Cherry J. Mabelle
Mesaj Sayısı : 18 Gerçek Adı : Jazzmine
| Konu: Cherry Çarş. Mayıs 22, 2013 11:18 pm | |
| [Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]Ad-Soyad: Cherry J. MabelleDiğer karakterleriniz: Bryan, Vera, RoyKarakteriniz1. Seçilmek istediğiniz bina(-lar): En az Gryffindor, Ravenclaw, Hufflepuff2. Sınıf: VI. Sınıf3. Kan Durumu: Safkan4. Karakteriniz ve Geçmişi: Mutlu bir anne babanın ilk çocuğu olarak dünyaya gelen Cherry, ebeveynlerinin bu özelliklerini kendine ilke edinmiştir. Okul bittiği gibi evlenip bir ay içinde ilk çocuğunu kucağına alacağından habersiz, Hogwarts koridorlarında gece vakti gezinir. Güzel kadınlar portresinin altında sevgilisiyle kaymak birası içmekten ve geceleri yıldızları seyretmekten hoşlanır. 5. Güçlü: KSKS6. Zayıf: İÖrnek RoleplayÖrnek Rp: - Spoiler:
Sanat veya sanatçıyı değil de, galerilerde tanışmanın hayalini kurdukları kendilerine denk kitlenin hayalini kuran onlarca insanın arasında, Çığlık portresine benzeyen resmin önünde durdular dakikalarca. Ressam, portrenin Çığlık’la benzerliği olmadığını her konuğa ayrı ayrı anlatmaya çalışsa da, oldukça sorun olan ve galerinin saygınlığını düşüren resmi sergi sonrası yakacaktı. Resim yanacaktı, önünde yaşananlar unutulacak mıydı? Bir yıl boyunca hiçbir haber vermeden ve haber almadan Sibirya’da inzivaya çekilen Bryan affedilebilir miydi? Yeryüzünde yaşayan tüm dinlerin kitaplarında eziyetin tanrı katındaki yeri nefretlerle anlatılır. İsa’nın zulmedenlerin yanında olmayacağı, Muhammed’in onları ümmetine kabul etmeyeceği yazılır. Bryan inanmadığı dinlere karşı gelirken, ahlak yasaları onun için işliyor muydu? Ona eroin kadar bağımlı Alexis’i yapayalnız bıraktığında, yüzme öğreteceğine söz verdiği küçük bir kızı havuza can yeleksiz atmış kadar olmuş muydu? Ya da, yeryüzüne inen bütün peygamberler onun üzerine düşeni yaptığını mı söylerdi? Bir konsey toplansa Bryan yardıma ihtiyacı olan Alexis’e yardım ettiği için kahraman mı ilan edilir? Bağlanmak suç mudur ve Alexis Bryan’a tüm benliğiyle bağlanarak yeryüzündeki büyük suçlardan hangisini işlemiştir? Alexis’in çaresiz bakışlarını diktiği yorgun Bryan’ın çehresine baktığında görülen pişmanlık –elinde olmadığı halde yaşananların sorumluluğu- yüzünden okunabilirdi. Sunday’le kavuştuğu neşesi, tekrar solmuştu. Onu görmeye bile katlanamadığı tahmin ettiği Alexis’in Cosby’nin koluna başına gömmesi ve gözyaşlarını saklaması… İşte bu beklediği bir şey değildi. Kendinden böylesine uzaklaştığını görmeyi tahmin etmiyordu. “Gitmek istiyorum… Evime gidelim.” Kimi zaman tek bir harf onlarca şeyi anlatır ya, işte öyleydi. Bryan’ın kayıp listesine bir yenisi daha eklenmişti: evi. O evde ona yer kalmış mıydı? Zaten bir sıfır yenik başlayan Bryan’ın bu maçı alabilmesinin bir yolu yeryüzünde mevcut muydu? Çünkü eğer mevcutsa tüm şartları zorlayıp o yolu bulurdu. Aslında aklından bu cesaretlendirici sözler ve teskin edici gelecek kehanetleri geçse de, Alexis’e baktığında hiç de umutları yeşermiyordu. Genç kadın yüzüne bakmıyordu. Bryan’ı görmek onu memnun etmemişti hatta içinden gerçekten ölmüş olmasını diliyor bile olabilirdi. Bu durumda Bryan ne yapabilirdi? “Evimden git benimle yaşamak istemiyorsan diyebilir miydi?” Hayır. Buna hakkı olmadığının öylesine farkındaydı ki, lanet olası Yezid’e, kendisine bulaştığı için okkalı bir küfür savurdu belki milyonuncu kez. Mutlu olmuş, aşka böylesine yaklaşmışken kaybetmek zorunda mıydı? Hiç yaşamamalıydı. Bu yüzden korkuyordu bağlanmaktan. Onu kaybetmekten korkuyordu ve bu bir zaaftı. “E-eve gidelim mi? Ama gelmek istemiyorsanız sorun değil. Gerçekten…” Bu sefer Alexis’in konuştuğu kişinin kendisi olduğunu bilmek yüzüne belli belirsiz bir gülümseme kondurması için yeterli oldu. Umut vardı. Ölmüş olmasını dilemiyordu. Yalnızca Bryan’ın hatasını düzeltmesini ve eskiye dönmeyi istiyordu. Eğer onu tanıyorsa, doyasıya konuşmayı ve huzurla uyumayı istiyordu. Bir de sevilmeyi. O kadar... Eve gitmeyi memnuniyetle kabul etti, Cosby’e Sunday’i almasını ve çok soru sormamasını söyledi ve eve gittiklerinde etrafına özlemle bakındı. Özenle aldığı portrelere, Alexis ilk kez geldiğinde oturduğu kanepeye, şöminenin önündeki minderlere ve Statham’ın kırmızı eskimiş terliklerine uzun uzun baktı. Bir yıl kaçırmıştı. Cosby, Statham, Amélie ve -Bryan o zamanlar itiraf edemese de- en önemlisi de Alexis olmadan geçirilen bir yıl yaşamıştı. Kayıp bir yıl. Ah hayır, böyle söylememek için kendisine söz vermişti. O bir yıl ona Sunday’i katmıştı.
Dışarıdan gelen sokak lambalarının ışığında, ilk gece olduğu gibi dikildiler karşılıklı. Bryan hareket etmeye cesaret bulamıyor, her an suratında patlaması muhtemel bir tokadı, bir sinir krizini ya da bağırışları bekliyordu. Kendini en kötüsüne, bir lanete maruz kalmaya dahi hazırlamışken, üzerinde bir ağırlık hissetti. Olması gerektiğinden çok daha hafif, kuş gibi, rahatlatan, tanıdık bir dokunuş… Alexis’in kollarını boynunda, başını boynunda ve ellerini saçlarında hissettiğinde evinde olduğu hissini gerçek anlamda yaşadı. Alexis’i kaybetmemişti. Belki büyük hasarlara yol açmış bir ayrılık yaşamışlardı; fakat kesinlikle kopmamışlardı. Bryan Alexis’e hiç olmadığı kadar sıkı sarılıp şampuanının beynindeki koksunu ve saçlarının dudaklarındaki yumuşaklığının verdiği hissi belleğindekilerle karşılaştırırken, ona dair her şeyin hatırındakinden daha güzel olduğunu fark etti. Burnundan kokusu gitmişti, oysa taze vanilya yaprağı kokuyordu. Saçları dokununca yumuşaktı; fakat dudaklarıyla hissedince daha yumuşak… Bedeni incelmişti. Dokunduğunda kırılganlığını son raddeye kadar hissettirir olmuştu. Kaç günde bir yemek yiyordu? Uyuyor muydu? İnsancıl herhangi bir faaliyette en son ne zaman bulunmuştu? Özlemiş miydi? “Sizi çok özledim… Gitmeyin lütfen. Beni bırakmayın, beni bırakmanızı istemiyorum. Yasak olmalı bu… Çünkü çok acıyor.”Başını kaldırıp Bryan’a yaşlı gözlerle baktı. Hıçkırıklar nefesini tüketmişti, ayakta durabilecek gibi görünmüyordu ve loş ışık altında dahi zaten beyaz olan teninin iyice açıldığı ve galeriden bu yana toparlanamadığı görülüyordu. Ona bunca acı çektirmiş miydi gerçekten? Bunu yapabilmiş miydi? “Düşmek istemiyorum... Sizi seviyorum.” Gür sesle başlayan cümle bir fısıltıya dönüşürken, Bryan ilk kez duyduğu ve şaşkınlıkla karşıladığı kelimelere mi; yoksa Alexis’in su gibi akan bedenine mi odaklanması gerektiğini bilemedi. Sonucunda, belki de hayatında ilk kez bencillik yapmayarak kendi mutluluğuna değil, Alexis’in iyiliğine karar verdi. Kendini salıvermiş vücudunu kolları arasına aldı ve koltuğa yatırıp, yanına oturdu. Gözleri kapalıydı, saçları yüzüne geliyordu, ellerini Bryan’ın ellerinden çekmiyordu. Gitmeyeceğinden emin olamıyordu. Bryan’a olan güveni kırılmıştı. Ya da, Bryan öyle hissediyordu. Eğilip dudaklarını bir kez öptü ve öpücüklerini yanaklarında gezdirdi. Onu sevdiğini söylemişti. İlk kez. İlk kez Bryan’a biri onu sevdiğini söylemişti. Yani, Bryan’ın da duymak isteyeceği şekilde. Alexis tarafından sevilmek isterdi; çünkü Alexis’in gitmesini istemiyordu. Alexis’in daima hayatında olmasını istiyordu, bu yüzden aşk gibi bağlayıcı bir duygu işini kolaylaştırırdı. Kendi karışık duygularını çözümlemeyi ise sonra düşünecekti. O anda, zamanın tadını çıkardı, kadının yanına uzandı. Küçük koltukta, sarmaş dolaş olmuşlardı. Alexis’in yüzü, hemen karşısındaydı. “Sibirya’da geçirdiğim her günde, keşke Alexis de yanımda olsaydı” dedim.Bir daha gitmeyeceğini ve zaten gitmeyi kendisinin istemediğini de içinden ekledi. “Döndüğümde beni unutmamış olman için çok dua ettim. Statham duası.” Ah, evet bu bencilliği gerçekten yapmıştı. Eridiğini gördüğünde onca üzüldüğü Alexis’in, ölümünden pek de etkilenmediğini görmek istememişti. Biraz olsun üzülmesini istemişti. Çünkü o üzgündü. Alexis’in yaşadığını bildiği halde yanında olamadığı için üzgündü. Unutulma korkusu bu yüzdendi. Alexis’i tanısa dahi, uzaklarda yaşayanların hep yaşadığı o korku… Cümlesine biraz ironi katıp gülmeye çalışsa da, başaramadı. Garip sesler çıktı şen kahkahaları yerine. Alexis’e sarıldı onun yerine. Tüm hatalar onunlayken affediliyordu. Peygamberler artık Bryan’ı da haklı bulabilirdi.
|
|