|
| Yazar | Mesaj |
---|
Lysander Niocnas
Mesaj Sayısı : 20 Gerçek Adı : It's 'Sefa' bitch?!
| Konu: İhanet Cuma Nis. 29, 2011 4:23 pm | |
|
En son Lysander Niocnas tarafından Cuma Nis. 29, 2011 5:28 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi |
| | | Lysander Niocnas
Mesaj Sayısı : 20 Gerçek Adı : It's 'Sefa' bitch?!
| Konu: Geri: İhanet Cuma Nis. 29, 2011 4:23 pm | |
| Yoğun ve olabileceğini tahmin ettiğimden çok daha yağmurlu bir gün sona ermek üzereyken, huzur bulabileceğim bir yere doğru gidiyordum: Kütüphaneye. Aklımda aynı Muggle müziği vardı; en son ne zaman dinlediğimi unuttuğum Muggle müziği. Onlarla ilgili bir şeyin beni mutlu hissettirmesi tuhaftı. Gerçi tuhaf olan şeylerin sayısı günden güne artıyordu, şaşırmak için bir felaket beklemekte yarar vardı. Hem belki, kütüphanede kimse bulunmazdı ve ben de Ortak Salon'un kalabalığından kurtulmuş olurdum. Kütüphaneye geldiğimde, dileğimin bir kısmının gerçekleştiğini gördüm. Boş sandalyelerin ve tüm genişliğiyle göze çarpan kitap raflarının yanında, başta fark etmediğim,gülerken yakalayamayacağınız bir kız: Kardeşim Séonaid. Bunun dileğimin bir parçası olabileceğini sanmıyordum, muhtemelen değildi.
Birkaç adım ötesinde durdum. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Uzun zamandır konuşmadığımdan çatallı çıkan sesimle, ''Ida,'' dedim. Bu, herhangi bir anlam ifade etmese de, en azından orada olduğumu belli ediyordu. Séonaid, elindeki kitabı hızlıca karşısındaki masaya bıraktı ve yıllardır kötü bir şey yaparken yakalandığında yaptığı gibi ellerini saçlarına götürdü. Şüphelenmememin imkanı var mıydı? Pek sanmıyordum. Böyle şüpheye meyilli bir ilişkimiz olmasına rağmen, onun bu tavırları sergilemesine anlam veremiyordum. Benden bir şeyler gizliyorsa da, gözüme sokmak zorunda değildi. Sonunda ağzını açtığında, ''Oh, merhaba Sand,'' dedi: ''Burada ne arıyorsun?'' Beni bir türlü tanıyamayacaktı, bunun bilincindeydim. Nedenini bilmeden samimi görünmeye çalışarak mırıldandım: ''Bilirsin, biraz kalabalıktan kaçmak, biraz da şu lanet olası ödev yığınını azaltmak için.'' Kütüphane görevlisinin sessiz olmadığımız takdirde neler yapacağını aklımdan geçirmek bile istemiyordum. Ah, harika, şimdi de elini hiddetle dudaklarına götürüp 'şş' diyordu. Bir önceki cümlemi mırıltı halinde söylediğime şükrederek, Séonaid'ın söyleyeceklerini -pekala, açıklayacaklarını demek daha mantıklı- bekledim. |
| | | Séonaid Niocnas
Mesaj Sayısı : 11
| Konu: Geri: İhanet C.tesi Nis. 30, 2011 2:42 am | |
| Kaç gündür elimde süründürdüğüm kitabı bitirmek için buradaydım; kütüphanede. Elimde tek kitap ile ilerlemeye başladım. Kütüphane sessiz olmasına karşın kalabalıktı. Loş, daha doğrusu kitap okumak için en ideal yere gidip kitabı masaya koydum. Sandalyeyi kaydırarak çekmem, kütüphanedeki sessizliği şiddetle yırtmıştı. Sandalyeyi durdurup kaldırarak istediğim konuma getirdim. Sandalyeye attım kendimi, gözlerin hala üzerimde gezdiğini hissedebiliyordum. Sakin ve göze batmayan hareketlerle uzandım kitaba. Dokunmam sanki faklı bir huzur veriyordu bana. Yüzümde şapşal bir gülümseme ile sayfaları aralarken, vücudumu süzen gözler kitaplarına dönmüştü bile. Gülümsemenin verdiği gerginlik sinirlerimi bozunca kaşlarımı çatarak satırlarda yürümeye başladım.
“…Mektubunda başkalarının sözü geçiyor, hepsiyle, bunların hepsiyle kapışmak, dövüşmek isterdim; onlara bir kötülük yapmak için değil hani, kendilerini senden uzak tutmak için, ellerinden kurtarıp almak için seni; bana yalnızca senden, yalnızca ailenden söz ettiğin mektuplar yazman için… Benden söz eden mektuplar da kuşkusuz…”
Muggle’larla ilgili bir değişik bilgileri barındırması onun çok sıkıcı olduğu gerçeğini bir türlü değiştiremiyordu. Sayfaların arasında oluşan yarığı açtım. Gördüğüm fotoğrafı okuduğum sayfaya güzelce yerleştirdim. Ailede geçinebildiğim ikinci kişi; Abim Erzja. Fotoğraf, kısık göz kapakları ela gözlerini çevreleyen kısa, kıvrık kirpikleri ile gülümsüyordu. Büyüleyici bir gülümseme. Şuan da yalnızlığımı yok edebilecek tek şey; küçücük parşömenin üzerinde hareket eden bu siluetti. Fotoğrafın açıkta bıraktığı satıra ilişti gözüm ve zamanla satırlarda dolanmaya başladı. Düşünceler aklımdan uçuyordu belki ama bunun tek nedeni, kitabın uykumu getirmesiydi. Kapanan gözlerim, iyice boşalan kütüphanenin de yardımıyla sersemlememe neden oluyordu. Birden yaptığım şeyin saçmalığı aklıma gelince kaydığım sandalyede doğruldum. Hızlı hareketimden kaynaklanıyor olacak ki fotoğraf yere düştü. Kendime, dalgınlığıma söverek eğildim ve uzandım. “Ida,” Duyduğum ses ne için eğildiğimi bile unutturmuştu bana. Görmemeli, görmemeli. Kitabı masaya atarak dikkatini dağıtmaya çalıştım. Sonra önümde birleştirdiğim ellerimi saçlarıma götürdüm. Yüzünde ki ifade değişince bu hareketi yaptığım için kendimi lanetlemek istedim. “Oh, merhaba Sand,” Konuyu değiştirmek için içimden gelen içgüdüyle dökülmüştü kelimeler ağzımdan. “Burada ne arıyorsun?” Bir Ravenclav için oldukça saçma bir soruydu aslında. Özellikle de ikizime sorulacak en son sorulardandı, belki. “Bilirsin, biraz kalabalıktan kaçmak, biraz da şu lanet olası ödev yığınını azaltmak için.” Tahmin ettiğim gibi. Arkamdan gelen ‘şş’ sesine doğru döndürdüm kafamı. Umursamayarak az önce ki halimi aldım. Gözleri şüphe ile kısılmış, beni bekliyordu. Bu bakışı hiçbir zaman beğenmemişimdir. “Ben de… kitabı bitirmek için geldim buraya.” Aradaki tökezlememin nedenini anlamamıştım, suçlu olduğumdandır belki. Kitabın arasından çıkartmamalıydım onu. Eğer zarar görmezse çıkartmayacaktım da bir daha.
Biraz öne eğilerek yere baktığını görünce sırtımdan aşağıya doğru bir acının indiğini hissettim, buna rağmen yüzümün hatlarının değişmemesi için bütün gücümü harcıyordum. “Şaşkın, ayracını düş…” Fısıltı ile başlayan cümlesi kısa sürede yok olmuştu sessizlikte. Dudakları, sinirli olduğunda olduğu gibi ince ve gergindi. Birazdan patlak verecek kavganın habercisiydi belki de. Hışımla etrafımda dolaştı ve diğer tarafa düşen resmi aldım. Hiç bozuntuya vermeden takip ediyordum onu. Fotoğrafı yerden alıp dikkatle bakmaya başladı. Çenesini sıkıp duruyordu. Tanrım! Fotoğrafı sertçe masaya çarpınca bütün gözler üzerimize çevrildi. “Mükemmelsin! Sana inanmıyorum ya, inanamıyorum. Biraz akıllan bari!” Bütün herkesin bize baktığını belli etmek için kafamı yan taraftakilere doğru kırdım. “Gel. Otur, ondan sonra konuşalım. Bu kadar sinirlenmene gerek yok.” Yüzüme öyle bir bakmıştı ki olduğum yerde eriyeceğimi bile düşünmüştüm. İşim şuandan itibaren oldukça zordu.
|
| | | Lysander Niocnas
Mesaj Sayısı : 20 Gerçek Adı : It's 'Sefa' bitch?!
| Konu: Geri: İhanet C.tesi Nis. 30, 2011 5:29 pm | |
| Şimdiden huzursuz olduğum kütüphane ortamını, birkaç dakika sonra daha da huzursuz hale getirebileceğimi bilmeden, kardeşimin karşısında oturuyordum. Séonaid, gözlerimi kısıp sergilediğim manzaradan rahatsız olduğunu her haliyle belli ediyordu. Sorduğum soruya, ''Ben de... kitabı bitirmek için geldim buraya.'' gibi kesinlikle 'kaçamak' olarak değerlendireceğimi bildiği bir cevap vermesi de bazı şeyleri açıklamaya yetiyordu; bazı şeyleri, tamamını değil. Kendi kanınızdan gelen, hatta çoğu kişinin 'en yakınınız' olduğunu tahmin edip böyle tanımladığı birine karşı dünyadaki en yabancı insan haline gelmeniz kadar utandırıcı bir duygu yoktu. Eğilip önüme bakmaktan başka yapacak bir şeyim de yoktu. Hiçbir zaman olmamıştı. Ne zaman bir acı patlak verse, önüme bakardım. Ne konuşurdum, ne bağırıp çağırırdım normal bir çocuktan bekleyeceğiniz gibi, ne de oturup ağlardım. Hiçbir nitelik tam olarak karşılayamıyordu içimdeki boşluğun büyüklüğünü.
Ela renkteki gözlerinin etrafını saran kısa kipriklerinin kibrini gölgelediği, dudakları, burnu ve çehresiyle heykelleri andıran bir yüz: Erzja. Oysa 'kardeş' sıfatından o kadar uzaktaki bir noktada duruyorsun ki, aramızdaki dağları aşmama gerek kalmadan görüyorum kendini beğenmişliğini, aleladeliğini.
Gerçek olabilir miydi? Bunu sorgulamak mantıksızdı. Tek yanlışım, karşımdaki yüzün bana, gerçekliğin çerçevesinden değil, bir fotoğraf karesinden bakmasıydı. Fotoğraf, biraz ötemde oturan Séonaid'ın kitabının arasından düşmüştü. Olanlar beynimin ücra köşesinde mantık kazandıktan sonra, dudaklarım bazen beni bile korkutan şekilde çizgi halini aldı ve kollarım sert, gergin birer sopa haline geldi. Saniyeler önce, şaşkın, ayracını düşürdün, demeye çalıştığımı hatırladım. Kelimelerin ağzımdan çıkıp çıkmadığını ise Tanrı bilirdi, eğer Tanrı diye bir şey varsa elbet.
“Mükemmelsin! Sana inanmıyorum, inanamıyorum. Biraz akıllan bari!” diye çıkıştım. Kütüphanedekilerin her şeyi duyuyor olması da, Séonaid'ın telaşla kafasını özür dilercesine insanlara çevirmesi de umrumda değildi. Tek umrumda olan, kardeşimin vereceği hesaptı. Onun verdiği tepkiyse, ahmaklığının doruk noktasına ulaştığını gösteriyordu: “Gel. Otur, ondan sonra konuşalım. Bu kadar sinirlenmene gerek yok.” Çok rahat ve sakinmiş gibi, takındığı tavır bile çileden çıkarmaya yetiyordu. ''Benim vermediğim sevgiyi sana lanet olası Erzja'nın vereceğini mi sanıyorsun? Seni tanıyamıyorum ve bundan sonra ne yapsan da, tanımamı sağlayamayacaksın.''
Neden ağlamak üzere olduğumu bilmiyordum. Mesele, karşımda oturan kardeşime büyük bir tutkuyla bağlı olmam değildi. Hiçbir zaman birbirimizi sevmemiştik. Kimseyi sevmemiştik. Ne ailemizi ne de ilk bakışta gözlerimize şöminenin sıcaklığını hatırlatan, sonrasında lanetlediğimiz kollarımızı. Bunların tümü bir ayazın ortasında bırakıyordu bizi. Sahiden, bize 'biz' demek mümkün müydü? |
| | | Séonaid Niocnas
Mesaj Sayısı : 11
| Konu: Geri: İhanet C.tesi Nis. 30, 2011 11:04 pm | |
| “Benim vermediğim sevgiyi sana lanet olası Erzja'nın vereceğini mi sanıyorsun? Seni tanıyamıyorum ve bundan sonra ne yapsan da, tanımamı sağlayamayacaksın.”
Bu cümlesinde barındırdığı ‘sevgi’ gözlerimi doldurmuştu. Gözleri öfkeyle bana baktığında dediklerimi yanlış anladığını fark ettim. İkizim olacaktı birde. Birbirini anlamak konusunda en başta gelmemiz gerekirken, şu düştüğümüz hal içler acısıydı. Bu düşünce beynimde yankı yaratırken, içimde bir öfke dalgasının yayılmasına neden oldu. İlk başta öne doğru eğilip iyice yaklaştım. Ama onun gibi bağırıp çağırmak yerine susmayı ve sinirini kusmasını beklemeyi tercih ettim, arkama yaslandım; olanları izlemek için. Ellerini kollarını sallıyor, şiddetle masaya vuruyor, arada bir de resmi kaldırıp söyleniyordu. Kendimi öyle bir programlamıştım ki dediklerini duymuyordum sadece. Bu bile nefretini hissetmemi engellemiyordu. “Yalancısın. Sen bu musun ya! Yazık!” Sinirlerime dokunan bu laflarından sonra tutamadım kendimi. “Ne yaptım? Söylesene! Tek fotoğraf mı seni bu kadar sinirlendiren? Tutmuş sevgiden mi bahsediyorsun? Ha?” Söylediğim kelimelerin yükünü kaldıramayarak gözlerimin dolmasına izin verdim. Beklemediğim tek şey; yanağıma doğru süzülen gözyaşıydı. İçimde birikmişlerdi, durduramıyordum.
Bir tabakaydı yaşadıklarım. Gerçekleri gizleyen bir perdeydi belki de. Onu göstermeyen. Sinirini, öfkesini, nefretini söndürmek için miydi bu yaşlar? Gözyaşları. Gerçekten ağlıyor muydum? Bana göre değildi bunlar ama ağlıyordum işte. Değişiyordum. Belki de bu kavgada ile boğuyordum gözyaşında onu. Hak ediyordu, şuandan itibaren. Yok muydu artık? Öldürüyor muydum? Asla. Hep olacaktı, en değerli yerlerde saklayacaktım onu ama… Yapamazdım. Yapmamalıydım. Üzülmesini istemezdim; o beni üzmediği sürece.
|
| | | |
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |