......"Kalkın, kalkın. Bugün Mitoloji var!" Ravenclaw'dan bir mitoloji meraklısının bağırışı ile uyandı Jordoan. Daha erken gibiydi, ailesinin yeni gönderdiği sihirli kol saatine baktığında dersin başlamasına bir buçuk saat olduğunu gördü. Telaşlı bir şekilde cübbesini giydi. Jordoan'ın bir derse yalnızca hazırlanması bile yarım saat alırdı. Kahvaltı için büyük salona indi. Tekrar çıktığında Mitoloji meraklısı Ravenclaw çocuk çantasını sırtına geçirmiş, elinde kocaman bir kitap ile yatağında oturup okuyordu. Jordoan çantasını komodinin üstünden alıp birkaç ders kitabı ve mitoloji ile ilgili hikaye kitaplarını doldurdu. Her zamanki gibi geçen senenin Mitoloji ders notlarını okumaya koyuldu. Aslında bu işe yaramazdı çünkü Profesör Bryce Hawkman her zaman şaşırtıcı fikirler bulmayı başarmıştı. Çantasını eline alıp V. kattaki mitoloji dersliğine doğru yola çıktı. Vardığında dersin başlamasına üç dakika kalmıştı. Acele ile boş bir yere oturdu ve çantasındaki kitapları sırasına yığdı. Bunu öyle sesli bir şekilde yapmıştı ki bütün sınıf her ders en az bir kere yaptıkları gibi Jordoan'a akıl hastası gibi bakmıştı. Jordoan onları takmamaya çalışarak hikaye kitaplarından bir tanesini eline aldı ve kaldığı yerden okumaya devam etti. Birçok kitabı aynı anda devam ettirme becerisine sahipti. Dakikalar geçti ama Profesör Bryce gelmedi. Jordoan sınıfın ortasında duran kapıya hiç dikkat etmemişti ama dikkatle baktığında kapının orada olmaması gerektiğini anladı. Üstelik sınıf kapısında da çatlaklar vardı. Jordoan parçaları birleştirmeye çalışsa da pek bir şey çıkaramadı. Ders başlayalı dört beş dakika olmuştu ki sınıfın ortasındaki kapı açıldı ve Profesör Bryce Hawkman kapıdan çıkarken
"Görüşürüz İsis." Dedi. İşte o an Jordoan'ın aklına bir fikir geldi. Bu kapı ya başka bir yere giden bir anahtardı ya da bir sanal gerçeklik kapısı. İkinci fikir Jordoan'ın aklına daha çok yatmıştı çünkü Profesör elleri kapıda, uçarak değil kapının içinden gelmişti.
"Ah güç bağımlısı kadın." Diye söylendi. Sınıfa baktı ve ardından kol saatine baktı. Daha erken geleceğini düşünmüş olmalıydı. Yanılmıştı. Biraz dikleşip ciddi bir hal aldıktan sonra
"Selam. II. derse geçte olsa başlayabiliriz," dedi ve sınıfın ortasında anormalce duran kapıdan uzaklaşıp sol taraftaki masaların yanına gitti.
"Bugünkü dersimizi bu kapı sayesinde işleyeceğiz. Bu kapının ne olduğunu tahmin edebilen var mı?" Jordoan yılların oluşturduğu refleksi ile elini kaldırdı ama Profesör başka bir çocuğun sorusunu cevaplamasını istedi.
"Bir sanal gerçeklik kapısı efendim," çocuğun doğru cevap vermesi nedense Jordoan'ı kızdırmıştı, kendisi kalksaydı kendisi doğru cevap verecekti.
"Binana iki puan evlat." Çocuk yerine oturunca Profesör yeni bir soru sordu "Peki bana bu kapının ne işe yaradığını anlatabilecek olan var mı?" Jordoan tekrar elini kaldırdı ama bu sefer de bir kız kalkmıştı
"Kapıdan girilmeden önce nereye ya da nasıl bir yere gitmek isteniliyorsa orası hayal edilirse gerçek olmasa bile kapıdan geçince sizi oraya götürür. Eğer hayal edilmezse kapı normal bir kapıdan farksızdır." Yine bir doğru cevap daha.
"Binana üç puan genç kız." Jordoan orada otururken etrafındakilerin binalarına puan kazanmasından nefret ederdi. Neyse ki Profesör başka soru sormadı
"Bu kapının diğer sanal gerçeklik kapılardan tek farkı sizi sadece mitolojik bir yere götürebilir. Bu yüzden dersin konusu istediğiniz bir mitolojik hikayeyi seçeceksiniz ve kapıdan gireceksiniz. Kapıdan girdiğiniz zaman kendinizi hikayedeki kahramanın içinde bulacaksınız. Ve görevi tamamlayacaksınız. Kontrol tamamen sizde unutmayın. Şimdi kapıdan geçmeden önce kitaplarınıza son kez bakabilirsiniz. Sonra bir kişiyi girmesi için buraya bekliyorum," Jordoan hikayelerini çıkardı çabucak ve en çok okuduğunu bulmaya çalıştı. Hikayede olayların nasıl geliştiğini ne kadar iyi bilirse o kadar çabuk ve başarılı olurdu. Perseus, Herkül ve Akhilleus'ından birini seçmeliydi. Kararı Herkül olmuştu ama Herkül'ün hangi görevi olmalıydı? Biraz düşündükten sonra en sevdiği görevi buldu; Lerna gölündeki Hydra'yı öldürmek. Bu zor ve tehlikeliydi ama bir daha bir Hydra görmesi mümkün olmayabilirdi. Hem Herkül Hydra'nın kesilen her başı yerine iki tane çıkacağını bilmiyordu. Jordoan kararını verdiğinde iki kişi çoktan sıraya girmişti, onlardan önce de bir kişi gitmişti. Sonunda kendini toparlayıp çeki düzen verdi ve ayağı kalkıp üçüncü sıraya geçti. Önündeki iki kişi direk içeri girdiler. Jordoan girerken Herkül'ü ve Hydra'yı aklına getirdi ve kapıyı açıp içeri girdi.
......Girdiği yer aslında Miken kralının özel odası elindeki şey ise Nemean Arslanı'nın postuydu. Biraz bekledi ve sonunda kral arkasını dönüp Herkül'e yani Jordoan'a dikkatle baktı.
"Demek bunu da başardın Herakles." Herakles Herkülün yunan mitolojisindeki adıydı.
"Doğrusunu söylemek gerekirse bunu yapabileceğin aklıma pek gelmemişti ama sen beni şaşırttın. Bakalım tekrar bunu yapabilecek misin? Senden ikinci isteğim Hades'in diyarlarına açılan kapının ağzında duran ve orayı koruyan Typhon ve Styx tohumlu Hydra'nın canını alman." Jordoan bunun o zamanlar zor hatta imkansız kabul edildiğini düşünerek suratını hafif sinirli yaptı ve
"Görevinizi yapmak için canımı ortaya koyacağıma emin olabilirsiniz." Dedi. Kapıyı açtı ve Kral'ın sarayından dışarı çıktı. Kapıda bekleyen bir muhafız ona bir harita verdi haritayı açtığında Hydra'nın yerini gösteren kahverengi bir yuvarlağı gördü. Güneş'in o dakikalarda doğmakta olduğu yere baktı ve yönleri hesap etti. Dümdüz gitmesi gerekecekti. Şehir çıkışına geldiğinde karşısında ucu görünmeyen bir orman duruyordu. Dümdüz yürürken birkaç hayvanın varlığını hissetti, yanında bir asa olmasını o kadar isterdi ki. Kendine baktığında bir kas yığını görmek onun alışkın olduğu bir şey değildi. Vücudunun her yerinde kesikler ve yaralar vardı ve bu ona acı veriyordu.
"Tanrı aşkına. Herakles nasıl dayanıyormuş?" Diye sordu kendi kendine. Günün sonuna doğru vardığını anladı. Önünde kocaman bir mağara vardı ve içinden bembeyaz sise benzeyen bir duman yükseliyordu. Jordoan, bunun Hydra'nın zehirli nefesi olması gerektiğini düşündü ve elbisesinden bir parça koparıp ağzının etrafına bağladı. Elbisesini koparması o kaslarla sanki bir kağıdı parçalamak gibiydi, sırtındaki yiyecek dolu çanta ise kuş tüyü gibi geliyordu. Mağaraya yaklaşınca yerde yatan birkaç ceset gördü. İleride den tıslama seslerinin geldiğini duyan Jordoan hazırlandı ve kılıcını çıkardı. Güneş neredeyse batacaktı ve rüzgarlar esmeye başlamıştı. Rüzgar zehirli dumanı yavaş yavaş alıp götürürken, tıslama sesleri de yükseliyordu. Sonunda ortada hiç duman kalmadığında mağaranın ağzında olduğunu anlayan Jordoan tıslama seslerinin nereden geldiğini daha net anlamıştı, arkasından. Kafasını yavaşça döndürdüğünde gördüğü manzara ona bir basiliski anımsatmıştı. Gerçek bir basilisk görmemişti ama hayal gücünden yararlanarak yapılan çizimleri görmüştü. Hydra'nın o anlarda üç başı vardı ve bir tanesinden ateş çıkıyordu ateş Jordoan'a yaklaşınca Jordoan kendini mağaranın yanındaki taşlara attı ve tırmanmaya başladı. O yukarı çıktıkça Hydra başını havaya kaldırıp ateşini Jordoan'a yaklaştırıyordu. Mağaranın tepesindeki kocaman kayalardan birinin arkasına geçip Athena'nın gelmesini bekledi. Hikaye böyle devam ediyordu, Athene yardıma geliyor ve Herakles'e bir meşale veriyordu. Herakles kestiği her başı bununla dağlıyordu ve böylece Hydra'nın yeni başları çıkamıyordu. Ve böylece Herakles başlardan birini alıp Miken Kralı'na götürüyordu. Ama ne kadar beklerse beklesin Athena gelmedi. yaklaşık iki dakika olmuştu Hydra ise gittikçe yaklaşıyordu. Kaya o kadar ısınmıştı ki Jordoan dokunamıyordu. Ecel terleri döküyordu, eğer ölürse baştan başlaması gerekirdi ve bunun olmasına izin veremezdi. Sonunda biraz düşündü ve kendine mantıklı bir cevap buldu. Herakles biraz hırpalanınca Athena onu görmüş ve acımıştı. Ama şu an Jordoan'ın acınılacak bir durumu pek yoktu. Sonunda Hydra ateş püskürtmeyi bırakınca Jordoan bir şeylerin ters gittiğini anladı ve kafasını kayanın üstünden kaldırdı. Jordoan'ın geldiği yoldan birisi daha geliyordu ama karanlıkta kim olduğu belli değildi. Jordoan bir tahmin yürütmeyi denedi ve onun İolaus olduğunu anladı. Herakles'in yeğeniydi ve bu görev için ona yardıma geliyordu. Ne yazık ki yaşı henüz çok küçüktü ve eğer Jordoan ona bir şey olmasına izin verirse Athena da bunları görecek ve Herakles'e yardıma gelmeyecekti. Jordoan kayanın yanından koşup doğruca Hydra'nın ortadaki başına atladı, başı kesti ve yarı dengeli bir iniş yaptı.
"İolaus, burada olmamalısın. Geri dön!" Belki onu ikna ederse geri döndürebilirdi. Hydra'nın ortadaki başı yerine iki adet daha çıktı ve ikisi de ateş püskürtmeye başladı. Bir yandan da kuyruğu ile Jordoan'a çelme takmaya çalışıyordu. Jordoan ise Herakles'in inanılmaz hızına hayran kalarak, bir yandan da ateşten kaçmaya çalışıyordu. Sonunda Hydra'nın tam tepesinde bir ışık belirdi ve ışığın Sapsarı bir elbise içinde bir kadın çıktı. Bu Athena'ydı, bilgelik ve savaş stratejisi tanrısı. Elinde kocaman bir meşale vardı ama ateşi normalden çok daha kırmızı ve şehvetli görünüyordu. Şarkı gibi gelen bir ses ile
"Al, bu ateşle kestiğin kafaların üstünü dağla. Dağla ki bir daha çıkamasınlar." Dedi. Ardından ışığa doğru yeniden uçmaya devam etti.
"Çok teşekkürler!" Diye bağırdı arkasından Jordoan. O sıralarda Hydra da ateşi de bir anlık durmuştu. Ama Athena ışığın içinde kaybolup ışık arkasından kaybolunca tekrar hareket etmeye devam etti. Jordoan o anlarda İolaus'un Hydra'nın arkasından dolaşıp kafalara kadar tırmandığını gördü. Kılıcını çıkarıp koşmaya devam etti ve sonunda bir kayanın üstünden zıplayıp ateşi İolaus'a attı. Hızını arttırıp Hydra'nın arkasından dolandı ve İolaus'a seslendi
"Her bir başı kestiğinde onu bu ateşle dağla ve kabuk bağlamasını bekle. Ben onu oyalayacağım! Ve bu arada ateş püskürten başlardan başla!" Kılıcı çıkarıp Hydra'nın gövdesinde ve kuyruğunda delikler ve yaralar açmaya başladı. Hydra ilk başının kesildiğini anlayınca yere yığıldı ve bir süre bekledi. Bu süre içinde İolaus ateşi yaraya sürdü ve kabuk bağlattı, işlem bittiğinde Hydra acılar içinde kükredi ve ağzından beyaz, zehirli duman çıkmaya başladı. Jordoan
"Çabuk ol İolaus daha fazla koşamam." Dedi ve kendi kılıcını ona doğru fırlattı. İolaus kılıcı havada yakaladı ve iki başı daha esti. Kılıçları Hydra'nın vücuduna sapladı ve Hydra yine yere yattı. O sırada Jordoan kendini öne atıp Hydra'nın tepesine çıktı. Kılıçlardan birini alıp Hydra'nın son başını da kesti. Uyanmadan bunu yapmalıydı. İolaus kendi kestiği iki başı ateşle yaktıktan sonra ateşi Jordoan aldı ve son başı da dağladı. Görev bitmiş sayılırdı. Yerde duran beş baştan bir tanesini yanındaki katlanmış çuvala koydu ve onu İolaus'a verdi.
"Şunu tutup biraz bekler misin? Ben birazdan dönüyorum." Dedi ve Mağara girişinde belire kapıya doğru ilerledi. Tam kapıyı açacaktı ki kulağına sesler gelmeye başladı. Sanki dünyanın en güzel sesi konuşuyordu.
"Hercules Vna Cvm İolao Hydram Occidit." Jordoan bunun herhangi bir tanrının sesi olduğunu düşünerek umursamadı ve kapıyı açtı. Tam adımını atacaktı ki kapının o an olduğu tarafında, yerde duran taşlardan birine takıldı ve sınıfın ortasında kendini yerde yatarken buldu.
......Yerine geçerken arkasından Antonije de gelmişti. Ardından Profesör konuşmaya başladı
"Daha on beş dakika kaldığına göre hepiniz yerlerinize geçin ve yaşadığınız şeylerin özetini yazın. Bitiren özeti masama bıraktığı zaman istediği yere gidebilir." Jordoan bunun gayet mantıklı, macerasız, dinlendirici ve rahatlatıcı olacağını düşündü ve oturup birkaç parşömen boyunca yazı yazdı, elleri titrediği için çok hızlı yazıyordu. Ders'in bitmesine bir dakika kala yazıyı bitirmişti ve çıkarken öğretmenin masasında diğerlerinin yanına koydu.
- Seçimim:
Seçimim Herakles yani Herkül'dü. Görev ise Hydra'yı öldürmekti. Biraz uzun oldu sanırım yanlışlıkla.