Dulcet Eyres
Mesaj Sayısı : 95 Gerçek Adı : Kıvılcım
| Konu: Eyres, Dulcet Salı Ocak 29, 2013 7:43 pm | |
| Ad-Soyad: Dulcet EyresDiğer karakterleriniz: -Karakteriniz1. Seçilmek istediğiniz bina(-lar): Slytherin, Ravenclaw.2. Sınıf: V.3. Kan Durumu: Safkan.4. Karakteriniz ve Geçmişi: Dulcet eski İngilizce'de 'tatlı olan, ışık saçan' anlamına gelir. Kimse merhum Alfred Eyres'ı kızını yeterince tanıyamadığı için suçlayamaz zira Dulcet işgüzar, içten pazarlıklı ve acımasızdır. Dili adeta zehirlidir, sizi yapmak istemediğiniz şeyleri yapmaya tatlılıkla ikna edebilir. Hitabet gücü hafife alınacak gibi değildir. Bazen, kendi aleyhine işleyen hırsları vardır, bazense bu hırslar adeta önünü aydınlatır. Eyres soyu ise kuşaklardır hem safkan büyücü, hem de safkan İngiliz'dir. Aile yapısı eskiye dayanır. Bir büyük kuşağın en çok saygıyı gördüğü klasik büyücü ailesidir. Dulcet'in Slytherin binasından mezun olmuş üç erkek kardeşi vardır. Örnek Roleplay- örnek rp:
“Biraz daha balkabağı suyu ister misin güzelim?”
Gabrielle’in zehir gibi bakışları Hufflepuff masasında sırtı kendisine dönük oturan Nikola’daydı, yabancı sesi duyunca ağzındaki lokmayı çiğnedi ve öfkeyle dönüp başında dikilen Slytherin öğrencisine baktı. “Güzelim mi?” Hışımla masadaki ekmek sepetine uzandı ve ince kesilmiş bir dilim kapıp sınıf arkadaşının gözü önünde salladı. “Şu ekmekten bile daha bayattı söylediğin! İğrençti! Şimdi git uzağa otur. Hatta bak tam şuraya, elimle gösteriyorum ya, işte orası. Görüş açımın dışında olursun.” “Ama Gabrielle-“ “Defol.” Elindeki ekmeği çocuğun esmer suratına fırlattı genç kız hedefi tam on ikiden vurarak. Ekmek çocuğun yüzünde parçalanırken suratında umutsuz bir ifade belirdi, ardından boynunu büktü ve gidip genç kızın gösterdiği yere oturdu. Gabrielle ise sesli bir şekilde iç geçirdi. Aradan onca sene geçmesine rağmen insanların üç altın kuralını -sakın yanıma yaklaşma, benimle konuşma, bana bakma- anlayamamış olmasına şaşıyordu. Nikola’ya harcaması gereken zamandan çalıyorlarmış gibi hissediyordu. Örneğin o garip sürüngen kendisini rahatsız etmemiş olsaydı Gabrielle büyük bir zevk duyarak bakışları ile Nikola’yı kahvaltı niyetine yiyor olabilirdi. O an ise güne normalde olduğundan çok daha sinirli başlamak zorunda bırakılmıştı. Avına odaklanan bir atmaca gibi keskin bakışlarını Nikola’nın ensesine dikti. Genç kızın kendisini izlediğini biliyor olmalıydı, Gabrielle’i görmezden geliyordu, çoğu zaman olduğu gibi, en azından Gabrielle onu fırsatını bulup tehdit edene kadar. Umutsuzluk ve öfkenin bulamaç haline geldiği buhranında günün o erken saatinde bile kan kırmızısı olan dudaklarını büktü, kırmızı ile üzerindeki koyu zümrüt armanın uyumu kendisini iyi hissetmesini sağlardı çoğunlukla. O gün ise istisnalardan birini yaşıyordu. Dürüst olmak gerekirse Nikola’nın kendisini görmezden gelmesi pek de alışık olmadığı bir şey değildi, çocuk –kendisinden küçüktü ne de olsa- Gabrielle’in aklı hayaline sığmayacak kaçış stratejileri geliştirmişti. Gel zaman git zaman Nikola, Gabrielle ile –kısmen- başa çıkmanın yolunun onu görmezden gelmek olduğunu anlamıştı. Oysa Hufflepuff masasına katil kollar misali zehirli hançerler fırlatan gözleri bir değişim fark etti. Bir kız. Nikola’nın kısa süre de olsa konuştuğu bir kız. Yanında eğilip büküldüğü bir kız!
Öfke, kıskançlık, sahiplenme duygusu, kıskançlık, intikam alma isteği, kıskançlık, küçük düşme, kıskançlık, kıskançlık, kıskançlık… Duygu seli genç kızın kurduğu barajları devirip aşarken Gabrielle tehlikenin farkına vardı. Herkes Nikola’nın Gabrielle’e ait olduğunu bilirdi. Öyle ki bir seferinde profesörlerden biri Nikola’nın ödevini geciktirdiğini gelip Gabrielle’e söylemiş, durumla ilgilenmesini rica etmişti. Herkes durumun ziyadesi ile farkındayken neden Nikola direniyordu? Gabrielle gerçekten o kadar da sevilemeyecek bir insan mıydı? Yumruğunu kemiklerini ağrıtırcasına, avucunu tırnaklarıyla kanatırcasına sıktı. O kız… Onu gözünü kırpmadan bile öldürebilirdi. Omuzlarından aşağı bıraktığı ikiz örgülerini alır, öyle bir kuvvetle çekip koparırdı ki ona St. Mungo’da en az üç aylık bir bilet kesmiş olurdu. Kendi öfkesiyle git gide ısınırken Nikola’nın sırtında bir gerginlik fark etti. Çocuk ağır ağır buklelerinin rüzgara kapılmış gibi dağılmasına sebep olarak arkasına döndü –genç kız abartıyor da olabilirdi- ve Gabrielle ile göz göze geldi. Bakışmaları hiç ama hiç uzun sürmedi ama Gabrielle biliyordu ki Nikola, mesajı almıştı. Gülümsedi, öfkeyle titreyen bir gülümsemeydi bu. Tabağının kenarındaki ipek peçeteyi aldı ve rujunu bozmadan ağzının kenarlarını sildi. Nikola ve arkadaşları oturdukları yerden kalkarken Gabrielle de aynısını yaptı. Çivi topuk ayakkabıları üzerinde arkasında keskin bir yasemin kokusu estirerek Nikola’nın peşinden ilerledi. Açık kahve bakışları bir an çocuğun güzelliğini takip ederken nefes alımlık sürede onu kaybetti. Bunu bilerek yapmıştı, Nikola kendisini bilerek atlatmıştı. Gabrielle başta dişlerini gıcırdattı öfkeyle, ardından onu yakalamak üzere adımlarını hızlandırdı fakat gördüğü manzara onu durdurdu. Ne de olsa ders programını öğrendim, diye geçirdi içinden Nikola’nın kaybolduğu yere bakarak. Hemen ardından kan kırmızısı dudakları haz dolu bir gülümseme ile kıvrıldı. Nikola’nın kahvaltı masasında konuşma cüretini gösterdiği kız birkaç adım ötesindeydi. “Baksana, biraz yardıma ihtiyacım var, benimle gelir misin?” Gabrielle sorusunu alayla ve art niyetle sormuş olsa da sarışın aptalın gözleri aniden aydınlandı. “Elbette!” Gabrielle yapmacık bir şekilde gülümsedi. Kızın önüne geçti ve büyük salondan çıkıp diğerlerine kıyasla daha tenha bir koridora saptı. Sarışın Hufflepuff birkaç adım gerisinden kendisini takip etmişti. Gabrielle durdu ve etrafına bakındı. Rahatsız edilmeyeceklerdi. “İsmin neydi?” “May, May Caelvious.” “Harika, May. Bak şimdi iyi dinle. Şu süpürge dolabını görüyor musun?” Genç kız hemen önlerindeki tahta kapıya baktı ve hevesle başını salladı, alnını örten kakülleri dağıldı. “Orada fosforlu fosil taşlarımı kaybettim.” May’in suratı bir an gölgelendi. “Daha önce hiç duymadım onları.” Çünkü şimdi uydurdum, gerizekalı. “Ender bulundukları içindir. Her neyse, senden onları benim için bulmanı isteyecektim. Gördüğün gibi süpürge dolabı da daracık zaten. Benim gözlerim pek iyi görmüyor da.” May başıyla çabucak onayladı ve süpürge dolabına girdi, uzun boyuyla zar zor sığmıştı. Hafifçe eğildi ve ellerini yerde gezdirmeye başladı. “Asan yanında mı May?” “Çantamda.” Gabrielle gülümsedi ve genç kızın kendi ayaklarının dibine bıraktığı çantaya baktı. Kapıyı May’in arkasından kapattı ve kilitledi. Hemen ardından May’in sesini duydu. “Şey, kapıyı neden kapattın?” “Adı üstünde fosforlu fosil taşları May. Onları ancak karanlıkta görebilirsin.” “Ama ben hiçbir şey göremiyorum. Hiçbir şey parlamıyor.” “Biraz bekle, on dakika içinde parlamaya başlarlar.” “Tamam.” Gabrielle yüksek perdeden bir kahkaha patlatırken asasını süpürge dolabına çevirdi ve kız olur da yardım için bağırırsa duyulmasını imkansız kılsın diye bir sessizlik büyüsü yaptı. Yamanmaktan bir hal olmuş May'e ait çantayı yerden aldı ve koridor boyunca ilerlerken gördüğü derin vazolardan birinin içine fırlattı. Belki gelecek sefere işi daha da ileri götürür, asasını kırardı. Gerçi May’i bir asayı kullanırken hayal edemiyordu. Muhtemelen beyin hücreleri bir büyüyü oluşturmak için gerçekleştirmeleri gereken iş birliğinden yoksundu. Garip bir tatmin duygusu eşliğinde Nikola’nın ders çıkışını beklemek üzere merdivenlerden hızla inmeye koyuldu. Onunla en son ne zaman uzun bir görüşme yaptığını hatırlamıyor olsa da bir yenisini yapması gerektiğinden emindi artık.
Sınıfın önüne geldi, ders saatinin bitişini çabucak getirdi. Ardından da Nikola’nın diğer öğrencilerle sınıftan dışarı akın etmesini bekledi. Çocuk birkaç dakika geç kalınca küçük sınıfların bakışlarına aldırmadan topuklu ayakkabıları üzerinde olmaması gereken yerlerinde kasları varmış gibi hissettiren garip bir zarafetle içeri daldı. Nikola’yı gözüne kestirdi, karşısında Gryffindor öğrencisine insanın tenine saplanan acımasız gözlerle baktı. Nedense Niko’ya büyük bir istekle uzandı, çocuk tutuşundan kıvrılıp kurtulurken saçlarını geri itti ve henüz toplanmamış eşyalarına baktı. Sesini o an için duymazdan geldi, ne de olsa Gaby’nin onu götüreceği yerde bol bol konuşma şansları olacaktı. Hatta taşlarını iyi oynarsa başka şeyler de yapabilirlerdi. Gabrielle düşünce ile beliren gülümsemesini hemen söndürdü, Nikola’nın yapacağının aksine gelişigüzel tüm eşyaları topladı, körlemesine kumaş çantanın içine tıktı. Çocuğun Hufflepuff armalı cüppesini kaptığı gibi giymesi için suratına fırlattı, Gabrielle’i görünce korkuyla bembeyaz kesmiş suratına. Bir an elleri yavaşlar gibi olsa da durmadı. İşlerini güzellikle halletmeyi hiç denememişti, zor kullanmak onun tarzıydı ve Nikola’nın tıkanmadan konuşabildiği tek kız kendisiydi. Bunun övünülecek bir şey olduğunu düşündü. Çantayı omzuna attı ve Nikola’nın takip edeceğinden emin adımlarla kapıya yöneldi. Topuklu ayakkabılarının ritmik sesleri gittikçe ıssızlaşan koridorda tek sesi oluştururken dönüp arkasına bakmadı bile. Niko’nun varlığını hissediyordu. Çocuğun öyle bir büyüsü vardı ki Gabrielle milyonların arasından onu gözleri kapalı seçebilirdi. “Saf ayağına yatma. Ayrıca geldik.” Genç kız ihtiyaç odasının kapısında dururken ihtiyacı olan şeyin imajını bir çırpıda aklından geçirdi. Karşılarındaki ufak kapı boyuna genişleyip görkemli bir kapı halini aldı. Gabrielle ilerleyip ağır görünse de açması pek zor olmamış olan kapıyı Nikola için tuttu. Mavi gözleri dünyanın en güzel, en ıssız okyanus yüzeylerini andırırken o bakışlara yerleşmiş kararsızlığı kendi alev gözleri ile söndürdü. Narin, bir meleği andıran varlık büzülmüş omuzları cüppesinin içinde kaybolurken Gabrielle’in yanından geçip içeri girdi. Genç kız kapıyı arkalarından kapattı ve ihtiyaç odasını kendilerinden başka kimsenin giremeyeceği şekilde mühürledi. Omzuna attığı çantayı özen göstermeden yere bıraktı. Kendi cüppesini de çıkarıp çantanın üzerine bırakırken ilerleyip Niko’nun üzerindeki cüppeyi de aldı. Dokunuşu altında kasıldığını, elinden geldiğince ufaldığını hissetmişti.
Aniden o yıkıcı öfkesi parladı, Gabrielle Nikola’yı gömleğinin yakasından yakaladı ve pek de çaba sarf etmek zorunda kalmadan odanın ortasında duran kadife koltuğa oturmasını sağladı. Bir balo salonu büyüklüğündeki dört tarafı varak aynalarla çevirili oda koltuk dışında tamamen boştu. Gabrielle’in gözleri bir an boşluğa ve o boşlukta oluşan sonsuz yansımalara alışmayı reddederken tam Niko’nun bacakları arasında çıplak dizlerini soğuk zemine dayadı. Ellerini onun dizlerine yerleştirdi ve başını kaldırıp onun her baktığında bir yara gibi zihninde kanayan güzelliğini izledi. “Bana daha önce hiç gülümsemedin. Bir kere bile. Neden?” Ellerini onun dizlerinden çekti ve pes etmiş bir şekilde başını çocuğun sağ bacağının iç kısmına yasladı. Bir yanda onun sıcaklığını hissederken bir yandan da kadife kumaşın yumuşacık dokunuşunun tadını çıkarttı. O an sakin görünse de ne yapacağı belirsiz bir yırtıcıyı andırıyordu. “Benim o sarışın orospudan neyim eksik Nikola? Yoksa onun aksine bir beynimin olması mı rahatsız ediyor seni, ah tabi, öyle olmalı.” Elini aniden kaldırdı ve Niko’nun dizini şiddetle sıktı. “Unuttuğun bir şey var ama ben bunu hatırlatmaktan hiç çekinmem.” Destek almadan oturduğu yerden kalkıp topuklu ayakkabılarının üstünde doğruldu. “Sen bana aitsin Nikola ve ağzın bunu reddetmeye alışmış olsa da aslında artık kabullendin. Yine de birisi o ağzı da terbiye etmeli, değil mi? Daha önce terbiye edilen diğer kısımların gibi.” Gülümsedi. Onun suratındaki korkmuş ifadeye baktı ve büyük bir zevk duydu. Nikola suç işlediğini ve cezalandırılması gerektiğini biliyordu, Gabrielle bunu yapacaktı ama çocuğun bilmediği bir şey vardı ki Nikola artık bozulmaması gereken bir tablo olmaktan çıkmıştı. O artık Tanrı’nın imzası altından alınıp Gabrielle’e ait bir eser haline getirilmeliydi.
Genç kız ona yeniden hayat verecekti.
|
|