ailenin biricik kızı. Para içinde yüzdüğünden kendini herkesten üstün gören kızı. Aslında öyle olmadığını o da biliyor."
Artık dayanamıyordu, duvara yaslandı. Çıkıp gitseydi şu derslikten fakat kapı görünürlerde yoktu. Lanet olası Hogwarts dersleri normalce işleseler olmuyordu sanki. Kulaklarını kapatmak istedi fakat çocukça olurdu bu. Onun yerine dik durmalıydı, "Söylediklerinin bir arı vızıltısından farkı yok, ufacık ama rahatsız edici." MJ'nin içindeki şüphe, merak korku yavaş yavaş yerini kızgınlığa bırakıyordu. MJ kızdığı zaman bir şekilde bunu dışarıya vuramazsa işler daha da kötüye sarıyordu ve şu an burada savunmasız işe yaramayan bir asa ile yapabileceği pek bir şey yok gibi gözüküyordu. Belki fiziksel olarak kendine saldırabilirdi, tabii kendine yumruk atmak da düşündüğü kadar kolay olmazdı çünkü pek de normal değildi bu.
Şiddet eğilimi gösterip göstermemek konusunda yaşadığı birkaç saniye süren kararsızlıktan sonra tepki vermemeye karar verdi. Kendisine saldırması neyi çözerdi ki? Zaten olan biteni çözememişti bir türlü. Neden büyü kullanamıyordu, neden sınıfta diğer öğrenciler yoktu ve neden her taraf karanlıktı? Karşısındaki yansıması ise son derece sinir bozucu konuşuyordu. MJ gülümsedi, yansıma haklıydı fakat MJ söylediklerinin kötü bir şey olduğunu düşünmemişti ki hiç. Hayatta kalabilmek için herkesin takındığı maskeler vardı ve MJ'nin takındığı maske en zararsız olanıydı ona göre. Soğuktu MJ ama olması gerektiği kadar, kimseye güvenmezdi; kimseden de kendisine güvenmesini beklemezdi. Satardı arkadaşlarını, kendisi söz konusu olduğunda başka kimseyi önemsemezdi. Karşısındaki MJ bunun kötü bir şey olduğunu sonuna kadar savunabilirdi, kendi içinde MJ bunun gerekli olduğunu biliyordu. Yaşarken eğlenmek için, hayatta kalmak için ve mutsuz olmamak için böyle olmanın gerekli olduğunu biliyordu. Parası vardı, ailesinin itibarı vardı; sonuna kadar da kullanacaktı bunları kız. Kullanmaması aptallık olmaz mıydı?
“Hep böylesin Mary-Jane Wilson, kendini sürekli haklı görmekten bıkmadın mı? Haklı olduğumu sen de biliyorsun, sen çekilmez kendini göklerde gören birisin. Böyle olmak sana mutluluk getirmez, yalnızlık getiriyor. Bencilliğin seni arkadaşsız bıraktı.” onaylamadığını göstermek istercesine başını salladı MJ, etrafında gerçekten sevdiği arkadaşları vardı, onlar için canını feda etmeyecek olması onları sevmediği anlamına gelmezdi aslında. Evet, belki sadakatsiz biriydi fakat yalnız değildi, asla da olmayacaktı. Ailesinin parasının ve itibarının getirdiği bir şeydi bu. Herkes MJ ile konuşmak için uğraşıyor, kıza ise yalnızca aralarından birisini seçmek kalıyordu arkadaş olarak. “Sen beni tanıdığına emin misin? Gerçek bir kopya olsaydın bu sözleri sarf etmezdin.”
Kendinden emin bir tavırla odanın içinde yürümeye başladı, MJ kolay sinirlenirdi fakat sinirlerini saklamakta da bir o kadar ustaydı. Karşısındaki yansımaya sözlerinin MJ’nin kızmasına neden olduğunu fark etmesini istemiyordu. Kartlarını her zaman açık oynar gibi gözükürdü fakat kafasının içinde gerçekte geçen şeylerin neler olduğunu kimse bilmezdi. İçten pazarlıklı bir kızdı, herkese dinlerdi fakat yine de kendi bildiğinden vazgeçmezdi. Bu şekilde olmayı kendi seçmişti. “Söylediklerin gerçekten anlamsız, seninle konuşarak birden azize falan mı olmamı beklediler bilmiyorum ama bu benim için sadece eğlenceli oldu.”
“Eski efsanelerde Aydınlık ve Karanlık kavramları özel isim olarak kullanılır hep. Bunun nedeni dünya medeniyetin kucağına atılmadan çok daha öncelerde, eski çağlarda Aydınlık ve Karanlık’ın iki boğa tarafından simgelenmesidir. Aydınlık’ın boğası siyah, Karanlık’ın boğası ise beyaz renktedir. Lakin siyah boğa gecenin rengine sahiptir ve kişiler onun rengi uğruna hayatlarındaki bütün diğer renklerden vazgeçebilirler. Beyaz boğanın rengi ise o kadar çirkin ve kirli görünümlüdür ki, tam layığıyla Karanlık’a yaraşır biçimdedir. Eski inançlarda bu her şeyin göründüğü gibi olmadığının göstergesidir. Lakin dünya değiştikçe, insanlar “medeniyet” denilen canavarın pençesine adım adım sürüklendikçe eski inanışlar da yerini modernleşmeye bırakmış, boğalar da eski ilgiden mahrum kalıp dünyadan elini eteğini çekmiştir. Yine de derler ki, kişi beyaz veya siyah boğayı günümüzde hala görebilir. Ancak iki durum söz konusudur: Ya kişiliğiyle ilgili bir dönüm noktasından sonra ya da öldükten sonra.” Ne zaman söylemişti profesör bunları? Hatırlamıyordu fakat sözler o kadar net kulaklarındaydı ki sanki profesör şu anda sarf ediyordu bu sözleri. Sözlerin bitmesinin ardından diğer MJ yok olarak yerini kirli beyaz bir boğaya bıraktı, korkutucu olmadığını söylemezdi MJ fakat derslikte başına bir şey gelmeyeceğinden emindi, bu boğanın da profesörün bahsettiği boğa olduğunu bildiğinden dolayı son derece rahat bir şekilde ve merakla olacakları izlemeye koyuldu. “Kalbindekini kabullenmesen de, ben hep orada olacağım. Senin inkar etmeye devam ettiğin şeyler benim bir parçam ve bana güç vermeye devam edecek, ta ki sen onu kabullenene ya da o seni ele geçirene kadar.” boğanın sözlerinin ardından sırıtıyor MJ, boğa koşarak gözden kaybolduğunda MJ'de kapıya yöneliyor, "Sen öyle san."
|
|