AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

Paylaş
 

 frankie and the seven dwarfs

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Frankie Chandra

Frankie Chandra

Mesaj Sayısı : 46
Gerçek Adı : Selis

frankie and the seven dwarfs Empty
MesajKonu: frankie and the seven dwarfs   frankie and the seven dwarfs EmptySalı Eyl. 17, 2013 10:03 pm




KISIM I.
Altı sene önce, Frankie on yaşında.
Mutfaktan gelen kurabiye kokusunu aldığında küçük kız babasının odasını sessiz bir şekilde karıştırmakla meşguldü. Şimdiye kadar buldukları yalnızca birkaç değerli saat, yatağın üzerinde atılmış birkaç parça pahalı takım elbise ve bir içi dolu cüzdandan ibaretti. Buraya geldiğinde bulmayı umduğu şeyler değildi bunlar, gerçi sıradan ve küçücük bir kızın bulmayı umacağı tek şey oynayabileceği şirin ve küçük şeyler olabilirdi. Ancak Frankie Chandra sıradan bir küçük kız değildi, yaşına göre çok fazla şey yaşamıştı ve biliyordu ve orada aradığı şey kesinlikle oyuncak değildi. Babasının dolap odasına girerken, dadısı Laila'nın yukarı çıkıp ona kurabiyelerin hazır olduğunu ve aşağı onunla beraber inmesini söylemesinin yakın olduğunu biliyordu. Bu yüzden acele etmeliydi, bugün Laila'yı üçüncü kez mutfağa bir şeyler yapması için gönderişiydi ve ilk iki girişiminde babasının odasında dakikalar geçirmesine rağmen bir şey bulamamıştı. Dolap odanın karanlıklığı Frankie'yi normalde deli gibi korkuturdu, ancak küçük kız yapması gereken şeyi bildiğinden ve bu konuda kararlı olduğundan, yalnızca o an için hiçbir şey onun yoluna çıkamazmış gibi hissediyordu. Minik adımları odanın ortasına geldiğinde durdu ve deli gibi çarpan kalbi nefes almasını zorlaştırırken, bakışlarını kıyafetlerin altına neredeyse saklanmış olan sandığa çevirdi Frankie. Yutkunarak, minik parmaklarını sandığın kıyafetlerin örtmediği yerlerinde gezdirdi. Tozlu ve kirliydi, babası bu sandığı ne kadar sıklıkla açıyordu acaba? "Frankie!" Laila'nın adını seslendiğini duyduğunda olduğu yerde sıçraması ile telaşla sandığı açmaya çalışması bir olmuştu. Neyse ki sandık fazla ağır değildi ve kolayca açılmıştı, Laila'nın onu burada bulursa her şeyi babasına anlatacağını biliyordu, bu yüzden çabucak alabildiği kadar şeyi alıp kalın hırkasının içine saklamalıydı. Tuhaftı, nedense o sandık içindeki her şey değerli gözüküyordu gözüne. Mektuplar... Birkaç resim ve resimlerin içinden çıktığı her halinden belli olan bir resim albümü. Bunları nasıl başarılı bir şekilde gizleyeceğini bilmiyordu ancak Frankie hepsini bir şekilde hırkasının altına gizlemeyi başardı. Dışarıdan muhtemelen mutasyona uğramış minik bir canavar gibi görünüyordu. Sandığı kapatırken hırkasından aşağı kenarları sarılaşmış bir fotoğraf düştü, aynı zamanda babasının odasının kapısı da açılmıştı. Ancak Frankie fotoğraftaki kadına öyle dikkatini vermişti ki, içeri giren Laila'nın kısık bir sesle "Frankie?" dediğini bile duymamıştı. Küçük kaşlarını çatarak eğildi ve fotoğrafı elleri arasına aldı.  Fotoğraftaki kadının kızıl saçları vardı ve arkasını dönmüş olduğu balkon trabzanına yaslanmıştı, hava kapalıydı ve kadının uzun ve dalgalı saçları bir yana savrulmuştu. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı, gözleri sıcacıktı ve... Karnı kocamandı. Sanki... Sanki şey gibi... Laila ne demişti? "Frankie? Burada ne yapıyorsun?" diye sordu Laila sakin bir sesle, ses tonu sanki seninle-ne-yapacağız-biz der gibiydi. Frankie yeşil gözlerini fotoğraftan kaldırdı ve hırkasının içinde, karnına bastırmış olduğu eşyalara daha da sıkı sarıldı. Laila'nın gözleri otomatik olarak karnına gitmişti, "Onlar da ne öyle, ne saklıyorsun?" diye sorması uzun sürmedi. "Hiç." Frankie sözcük ağzından düşerken aynı zamanda omuz da silkmiş ve ardından hemen odasına doğru koşturmaya başlamıştı. Fotoğraftaki kadının kim olduğunu anlamaya başlamıştı, ancak emin olamıyordu. Daha önce hiç annesinin resmini görmemişti, babası ona göstermemişti. Bu annem olabilir mi? Ama annesi değilse babasının sandığında resminin işi neydi ki? Odasının kapısını kilitledi ve yatağına doğru yürüdü Frankie. Kapı kilitlemeyi iki sene önce öğrenmişti ve o zamandan beri ne zaman bunu yapsa hem Laila, hem de babası buna çok kızıyorlardı. Ama o sırada kilitlemek zorundaydı işte. Yoksa Laila bulduklarını elinden alırdı ve Frankie yine hiçbir şey öğrenemeden öylece kalırdı.

Hırkasının önünü yumruk şeklinde sıktı ve öne doğru uzattı, bulduğu fotoğraf, mektuplar ve albüm yatağın üzerine döküldüğünde küçük kız da yatağında bağdaş kurdu ve dudaklarını kemirerek önce fotoğrafları eline aldı. Bu sefer elinde tuttuğu fotoğrafta babası da vardı, çok daha farklı görünüyordu ancak Frankie kendi babasını tanıyabilirdi. Bu Ryder Chandra'ydı ve yanındaki de, az önceki fotoğrafta gördüğü kızıl saçlı kadındı. Bu sefer karnı o fotoğraftaki kadar kocaman değildi ve narin bedeni Ryder'ın beline sarılmıştı. Frankie babasının son derece mutlu olduğu zamanlardaki gülümsemesi ile baktığını fark etti, bu gülümseme beraber film izlediklerinde, evde son ses müzik açıp dans ettiklerinde ve beraber bir şeyler yaptıklarında yüzünde olurdu hep adamın. Frankie'ye ilk Tim Burton filmlerini izlettiğinde babasının ne kadar mutlu olduğunu görmüş ve kendisi de mutlu olmuştu küçük kız. Çünkü o böyle bir kızdı, başkaları mutlu olduğunda kendisi de mutlu olan, başkalarını mutlu etmek için sürekli çabalayan. Laila ne zaman Fransa'daki küçük kızlarını özlese ve odasında sessizce ağlasa, Frankie yanına gider, ona sarılır ve tek bir cümle söylerdi. "Ben de senin kızınım." Ve Laila ağlamayı bırakıp, Frankie'ye sarılır, ardından birlikte bahçede oyun oynamaya giderlerdi. Laila'nın kocası ve kocasının annesi, kadının kızlarını almasına ve onları görmesine izin vermiyorlardı. Bunun acımasızca olduğunu düşünüyordu Frankie. Nasıl bir adam ve kadın, bir başka kadını çocuklarından ayırırlardı? Tanrı da onlar gibi miydi? Frankie'nin annesini görmesine ve annesinin de Frankie'yi görmesine izin vermemişti ve vermiyordu. Ama hayır... Bu aynı şey değildi. Frankie'nin annesi ölmüştü. Frankie yüzünden. Ne babası, ne de doğduğundan beri onunla beraber olan Laila ona böyle bir şey söylemişti ancak Frankie annesinin onun doğumunda doğduğunu öğrendiğinden beri gizliden gizliye bunun kendi suçu olduğunu düşünüyordu. Fotoğraf albümünü açtı ve içinde yapıştırılmış fotoğrafları teker teker inceledi Frankie. Kızıl saçlı kadın-annesi-, babası ve babasının yanında yine hiç tanımadığı ancak babası ile çok samimi olduğu belli olan bir adam. Bir sonraki fotoğraf, farklı bir mekandaydı ancak yine aynı üç kişi vardı. Sonraki bütün sayfalar, babası ve o adam, babası ve kızıl saçlı kadın, babasıi kızıl saçlı kadın ve o adamın fotoğrafları ile doluydu. Fotoğraflara baktıkça adamla ilgili tanıdık gelen bir şeyler olduğunu fark etmişti Frankie, sanki uzun zaman önce rüyasında gördüğü bir adamdı, belli belirsiz. Ama kesin olarak tanıdığı tek kişi babasıydı ve babasının onların yanında bu denli mutlu olduğunu görmek Frankie'yi nedensiz bir şaşkınlığa düşürmüştü. Onu bu derece mutlu eden iki insanı tanımayı öylesine istiyordu ki... Annesini tanıması mümkün olmasa da, bu adamı tanıyabilirdi Frankie. Bu adam da ölmüş olamazdı değil mi? Belki babasından isteseydi... Hayır. Bunları bulduğunu babası bilmemeliydi. Bilirse çok kızardı, biliyordu Frankie. Fotoğrafları özenle albümün içine yerleştirdikten sonra, önündeki mektuplara yöneldi Frankie. Bu sırada kapısı tıklatılıyordu. "Frankie, lütfen içeri girebilir miyim?" Frankie elindeki mektuplara bakmayı bırakıp kapıya döndü ve iç çekti. "Giremezsin Laila," diye seslenirken tekrar mektuplara döndü. "Üzgünüm," diyişi bir mırıltı şeklinde çıkmıştı, Laila'nın duyduğunu sanmıyordu. Önüne gelen ilk mektubu açtı ve fısıldayarak okumaya başladı. Okumayı daha yeni öğrenmişti.


    "Ryder, lafı dolandırmayacağım. Bu konuda onu daha fazla suçlayamazsın. Bir kerelik yapılmış bir hataydı ve sebep olduğu şeyler için üzgünüm. Ancak bunu aramızda saklar ve herkese farklı bir şekilde anlatırsak... Bence zamanla biz bile bu yalana inanabiliriz. Ben böyle olmasını istiyorum. Çünkü sana benzemiyorum. Sen sorumluluk sahibisin... Ve Lily için doğru olan kişisin. Bunu Lily de biliyor, sen de biliyorsun ve ben de biliyorum. Bense düzene bile karşı biriyim! Kafamdan neler geçiyordu bilmiyorum ancak, lütfen kardeşim, beni affet ve Lily'i bırakma. Yapacağın son şey bu olmalı. Bana sırtını dönsen bile, ona dönme. Onu deliler gibi sevdiğini biliyorum ve bunu yapmanın hem onun için, hem de senin için ne kadar zor olacağını biliyorum. Bu yüzden yapma. Bu, hayatınızdan çıkmadan önce senden istediğim son şey. Seni sevdiğimi biliyorsun kardeşim, kendine iyi bak."


    "Merhaba Ryder, uzun zaman oldu. İyi olduğundan emin olmak istedim sadece... ve kendimin de iyi olduğunu belirtmek istedim. Ben... Lily ve bebeğe olanları duydum. Daha doğrusu Lily'e olanları. Çok üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm. Bana cevap yazmayı reddediyorsun ve tıpkı dediğim gibi ben yokmuşum gibi davranıyorsun ancak... Ryder, ben gelmek zorundayım. Geri gelmek zorundayım. Lily'i son bir kez görmek ve... bebeği de görmek istiyorum. Biliyorum, bir daha gelmeyeceğime söz vermiştim ve biliyorum, geri dönmem senin için kolay olmayacak. Ama bu sefer gerçekten söz veriyorum, bu son kez gelişim olacak, ona veda etmeme izin vermelisin. Eğer bunu yapamazsam yaşamamın bir anlamı kalmaz. Sana hep bu konuda rahatmışım gibi davrandım, sanki yaptığım hatayı yaparken aklım yerinde değilmiş gibi. Ama aklım yerindeydi Ryder. Üzgünüm. Ama öyleydi. Lily'i sevdim, gerçekten çok sevdim.


    "Yeğenimin birinci yaş doğum günü. Ona benden bahsetmemiş olabilirsin. Ancak ben sizi unutmadım, bir an bile. Hep aklımdasınız. Ama merak etme, söz verdiğim gibi sizden uzak duracağım, sen istemediğin sürece hayatınıza girmeyeceğim. Ah, bu arada belki sen de merak ediyorsundur diye söylüyorum... Amerika harika. Yazarlık da iyi gidiyor, büyüden ve büyücü dünyasından uzak kalmak gerçekten rahatlatıcı. Belki sen de denemelisin, belki de buraya taşınabilirsiniz ve ben Francesca ile tanışabilirim. Ne dersin? Elbette reddedersin. Ama ben bunu umut etmeye devam edeceğim. Sana yazmak güzeldi kardeşim, sizi seviyorum."


"Frankie? Lütfen içeri girmemize izin ver." Babasının sesi ile irkilen ve mektupların içinden çıkıveren Frankie kapıya döndü tekrar. Babasının sesini duymak gözlerinin dolmasına neden olmuştu. Bu mektuptaki adam, neydi adı? Frankie mektubu ters çevirdi ve gönderen kişinin adını okudu, Jax. Jax resimlerdeki adam ve aynı zamanda amcası olabilir miydi? Eğer öyleyse bunu kendisinden saklamış olduğu için babasını asla affetmeyecekti. Nasıl olur da babası ona söylemezdi, nasıl olur da kızın hayatı boyunca amcasından habersiz yaşamasına neden olurdu? "Frankie, kapıyı aç!" Frankie yavaşça yatağından kalktı ve dolabının kapaklarını açtı. O sırada güvenli ve huzur verici tek yer orası gibiydi. Hem tamamen karanlık da olmazdı, kapaklar arasından içeri ışık süzülür ve Frankie'nin korkmamasını sağlardı. Kapakları kendisine doğru çekerken ahşap tiz bir ses çıkardı ve Frankie giysilerinin ortasına yerleşti. Kapakları kapattı ve babasının dakikalar boyunca kapıyı çalışına ve kapıyı açmayı söyleyişine kulaklarını kapatıp bir melodi mırıldanarak karşılık verdi. Bu melodiyi babası öğretmişti ve annesi ile bağlantılı tek şeydi. Bir gece yatmadan önce annesi ile ilgili bir şey öğrenmek istediğinde, babası ona bu şarkıyı söylemişti. "Hamileyken, seni geceleri yatmadan önce hep bu şarkı ile uyutacağını söylerdi." Ölmeseydi. Benim yüzümden. Annem benim yüzümden öldü. Gözleri yanıyordu ve Frankie daha ne kadar dayanabileceğini bilmiyordu. Her zaman ağlamamak için çaba sarf ederdi. Her zaman acısını içine atmaya çalışırdı. Bak sana ne kadar yararı oldu.

Kapının sertçe açıldığını duyduğunda nefesini tuttu ve dolap aralığından içeri giren babasını seyretti. Adamın belli belirsiz görebildiği yüzü endişe ve üzüntü ile kasılmıştı, dişlerini sıkıyordu ve sonunda, dolaba bakmak aklına gelmişti. Kapaklar yavaşça açılırken, o birkaç dakikada bile karanlığa ne kadar alıştığını fark etti Frankie, odasındaki ışık gözlerini kısmasına neden olmuştu. Kendine sarılmış bir halde, başını yukarı kaldırdı ve babasına baktı. Kesinlikle resimlerdeki gibi mutlu görünmüyordu ve küçük kız bir daha öyle mutlu görünüp görünmeyeceğini merak etti bir anda. Ancak adam rahatça bir nefes verdi ve eğilip Frankie'yi kolları arasına aldı. Minyon bir yapısı olduğundan on yaşına gelmiş olmasına rağmen kolaylıkla taşınabiliyordu. Babası ona sıkıca sarılırken, Frankie kollarını göğsünde kenetlemeyi tercih etti. Kapıya doğru kayan gözleri Laila'nın da orada olmasını beklemişti ancak kadın orada değildi. Babası yatağın kenarına oturduğunda Frankie'yi kendisine çevirdi ve kızı minik omuzlarından tutarak konuştu. "Seninle ne yapacağız biz?" Frankie duyduklarına şaşırmıştı, babasının ne demek istediğini anlamadığı o garip anlardan birini yaşıyorlardı yine. Babası Frankie'ye tekrar sarıldığında, küçük kız da dayanamayıp kollarını adamın boynuna doladı. Ancak içini kemiren bir sürü soru vardı ve onları sormak zorundaydı. Babası aklını okumuş gibi ondan önce davrandı. "Üç soru hakkı, hemen şimdi. Ve bir daha odama girip eşyalarımı karıştırmayacak, bu konu hakkında bilgi edinmeye çalışmayacaksın. Anlaştık mı?" Frankie gözlerinin yeniden neden dolduğunu bilmiyordu, sinirden mi, yoksa üzüntüden miydi? "Frankie," dedi Ryder ve kızını göğsünde bastırdı. "Sana hiçbir şeyden bahsetmememin bir sebebi vardı. Şimdi, üç soru." Frankie burnunu çekti. Bu oyunu daha önce de oynamışlardı, bir kez. Annesi ile ilgili üç şey öğrenmek istemişti ve kadının harika bir çellist, aşçı ve berbat bir dansçı olduğunu öğrenebilmişti. Bunlar yeterli değildi ve Ryder Chandra bu oyunda Frankie'den daha akıllıca davranıyordu. Soracak onca şey varken, üç soru hakkı olması ve iyi bir cevap alabilmek için akıllıca bir soru seçmesi gerçekten zor olacaktı.

Ama biraz düşündükten sonra ilk sorusunu sordu Frankie. "O adam, amcamı görebilecek miyim?" Ryder derin bir nefes aldı ancak yanıt vermesi Frankie'nin sorusunu sorması kadar uzun sürmemişti. "Muhtemelen hayır. Ben ölürsem belki cenazeme falan gelebilir. Bu onun tarzı." Frankie doğruldu ve kaşlarını çatarak babasına baktı. "Ama sen ölmeyeceksin. Yani ben amcamla hiç..." Az daha aynı soruyu tekrarlayacağını fark ederek aniden sustu ve Ryder'ın muzip gülümsemesine dudaklarını büzerek karşılık verdi Frankie. Üç soru oyununda ağızdan çıkan her soru, soru sayılırdı. Ne kadar da acımasız bir oyundu! "Yani ben amcamla hiç tanışamayacağım." Ryder başını yana eğdi ve güldü. "Öyle galiba." Frankie gözlerini kıstı ve diğer sorusunu düşünmeye başladı. "Mektuplarda amcam ne için üzgün olduğunu söyleyip duruyordu?" Onu neden hayatından çıkardın? Ryder'ın yüzündeki rahatlama ifadesi yerini yeniden gerginliğe bırakırken, adam kızını yanına oturttu ve yavaşça ayağa kalktı. Elleri yumruk şeklini almıştı ve Frankie ona mektubu hatırlatmanın kötü bir fikir olduğunu anladı. "Gidip kurabiye yiyelim," dedi Ryder dişlerini sıkarak. Frankie itiraz etti, "Ama baba, iki soru hakkım-" "Frankie," dedi Ryder sesini yükselterek ve Frankie'nin olduğu yerde sinmesine neden oldu. "Gidip kurabiye yiyelim," derkenki sesi çok daha yumuşaktı ve Ryder bariz bir çaba ile yüzüne rahat bir ifade yerleştirmeye çalışarak kızına elini uzatmıştı. Frankie dudaklarını birbirine birleştirdi ve babasının elini tuttu. Onunla beraber kurabiye yemeye gidecekti ve ona bu konuda bir daha asla soru sormayacaktı. Ama oyunu benimle gerektiği gibi oynamadığı için, ben de verdiğim sözü tutmayacağım. Ne olursa olsun, Frankie öğrenecekti. Amcasını tanımadan neden senelerce yaşadığını ve yaşamak zorunda olduğunu, babasının neden onu hayatından uzak tutmak istediğini. Bir gün, diye geçirdi içinden Frankie. Bir gün her şeyi öğreneceğim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 

frankie and the seven dwarfs

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: eğlence ekspresi :: Süpürge Dolabı :: Rp İçi :: 2. Sezon-