AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

Paylaş
 

 Alison Argent

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Alison Argent



Mesaj Sayısı : 11
Gerçek Adı : Ali
Yaş : 26

Alison Argent Empty
MesajKonu: Alison Argent   Alison Argent EmptyÇarş. Ocak 30, 2013 2:19 pm

Ad-Soyad: Alison Argent.
Diğer karakterleriniz: David M. Palahniuk.

Karakteriniz

1. Seçilmek istediğiniz bina(-lar): En az 2 bina belirtebilirsiniz : Gryffindor! or Hufflepuff! .
2. Sınıf: V. veya VI.
3. Kan Durumu: Safkan.
4. Karakteriniz ve Geçmişi: Çoğu zaman onu umursamaz bir havayla görürsünüz. Cok konusmaz ve baskalari icin gülümsemeye uğraşmaz. Delicesine sigara icip uzaklara bakan depresif insan sendromundadir. Gerçek kişiliğini saklayan ve her duyguyu içine atan biridir. İnsanlarla ilişkileri karışıktır, sosyal yönü çok güçlü degildir ve en ufak bir istegi bile emir gibi soylerseniz gicikligina tam tersini yapar. Kendisine iyi davranildiginda gerilir, zira sadece kotu davrananlara nasil karsilik verecegini ogrenmistir. Uyuz biridir oldukca. Yalancıları sevmez, ama her ne kadar sevmese de sürekli yalan söylemek sorundadir. Umursamaz kabuğunun altında hayatından ve daha birçok şeyden nefret eden ergenliğin sillesini tüm gücüyle yemiş biridir. Ortalama bir zekasi vardir ve disleksi hastasi olmasina ragmen kolayca öğrenebilir, öğrenmek istediği sürece- ki çoğu zaman istemez. Asiri alayci biri olabilir, sevmedigi bir sey yapan insani ezmekten cekinmez. Hayatinin cogunda secme sansi olmamis biri olarak ozgurlugune inanilmaz duskundur, otoriteden nefret eder. Aşırı bir gurur ve inadı vardır, intikamcıdır. Bu yüzden onun antipatisini kazanırsanız –ki o kadar zor bir şey değil- kusurlarınızı teker teker yüzünüze sayabilir. Değişken bir kişiliği vardır, çabuk karar verip çabuk pişman olur, kolay incinir. Kolay kışkırtılır ve kolay saldırganlaşır. Iradesi soz konusu oldugunda asiri cesur olabilen gerzek bir anarsist iste.


Örnek Roleplay

Seçtiğiniz durum: İlk yazdıklarım arasında bir RP uzun zamandır bende. Onu atıyorum
Rp: Güneş şehri yavaş yavaş karanlığa terk ediyordu. Son ışık huzmeleri küçük kaçamaklar ile aralardan insanlara son kez gülümsüyordu. İnsanlar işlerin çıkmış, kimisi arabalarla kimisi de yürüyerek evlerinin yolunu tutmuştu. Araba sesleri, insanların konuşmaları, inşaatların paydos zilleri bir ahenk içinde, korodaki her bir ses sanatçısı edasıyla her gün olduğu gibi geçen güne veda ediyorlardı. Olaylar olağan akışında her gün olduğu gibi devir ediyordu.

Bir adam kalabalığı geçip ışıklara hiç aldırmadan yola atladı. Birkaç korna sesi ve bağıran şoförlerin sesini duydu. Onlarla kaybedecek vakti yoktu. Hızını hiç azaltmadan karşı kaldırıma geçti. Oradan da diğer yola geçip sağa döndü. Diğer ana caddeye nazaran daha az işlek olan bu sokak güneş ışıklarından tamamıyla yoksundu. Evler birbirine yakın aralarında ise ağaçlar vardı. Bu ışığın sokağa girmesine engel oluyordu. Sokak fazla dik olmayan bir yokuşla doğu yönüne doğru uzanıyor ardından hafif bir açıyla kuzey doğuya dönüyordu. Güneşin gidişi karanlığın yanından gecenin ayazını da beraberinde getiriyordu. Adam öksürdü. Montunun fermuarını çekip ellerini ceplerine soktu. Adımlarını sıklaştırıp daha hızlı yürümeye başladı.

’Nerede kaldın? Dikkat çekmemişsindir umarım. Zaten yeni çıktık yeniden yakalanmak mı istiyorsun?’’ Edgar sağa dola yürüyor çırpınarak bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Her zaman çok heyecanlı olmuştur. İşe tam odaklanamayıp eli ayağına dolanır zaten ne olursa ondan sonra olurdu. Çoğu kez onun yüzünden işler berbat olmuştu. Marcus onun tam aksine çok soğukkanlıydı. Her zaman gerektiği gibi hareket ederdi. Banka soyup elinde paralarla Times Square’den geçse ki bu cadde New York’un en işlek caddesi, hiçbir polis tarafından fark edilmeden ülkeyi terk edebilirdi. Marcus düşüncelerinden sıyrılıp Edgar’a yöneldi. Bu sefer hepsinden farklı olacaktı. Banka soymayacaklardı ya da uyuşturucu kaçakçılığı yapmayacaklardı. Mezarlığa girip oradaki cesedi soyacaklardı…

Ellerinde kazma ve kürekler yolda ilerliyorlardı. Artık merkezden uzaklaşmışlar toprak bir patikadan yürüyorlardı. Sağ yanlarında orman tehditkâr bir şekilde uzanıyor, içerisi karanlığında ötesinde ayrı bir evrendi. Kimi zaman içerisinden bir şey hareket ediyor kimi zaman ise bir yıldız gibi ışık beliriyor ve yine o yıldızın gökyüzünde kayıp yok olması gibi karanlığa karışıyor. Gecenin soğuğu ciğerlerini yakıyor, boğazından asit gibi geçerken geçtiği her yere acı veriyordu. Yapmak zorundayım, diye düşündü Marcus. Yapacağım.

Mezarlık Ortaçağ’dan kalma eski yıkık bir yapısı vardı. Hem artık yer kalmadığı hem de çok eski olduğu için ölenler buraya değil şehrin batı yakasında ki yeni mezarlığa defnediliyorlardı. Defnedilme işlemi olmadığı için bu mezarlığın kapıları büyük birbirine dolanmış, zamanla yağmur ve kar yüzünden küflenip birbirine kenetlenmişti. ‘’Başka bir yol olmalı. Ya da onu bırak biz en iyisi bu işten vazgeçelim Marcus.’’ Edgar soğuktan titriyordu. Daha doğrusu titremesinin soğuktan ötürü olduğunu göstermeye çalışıyordu. Aslında tam aksine soğuk ona hiç etki etmiyordu. Onun titremesinin nedeni korkusuydu. ‘’Hayır. Yapacağız dediysek yapacağız. Papazın dediğini duydun. Çok zenginmiş. Altınlarıyla gömülmüş. Eh canlanıp çıkamadığına göre altınlar hala onunla beraber. Tek yapmamız gereken zavallıları o kadından ayırmak. Zaten yıllarca onunlaymış artık sahip değiştirme zamanları geldi…’’ Marcus mezarı açınca karşılaşacakları durumu düşünmeye çalıştı. Büyük ihtimalle kocaman ihtişamlı bir tabutu vardı. Tabuta da yine ihtişamına yakışır bir giysi ile konulmuş öyle de defnedilmiştir. Altınlarda çok uzakta olamaz. ‘’Kadın cadıymış diyordu ama…’’ Edgar bunu o kadar sessiz söyledi ki kendi bile zor işitti dediğini. Marcus ona boş boş baktı. Edgar ne kadar çabalasa oraya girmekten kaçamayacağını anladı. Marcus’un gözü dönmüştü. Tek istediği para, para ve daha çok paraydı. Homurdanarak kapıya yöneldi. Marcus da yanına gelip kapıyı kurcalamaya başladı. Yüzünde pis bir gülümseme vardı. Bu kapı nasılsa açılacaktı…

Yarım saatlik uzun bir uğraştan sonra kapı açılmıştı. Marcus elinde haritayla mezarlığın içinde yolları bulmaya çalışıyordu. Edgar ise sağı solu kontrol ediyor olası tehlikelere – vahşi hayvanlar, mezarlarından fırlayan zombiler hatta beyin yiyen uzaylılar- karşı küreğini sıkı sıkıya tutuyordu. Marcus olduğu yerden iki metre ileride aradığı şeyi bulunca zafer kahkahası attı. İşte oradaydı. Aradığı mezar. Yanına yaklaştı. Mezarlığın çok eski olmasına karşın bu mezar yeni ve temiz gözüküyordu. Akrabaları hala buralarda herhalde, diye düşündü Marcus. Taşın üzerinde ki otu çekip ismini okudu.

Minerva Jane O’Dowd
Doğum: 1402
Ölüm: 1424

’Çok da genç ölmüş. Yazık. Acaba altta ki yazının anlamı ne? Fransızca dinleseydim keşke…’’ Marcus bunu düşünürken Edgar bir şeylerden şüphelenmeye başlamıştı. Kötü bir şeyler olacaktı. Tüyleri ürperdi. Marcus ona güldü. Kazmayı aldı, ayağına yaslayıp ellerini ovuşturdu. Sıkıca kavrayıp yukarı kaldırdı. Sert bir hareketle nemli toprağa indirdi. Tam bu sırada gökyüzü birden aydınlandı. Ardından gök gürültüsü geldi. Marcus hiçbir şey olmamış gibi toprağı kazmaya devam etti. Kazarken bir şarkı söylemeye başladı…

’Edgar hadi ama çıkan paradan pay istiyorsan sen bana yardım etmelisin. Sen değil miydin o parayla kendine neler alacağını sayıklayan. Ne o konuşmuyor muyuz, neden cevap vermiyorsun?’’ Arkasını döndüğünde Edgar orada değildi. Korkak kesin kaçtı, diye düşündü. Onun için daha iyiydi. Altınları bölüşmek zorunda kalmayacaktı. Kısa günün karı. Hızla küreği alıp kazağı toprağı kenara çekti. Son birkaç kürekten sonra tabutun parlak yüzeyi ay ışığında aydınlandı. Hızla etrafından kazıp onu ortaya çıkardı. Tam tahmin ettiği gibi ihtişamlı büyük bir tabuttu. İçinde sadece kemiklerin olması onu sevindirdi. Minerva şişko biride olabilirdi sonuçta. Onu kaldırması değil tek başına Edgar buradayken bile kolay olmayacaktı. Tabutu topraktan çıkardı. Üzerini temizleyip derin bir nefes aldı. Zengin olma vakti. Tabutun kilidini buldu kürekle kırıp ondan kurtuldu. İki eliyle yüklenip kapağı kaldırdı.

Tabutun içi boştu. Ne altınlar, ne giysi ne de bir kemik yığını, bomboş... İçinden bir küfür savurdu. İhtiyar papaz bize oyun oynamış. Bir an aklına dank etti.

’Ah! Egdar! Kesin o çaldı! Onun olduğunu anlamamam içinde daha tabutu açmadan ortadan kayboldu. Oysa ben ona güvenmiştim ne kadar da aptalım.’’ Eliyle kafasına vurup kendine sürekli ahmak diyordu. ‘’Evet, kesinlikle sen kocaman bir ahmaksın...’’ Ses içine işlemişti. Tüyleri ürperdi. Arkasını dönüp karışışındaki manzaraya hayranlıkla baktı. Yirmili yaşlarda tanrıça gibi güzelliğe sahip bir bayandı. Sarı saçları bukleler halinde beline doğru iniyor adeta ay ışığında parlıyorlardı. Gözleri daha önce hiç görmediği insanın delip geçen büyüleyici bir maviliğe sahipti. Dolgun pembe dudakları küçümser bir edayla yukarı kıvrılmıştı. Elbisesi beyaz ipektendi. Hafif rüzgâr olmasına karşın onun çevresinde hiçbir doğa olayı devam etmiyor onu es geçiyor gibiydi. ‘’S...Siz… Kimsiniz?’’ Konuşmakta güçlük çekiyordu. Şuan yaşadığı anı ömrü boyunca unutamazdı. ‘’Ben kim miyim? Dön de bir arkana bak. Ben Minerva’yım.’’
Marcus şok olmuştu. Hayır, hayır. Bu gerçek olamaz. O ölü. Ölmüştü çok önceden ölmüştü. Yaşaması imkânsızdı. İtiraz etmek bağırmak ondan kaçıp uzaklaşmak istiyordu. Fakat içindeki erkek orada kalıp ona sahip olmak istiyordu. Sadece ‘’Ama sen ölüsün…’’ diyebildi. Minerva bi kahkaha attı. Gülümseyip konuşmaya başladı. ‘’Artık sende öylesin…’’ Aniden korkunç bir ışık patlaması oldu ve yine geldiği hızla yok oldu. Bir yıldız daha kayıp karanlığa karıştı…

Not: RP 1.5 Senelik ^_^
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 

Alison Argent

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: eğlence ekspresi :: Süpürge Dolabı :: Rp Dışı :: ...-