AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

Paylaş
 

 Koş Yoksa İşin Biter

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek 
Sayfaya git : 1, 2  Sonraki
YazarMesaj
Edgard Davin
Iron Mask Solisti
Iron Mask Solisti
Edgard Davin

RP Yaşı : 25
Mesaj Sayısı : 545
Gerçek Adı : Kurt
Yaş : 30

Çanta
Eşyalar:

Evcil Hayvan:

Koş Yoksa İşin Biter Empty
MesajKonu: Koş Yoksa İşin Biter   Koş Yoksa İşin Biter EmptyPtsi Tem. 11, 2011 8:10 pm

Koş Yoksa İşin Biter Maimi_yajima19Koş Yoksa İşin Biter 27720093

Mineta Yashiro - Shou Hiroshi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Edgard Davin
Iron Mask Solisti
Iron Mask Solisti
Edgard Davin

RP Yaşı : 25
Mesaj Sayısı : 545
Gerçek Adı : Kurt
Yaş : 30

Çanta
Eşyalar:

Evcil Hayvan:

Koş Yoksa İşin Biter Empty
MesajKonu: Geri: Koş Yoksa İşin Biter   Koş Yoksa İşin Biter EmptyPtsi Tem. 11, 2011 8:13 pm

I'm tired of being what you want me to be
Feeling so faithless lost under the surface
Don't know what you're expecting of me
Put under the pressure of walking in your shoes
Every step I take is another mistake to you

Mikrofonu diğer elime aldım. Sahnede yürümeye başladım şarkımı söylerken. Dinleyenler kendinden geçmiş gibilerdi. Kimi bana eşlik ediyordu kimi ise ellerini uzatmış benden bir dokunuş bekliyordu. Onları yüzüstü bırakmadım. Sol elimi uzatanlarınkine dokundurarak yürümeye başladım sahnenin kenarından.

I've become so numb I can't feel you there

Çığlıklar arttı. Neon ışıklarının altına yürüdüm. Şarkıyı büyük bir enerjiyle devam ettirdim. Sonuna geldiğimde ise elimi havaya kaldırdım.

But I know...

Şarkımı başımı öne eğerek bitirdim. Çığlıklar yükseldi yeniden. Grup arkadaşlarım yanıma geldi ve toplu bir selam verdik herkese. Konser sonunda bitmişti. El sallayarak çıktık bir müddet sonra. Kulise geçtik. Başarılı bir konser olduğundan birbirimizi kutluyorduk. Hemen yandaki su şişelerine sarıldım. Kafama diktim tüm suyu. Rahatlamıştım. Üzerimizi değiştirmek için hepimiz yerlerimze geçtik. işim bittiğinde sahne giysilerinden kurtulduğuma seviniyordum. Makyajımı sildim. Bir erkek olarak makyaj yapmak yanlış görünebilirdi fakat gösteri buydu. Sadece sahnedeykendi hem.
Beyaz bir ceket giymiştim. Kahverengi saçlarımı karıştırdım. Normal halime geri döndüğüme göre artık gidebilirdim. Tüm grup bir araya geldik ve çıkışa yöneldik. Bir yerlerde yemek yiyecektik. Rahatlamak için harikaydı. Korumalar eşliğinde kapıdan çıktık. Hayranlar sıraya dizilmişti. Onların uzattıkları şeyleri imzalayarak limuzine yöneldik. Bir dergi uzatıldı hızla önüme. Durdum ve onu imzalamaya koyuldum. Bu sırada flaslar patlıyor ve gözlük takmamış olsak bizi kesin kör edebilecek bir ışık saçıyorlardı. Bir kızla fotoğraf çekindim ve arabaya yöneldim. Tabi biz yanaşamadan korumalardan biri yere yıkıldı ve hayranlar üzerimize gelmeye başladı. Şoförde dışarda olduğundan arabaya geçemedik ve koşmaya başladık. Peşimizden gelenleri görünce hızlandık. Bir yandan da bağırıyorduk birbirimize.

"Ayrılalım!"

Bu mantıklı sesten sonra herkes farklı bir sokağa döndü. Ama bu benim için iyi olmamıştı çünkü ben kendi evimde bile kaybolabilirdim. Sokaktan hızlıca geçtim. Kısa bir an arkama baktım. Kimse yoktu. Diğerleri de kaybolmuştu. Cep telefonumu aradım. Fakat üzerimde değildi. Asayı ise bu durumlarda yanımda getirmiyordum. Sıkıntıyla dolandım ve ana yola çıktım. Çevreye bakındım soluklarımı düzenlerken. Nerdeydim ben? Tabela görmeye çalıştım lakin tuhaf bir sokakta kaybolmuştum. Sıkıntıyla gideceğim yerin adını anımsamak için uğraşmaya başladım. Böylece birine sorup bulabilirdim yolumu. Yürümeye başladım nereye gittiğimi bilmeden.


Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Mineta Yashiro

Mineta Yashiro

RP Yaşı : 23
Mesaj Sayısı : 128
Gerçek Adı : Aylin. 002.
Yaş : 28

Koş Yoksa İşin Biter Empty
MesajKonu: Geri: Koş Yoksa İşin Biter   Koş Yoksa İşin Biter EmptyPtsi Tem. 11, 2011 9:15 pm

Parmaklarım büyük bir arzuyla gitarımda geziniyordu. Her konsere farklı bir gitarla çıkıyordum herhalde. Bu seferkisi kırmızıydı, biraz eskiydi ama bakımlı. Kırmızı cilalı boyanın üzerine sarı şimşekler resmedilmişti, benim tarafımdan. O gitarın bana ait bir parça taşıdığını gösteriyordu benim için, o benimse ben de onundum. Eşyalarıma kendimden izler bırakmak hoşuma gidiyordu, bir nevi yemindi bu benim için, sessiz bir sadakat yemini… Çaldığımız şarkının ritmi hoşuma gidiyordu, istemsiz hareketlerle kafamı sallıyordum, yüzümdeyse büyük bir gülümseme vardı. Çaldığımız şarkı bugünün son şarkısıydı, konser bitmek üzereydi ve o an sahnede bulunan insanların hiçbiri aslında orada değildi. Biz gökyüzündeydik, yıldızların arasında raks ediyor, renklerimiz onların parlaklığına karışıyordu. Yanıp sönen parıltılar arasında gökten seyircilerimize yağıyorduk. Günün son enerjisinin yanında büyük bir parça tatminle birlikte daha da kökledim gitarı. Buğulu bir bulut yığının arasındaydım sanki, Shou’nun sesini duydum belli belirsiz. Ayaklarımın yere değişini hissettim anında. Uzun süredir birlikteydik, bu grup varolduğundan beri her geçen gün daha da yakınlaştık birbirimize. İlk başta çok umursamaz biri gibi görünmüştü gözüme. Ama yıllar içinde çok değişti, büyüdü, biz büyüdük. Tüm grup birbirimize bakarak büyüdük. Belki de bu yüzden artık sadece gözlerimizden birbirimizi anlayabilir olduk.
Shou’nun belirli bir hayran kitlesi vardı, çılgın insanlarla dolu bir kitleydi bu. Böyle insanlar gördüğüm an yolumu değiştiririm ben. Shou onların sevgisini pek de karşılıksız bırakmazdı. Yine onlara oynuyordu işte sahnede. Ellerini tutuyordu, kalabalık adeta çalkalanıyordu. Gülümsedim, kendi önümde duran hayranlara doğru gülümsedim sadece. Son derece yakışıklı çocuklardan tutun benim önceki konser giydiklerimin benzerini giymiş olan beni idol benimsemiş kızlar vardı kalabalıkta. Kalabalığa doğru göz kırptım, insan denizinin dalgalandığını hissetmemek elde değildi.

But I know...

İşte şarkı bitmişti, konser sona ermişti. Artık derin bir nefes alıp rahatlayabilirdik. Neon ışıkları gözümü fazlasıyla kamaştırmış, yüksek müzikse alışkanlığıma rağmen başımı ağrıtmıştı. Yanıp sönen ışıklar arasında ruhu bedenine dönen tüm üyeler başlarımızı eğdik adlarımızı boğuk bir fısıltıymışçasına bağıran insan denizine doğru. Boynumdaki askıya güvenerek gitarın sapını bırakan sağ elimle barış işareti yaptım kalabalığa doğru, hafifçe yerimde zıplayarak sahneden ayrıldım. Gruptaki en minyon kişi bendim, belki de onlara yetişme çabasıyla konserlerde en çok zıplayan isim ben oluyordum hep. Kulise girdiğimde hala zıplıyordum, bir yandan da kafamı sallıyordum. İçimden kendi uydurduğum bir şarkıyı mırıldanıyordum. Basit bir refleksle parmaklarımı çıtlattım teker terker, bunu yapmak çok hoşuma gidiyordu. Her parmakta başka bir his doğuyordu sanki içime. Kafamı sağa sola yatırırken aynanın önünde duran su şişelerine kaydı gözlerim, bu hayır diyemeyeceğim bir davetti. Şişeyi diktiğimde boğazımdaki kuruluğu daha iyi hissettim. Daha sonra yavaş yavaş ferahladığımı… Tüm vücuduma yayıldı ferahlık. Başımı kaldırdığımda gördüğümde tanıdık bir simaydı aynadaki. Bir süredir uzundu koyu renk saçları. Yine dalgalandırmıştı sahneye çıkmadan, bir de başının üstünde bir miktar renkli tülle birlikte toplamıştı. Düz kırmızı ve dar bir mini etek vardı altında. Üstündeyse kırmızı bir sutyen üzerine giyilmiş bin bir çeşit kumaşın birbirine yamanmasıyla oluşmuş, orasından burasından ipler ve kurdeleler sarkan, tüm düğmeleri açılmış kolsuz, yakalı bir yelek vardı. Parlak pırlantalarla bezenmiş kırmızı yüksek topuklu bir ayakkabı vardı ayaklarında. İnce bir kızdı, çok narin ve masum görünüyordu. Gözlerimi koyu renk gözlerine kaydırdım, hafifçe sürülmüş lacivert bir far vardı yüzünde. Koyu kırmızı ruj sürülmüş dudakları gülümsüyordu, beyaz ve düzgün olan dişleri belli belirsiz görünüyordu dudakları arasından. Elimi saçıma atıp tokayı hafifçe asıldım, saçlarımı omuzlarıma döküp dağıttım dalgalarını. Karşımdaki bene baktım, o da bana bakıyordu, uzun zamandır kısa olan saçını omuzlarında hissetmek hoşuna gitmişti, gülümsüyordu. Üzerimdekileri çıkarıp mavi ve sade bir elbise giydim. Açık kahverengi ve siyah büyük tokası olan bir kemer geçirdim belime. Öncekine nazaran bir hiç olan lacivert ucu açık topuklu ayakkabılarımı giydim. Makyajımı tazeleyip bu sefer pembe belli belirsiz bir ruj sürdüm dudaklarıma. Gümüş rengi bir bileklik taktım bileyime. Saçımı ellerimle düzelttim ve en son olarak mavi bir Ray-Ban gözlük geçirdim gözlerime, hazırdım.
Konser bittiğine göre kendi aramızda küçük çaplı bir kutlama yapardık büyük ihtimalle. Öncelikle aç midelerimizi doldurmak gerekiyordu. Tüm grup toplandık ve çıkışa doğru ilerledik. Bu şu şöhret işinin diğer zevkli kısımlarından biriydi. Dokunulmazlığın varmışçasına çığlık atan insanların arasında sessiz sessiz dolaşmak, sevimli pozlar vermek ve imza dağıtmak. Yine her zamanki gibi hayranlarımla yakından ilgilendim. Tüm o adınızı haykıran insan sesleri ve flaşlar insana iyi geliyordu. Kendimi bıraksam berrak ve sonsuz bir denizde yüzüyormuşçasına bir hisse kapılacağımdan emindim. Ama öncelikli hedefim hayranlarımı mutlu ettiğime göre limuzine ulaşmaktı. Fakat bu hiç de kolay olmayacaktı, hayran kitlesi korumalardan birini devirmişti ve çılgıncasına bize koşuyorlardı. Kendimizi onlara bıraksak bizi yiyip bitireceklermiş gibi bir izlenime kapıldım ki bu beni çok telaşlandırdı. Kaçmak için koşmaya başladım. "Ayrılalım!" O sırada kimin dediğini ayırt edebilecek durumda değildim, beynim bu konutu algılamak için bile üstün bir çaba göstermişti. Nereye gittiğimi bilmeden karanlık bir sokağa daldım. Tüm yer ya da yön duygumu kaybetmiştim. Deli gibi koştuktan bir süre sonra beni durduran karşımdaki çıkmaz sokaktı. Geri dönüp başka bir yol aramaya çalıştım ama nerede gideceğimi ya da nerede olduğumu bilmiyordum. Sokak ıssız ve sessizdi. Çöpün etrafında gezinen tekir bir kedi vardı yalnızca, kısık sesle miyavlayarak yanımdan geçip gitti. Elimle üzerimi aradım, çantam neredeydi? Tanrı’m, onu almayı unutmuştum. İşte şimdi bu olanlar çok kötüydü. Nasıl kaybolabilmiştim, peki nasıl geri dönecektim? Derin bir nefes alarak başımı kaldırdım ve soldaki sokağı seçerek sönük sarı sokak lambalarına ve daha da artan ıssızlığa doğru yürümeye başladım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Edgard Davin
Iron Mask Solisti
Iron Mask Solisti
Edgard Davin

RP Yaşı : 25
Mesaj Sayısı : 545
Gerçek Adı : Kurt
Yaş : 30

Çanta
Eşyalar:

Evcil Hayvan:

Koş Yoksa İşin Biter Empty
MesajKonu: Geri: Koş Yoksa İşin Biter   Koş Yoksa İşin Biter EmptyPtsi Tem. 11, 2011 9:55 pm

Tertemiz bir sokaktaydım. Tuhafıma gitmişti ama güzeldi. Bahçeli bir sürü ev vardı ışıkları sokakları aydınlatan. Ellerim kot pantolonumun cebinde rahat bir tavırla yürümeye koyuldum. Gökyüzündeki yıldızlara baktım. Her biri eşsizdi. Elimi uzatsam dokunabileceğim kadar yakın görünüyorlardı. Dalmışken bu eşsiz güzelliğe bir korna sesiyle irkildim. En azından beyaz bir ceket giymiştim de adam beni görmüştü. Yoksa bu yarı karanlık sokakta ezilmemem büyük bir şanstı. Işıklar güçsüzdü. Derin bir nefes alıp köşeyi döndüm.

Burası anayola benziyordu. Trafik ışıklarına baktım. Yeşil yanıyordu ama ne tarafa gideceğimi bilmediğim için geçmedim. Dükkanlara baktım. Belki biri bana nerede olduğumu anlatabilirdi. Ya da anlatamazdı çünkü ben bir odanın içinde bile kaybolabilirdim. Bu benim suçum değildi. Grupla beraber kaldığımız evin bir odası bazı ailelerinin bir evi kadardı. Sıkıntıyla kolumdaki bilekliğe baktım. 'Hadi ama neredesiniz?' Düşünceli bir tavırla beyaz ayakkabılarımı inceledim. Sonra tekrar etrafa baktım. Bu sırada yan taraftan bir grubun yaklaşmakta olduğunu gördüm. Sevindim çünkü gecenin bu saatinde fazla kişi olmuyordu.

"Merhaba!"

Sesimi duyunca bana döndüler. Sokak lambasının altında durduğumdan rahatça görünüyordum. Gruptaki kızlardan biri bana doğru bir adım attı.

"Sen Shou'ya benziyorsun. Neysin onun çılgın bir hayranı filan mı? Aynı onun gibi giyinmişsin dostum!"

Güldüler ben onlara safça bakarken. Benim Shou olduğumu, kaybolduğumu ve arkadaşlarımı bulabilmem için yardım edip edemeyeceklerini sordum. Ciddi olup olmadığımı anlamak için kısa bir an bana baktılar. Sonra da en uzunları olan adam yaklaştı ve ciddi bir sesle:

"Elbette. Ama bizim için karşılığında bir şey yapmalısın?"

Safça ne istediklerini sordum. Sonuçta bir kaç bilet verebilirdim. Ya da imza ya da fotoğraf. Tabi benden istediklerinin bununla bir alakası olmadığını nerden bilebilirdim ki? Söyledikleri şey şaşkınlıkla donup kalmama neden oldu.

"Tek bir konserde seninle çalmamıza izin vermelisin."

Dondum kaldım bu sözler üzerine. Bunu yapamazdım. Arkadaşlarım ne derdi? Tamam en başta bana kızarlar, sonra saflığımla alay ederler biraz da beni öldürmek istermişcesine bakarlar. Fakat kabul edilebilir bir şey değildi bu. Saçlarımı karıştırdım ve bunun olamayacağını açıklamaya çalıştım. Onlarsa çevremi sarıp bu konuda şaka yapmadıklarını söylemeye başladılar.

"En iyisi gideyim."

Aralarından hızlıca çıktım ve koşmaya başladım. Tabi o sırada köşe başında beliren bir kıza çarptım. İkimizde yere yuvarlandık. Doğrulabildiğimde o grubun hızla yaklaştığını gördüm. Ayağa kalktım kıza yardım ederken. Tam özür dilemek için bakmıştım ki onun Mineta olduğunu gördüm.

"Mita! Seni gördüğüme çok sevindim. Hadi gidelim burdan!"

Onu elinden tuttum ve koşmaya başladık beraber. Arkamızdaki grubun bizi yakalamamasını umuyordum.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Mineta Yashiro

Mineta Yashiro

RP Yaşı : 23
Mesaj Sayısı : 128
Gerçek Adı : Aylin. 002.
Yaş : 28

Koş Yoksa İşin Biter Empty
MesajKonu: Geri: Koş Yoksa İşin Biter   Koş Yoksa İşin Biter EmptyPtsi Tem. 11, 2011 10:41 pm

ABC tsuzukanai sonna n ja dame ja nai
Datte kokoro no oku wa chigau n ja nai
Ore no seishun sonna mon ja nai atsuku oku de hatetai yo
Kitto kimi ja nakya ya da yo ore wa ikenai taiyou
Na na nana nanana.


Kendime kendime Japonca bir şarkı mırıldanıyordum. Sokakta sadece benim ayakkabılarımın sesi ve mırıltılarım vardı. Sönük sarı ışıkların her birini yavaş yavaş geçiyordum, bir yere yetişmem gerekmiyordu, oldukça yavaş yürüyordum. Bulunduğum yer oldukça eski bir mahalleydi. Los Angeles’te böyle yerler de olduğunu bilmiyordum. Sanki bu şehirde sadece eğlence varmış gibi görünmüştü gözüme. Sanki doyurmaları gereken çocukları ve eşleri, bakmaları gereken bir evleri yoktu insanların. Sabah akşam içip eğleniyorlardı, sanki bu şehir uyumuyordu. Bu şehirde kimse çalışmıyor gibiydi. Ama bu mahalle karanlığa boğulmuştu, sessiz bir uyku içerisindeydi. Yazıları dökülmeye başlamış eski tarzda bir fırının yanından köşeyi döndüm ve sonunda bir tabelayla karşılaştım. Sanki bu şehri çok biliyormuşumcasına bir heyecana kapıldım oysa daha kaldığım otelin adını bile bilmiyordum. Çok tedbirsiz biriydim fakat kimin aklına gelirdi ki böyle bir şeyin gerçekleşeceği. Şu anda kaliteli bir mekanda eğleniyor olmalıydım. Hiçbir anlam çıkaramadığım tabelayı düş kırıklığı içerisinde inceledim. Artık dayanamıyordum, gözlerim dolmaya başlamıştı. Dört yaşıma dönmüş hissediyordum. Pembeli ve puantiyeli bir elbise içerisinde parlak pembe rugan ayakkabılar giymiş, saçları iki taraftan pembe şeker şeklindeki tokalarla tutturulmuş bir çocuktum o anda. Bir elim annemin büyük, sıcak ve güvenilir avuçları içerisindeydi, diğer elimdeyse gökkuşağı renkleriyle bezenmiş bir lolipop vardı. Kocaman insanların etrafımızı sardığı bir sokaktaydık, sanki herkes bana doğru geliyordu. O anda elim annemden ayrıldı ve kalabalığın dalgasına kaptırdım kedimi. Ayaklarım sağlam bir şekilde yere bastığındaysa etrafım insan doluydu fakat beni sıcaklığıyla saracak hiç kimse yoktu. O kadar kalabalığın içinde yapayalnız kalmıştım. Hemen gözlerim dolmuştu. Annemi istiyordum, ben onunla güvendeydim. O olmazsa canavarlarla dolu böyle bir yerde asla yürüyemezdim.

Yerin soğukluğunu hissettim. Vücudum titriyordu. Bu çok doğaldı çünkü elbisem oldukça inceydi. Sırtımı fırının yıpranmış kırmızı tuğla duvarına yasladım. Sessizce ağlamaya başlamıştım. Uzun süredir ağlamamıştım, belki de bu yüzden sessizliğim bozulmaya başladı, hıçkırıklar boğazımda düğümleniyordu adeta. Islak gözlerimi gökyüzüne kaldırdım. Yıldızlar… Yıldızlar dönüyor dönüyor dönüyorlardı. Sanki beni içlerine hapsediyorlardı. Karanlığa serpilmiş bir parça umut ışıltısı parladı gözlerim önünde. Hepimiz aynı gökyüzüne bakmıyor muyduk? Hepimiz ne kadar uzakta olsak da aslında hep birbirimizleydik. Nasıl olsa birilerini bulacaktım. Hem çok da uzağa gitmiş olamazdım. Annemin elini tekrar tutacaktım, bunu dört yaşındayken yapmıştım ve yine yapabilirdim. Burnumu çekerek ayağa kalktım. Üstümü silkeleyip sağ taraftan yürümeye başladım. Bu sefer adımlarım daha hızlı ve kararlıydı. Nereye gittiğimi bilmesem de büyük bir kararlılıkla yürüyordum nehir boyu. Suyun akış yönünün tersine gidiyordum. İki tane köprü geçtikten sonra bana sempatik gelen büyük bir caddeye saptım. Önceki caddeler gibi değildi burası daha geniş ve aydınlıktı. Cadde boyu yürüdüm. Buradan sonra da sağa dönmeliydim galiba. Gökyüzüne baktım, uzaklardan bir diskonun ışığı görünüyordu. Evet, sağa dönmeliydim. İyice köşeye yaklaştım ve yolun öbür tarafını göremeden kendimi yerde buldum. 'Uf. Acıdı.' Diye geçirdim içimden ne olduğuna anlam veremez bir halde. Başımı kaldırdığımda ışıklar arasında hiç de yabancı olmayan bir simayla karşılaştım, Shou’ydu bu. Sonunda birini bulmuştum, daha bunun mutluluğunu ayırt edemezken Shou elimden tutuğu gibi beni kaldırıp "Mita! Seni gördüğüme çok sevindim. Hadi gidelim burdan!" dedi ve geldiğim yönde koşmaya başladı. Ben de sorgulamaksızın şaşkın bir ifadeyle peşinden sürüklendim. Karışık aklımı daha da karıştaracak sokaklardan geçerek başla bir sokağa çıktık. Biraz ileride karanlıkta kalmış bir park vardı. Ellerimi dizlerime koyarak derin derin solumaya başladım. "Derdin ne senin?" Sesim biraz da isyankar bir şekilde çıkmıştı. Ne demeye koşmuştuk bu kadar, her şey çok anlamsız geliyordu. Ve tatmin edici bir cevap bekliyordum.


En son Mineta Yashiro tarafından Ptsi Tem. 11, 2011 11:24 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 5 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Edgard Davin
Iron Mask Solisti
Iron Mask Solisti
Edgard Davin

RP Yaşı : 25
Mesaj Sayısı : 545
Gerçek Adı : Kurt
Yaş : 30

Çanta
Eşyalar:

Evcil Hayvan:

Koş Yoksa İşin Biter Empty
MesajKonu: Geri: Koş Yoksa İşin Biter   Koş Yoksa İşin Biter EmptyPtsi Tem. 11, 2011 11:17 pm

Mita'nın elinden sıkıca yakaladım ve onu peşimden sürükler bir halde koşmaya başladım. İlk gördüğüm yerden sola döndüm. Bir binanın arkasına geçmiştik ve çöplerin üzerinden atladım koşarken. Bir yandan da Mineta için endişeleniyordum. Yine de durmadım ve koşmaya devam ettim. Solist olmanın da verdiği faydayla daha büyük ciğerler ve daha çok oksijen sayesinde uzun zaman koşabiliyordum. Gün içersinde yaptığım sporlarada şükrettim ve arka sokaklardan birinden çıktık. Bir an yavaşlayıp arkama baktım. Ama çevre çok karanlıktı bu yüzden bir şey göremedim. Hala peşimizde olduklarını düşündüğümden koşuya devam...

Bir müddet sonra yorulduğumu farkettim. İleride gördüğüm parka doğru çekiştirdim Mineta'yı. O bir kenarda soluklanırken ben bu eski parkın çimlerine uzandım. Yere koyduğumda kafamı ilk gördüğüm yıldızlar oldu. Hala bir sürülerdi ve ne olursa olsun ayrılmıyorlardı. Mükemmel bir şey olmalı. Bir beraberliğin böylesine uzun sürebilmesi... Aynı şeyi grubum için diledim ve o sırada bir yıldız kaydı gökyüzünde. Gülümsedim nefes alırken.

"Derdin ne senin?"

Dizlerine doğru eğilmiş soluklarını düzene koymaya çalışan Mita'ya baktım. Grubumuza en son gelenlerden biriydi. Tabi grup dediğimiz şey de 2 yıllıkken filan. Yirmi yaşındaydım ve hayattaki en büyük eğlencem şarkı söylemekti. Tuhaf ama seviyordum. Visual kei grubu olmamızda o kadar önemli değildi. Önemli olan bizi birleştiren şeyler ve amacımızdı. Bakışlarımı ona çevirdim ve gülümsedim gecenin altında. Mita gerçekten de güzel bir kızdı. Onu ilk gördüğümden beri biliyordum. Koyu renk saçları ve gözleri, güzel gülüşü... Birden sorusunu atladığımı farkettim.

"Bir grup deli peşime düşmüştü. Kaçarken sana çarptım. Seni de yakalamamaları için çektim işte. Olay bu."

Kollarımı iki yana açtım yerde uzanırken. Acaba diğerleri ne yapıyordu? Onlar benden daha iyi yol bulucuydular ve kesin asa ya da cep telefonları yanlarındaydı. Mineta'da benim gibi kaybolmuşa benzediğine göre onda da asa yoktu. Sıkıntıyla iç geçirdim. Nasıl kurtulacaktık ki? Çantası yanında yoktu. Bu demekti ki para da yoktu. Kartlar da yoktu. Bu da demekti ki ya adımızı kullanarak bir şeyler yiyebilecektik ya da aç kalacaktık.

"Yanında yolumuzu bulabilmemiz için bir şeyler olduğunu söyle. Ben de ne asa var ne de cep telefonu. Ayrıca açıktan ölmek üzereyim."

Endişeyle ona baktım. Umarım bir şeyler ya da en azından bir fikri vardı. Sıkıntılı bir nefes aldım. Saçlarımı karıştırdım ay ışığının altında. Cesaret vermek istercesine gülümsedim beyaz dişlerimi ortaya çıkartıp. Bileğimdeki bilekliğimle oynarken doğruluğ oturdum. Grubumuzun simgesi vardı bilekliğimin üstünde. Parmaklarım onun üzerinde gezindi. Yere bağdaş kurup oturdum ve ondan bir cevap beklercesine gülümseyerek baktım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Mineta Yashiro

Mineta Yashiro

RP Yaşı : 23
Mesaj Sayısı : 128
Gerçek Adı : Aylin. 002.
Yaş : 28

Koş Yoksa İşin Biter Empty
MesajKonu: Geri: Koş Yoksa İşin Biter   Koş Yoksa İşin Biter EmptySalı Tem. 12, 2011 4:15 am

Cırcır böceklerinin sesi nefesime karışıyordu. Kalbimin atışını hissedebiliyordum, adeta yerinden çıkmaya çabalıyordu. Kulaklarım uğulduyordu. Vücudum iflas etmişti, ellerim titriyordu. Aslında sporda kötü değilimdir, hatta sportif biriyimdir. Özellikle yüzmenin bende karşı konulamaz bir yeri vardır. Fakat bu yaptığımızın sporla ilgisi yoktu. Ayağımdaki topuklularla Shou'ya yetişmek benim için tam bir eziyetti. Benden hatrı sayılır derecede uzundu, onun adımlarına yetişmek için ondan iki belki üç kat fazla çaba sarf etmem gerekmişti. Bu çocuk deli olmalıydı. Aslında tanıştığımızdan beri sevdiğim birisiydi. Tüm itirazlarına karşın ben de onun çocuksu bir masumiyete sahip olduğunu düşünüyorum. Ne olursa olsun herkese güvenebilecek kadar büyük bir kalbi var bence. Tabi bunun farkına varıp da suistimal etmeye çalışanlar da var hep. Kalbim böyle bir şeyi ne zaman sezse Shou'yu koruma altına almaya başlarım. İnsanların ona kötü davranması hoşuma gitmiyor. İstemsiz olarak kollarımı Shou'nun etrafına sarmaya başlıyorum o zaman. Onun etrafımda olmasını seviyordum. O her zaman mutluluk saçıyor etrafına. Enerjisini aktarmayı çok iyi biliyor. Ve gülümsemesini seviyorum, 'Keşke hep gülümsese.' diye geçirdim içimden istemsiz olarak. Sonra ona döndüm. Çimlerde yatıyordu, gökyüzü gözlerinde parlıyordu. Düşünceliydi yüzü. Ona yakın olmak istediğini fısıldadı kulağıma kalbim. Bu çok saçmaydı, onu tersledim. Kalbim… Uzun süredir konuşmasını yasakladığım bir organımdı. Yıllardır susturuyordum onu. Daha gruba girmeden çok önceki yıllarda mantığımı seçmiştim, beynim en yakın dostum olacaktı çünkü insan kalbi her zaman hata yapardı.

"Bir grup deli peşime düşmüştü. Kaçarken sana çarptım. Seni de yakalamamaları için çektim işte. Olay bu." Bir an afalladım. Kendi iç dünyama o kadar kapanmıştım ki Shou'nun ne dediğini idrak etmem birkaç uzun saniyemi aldı. Demek beni korumaya çalışmıştı. Ne demeye kızarmaya başlamıştım şimdi, ben bu kadar utangaç değildim. Hemen yüzümü gökyüzüne çevirdim. Hem kim olsa yapardı bunu, bana özel bir şey değildi ki. Ama yine de bana neden bu kadar iyi hissettirmişti?

"Yanında yolumuzu bulabilmemiz için bir şeyler olduğunu söyle. Ben de ne asa var ne de cep telefonu. Ayrıca açıktan ölmek üzereyim." Ben de acıkmaya başladığımı hissediyordum. Konser öncesi pek bir şey yemezdim genelde. Ayrıca çantamı da kuliste unutmuştum, her şeyim onun içindeydi. Nasıl olur da bu kadar unutkan ve tedbirsiz olabilirdim? En azından asamı her zaman yanımda taşımam gerekirdi, her seçkin büyücü gibi. "Üzgünüm. Çantamı almayı unutmuşum. Ve her şeyim onun içerisindeydi." Mutsuz bir ifadeyle Shou'ya döndüm. Yüzünde her şeye rağmen güzel bir gülümseme vardı, o gülümsemelerden… Üzerimdeki şaşkınlık kaybolmuşluktan değildi, onu çoktan hazmetmiştim. Farklı bir şeyler vardı, çok farklı. Kendimi bastırıp düşünmeye başladım. Herhalde diğerleri bizim kadar tedbirsiz değildi. Belki de bizi arıyorlardı şu anda. Eninde sonunda bulacaklardır bizi, fakat onlarla buluşana kadar ne yapacaktık? En azından açlığımızı nasıl bastıracaktık? Yavaşça kendimi Shou'nun yanına bıraktım. Bacaklarımı karnıma çekerek karşıdaki yaşlı ağacı incelemeye koyuldum. Ağacın üzerinde hiç yaprak yoktu, ne de olsa ocak ayındaydık. Hava da oldukça soğuktu. Ellerimi kollarımda gezdirip olabildiğince ısınmaya çalıştım Shou'ya fark ettirmeden. Üzerimdeki elbise oldukça ince bir kumaştandı. Soğuğa karşı hiçbir şansım yoktu. Açlığımın yetmezmiş gibi başlayan üşümemi bastırmaya çalışarak yaşlı ağacı incelemeye devam etmeye zorladım kendimi. Açık kahverengi, oldukça kalın bir gövdesi vardı. Biraz biraz soyulmuş, üzerine belki de tutkulu aşıklar tarafından yapılmış olan yer yer kazımalar vardı. Bazı harfler çok net olmasa da seçilebiliyordu. Titremeye başladığımı fark ettim. Direnmek benim için çok zordu, ben zorlu bir yaşama alışık değildim. İstediğim her şeyi elde etmiş biriydim hayatım boyunca. Böyle bir duruma düşeceğime asla inanmazdım. Paranın olmadığı yerde büyünün her şeyi çözeceğini düşünürdüm. Oysa yanılmışım. Yüzümü gökyüzüne çevirdim. Bana birilerini bulmam konusunda güven veren şu karşımdaki heybetli karanlıktı. Peki şimdi ne olacaktı, neden yardımcı olmuyordu? "Şimdi… Ne yapacağız?" Dudaklarımdan döküldü sözcükler, umut arıyordum. Bir amacımız olsun yeterdi, burada donmak ya da açlıktan bayılmakla ilgili düşüncelerim yerine faaliyete geçmeyi tercih ederdim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Edgard Davin
Iron Mask Solisti
Iron Mask Solisti
Edgard Davin

RP Yaşı : 25
Mesaj Sayısı : 545
Gerçek Adı : Kurt
Yaş : 30

Çanta
Eşyalar:

Evcil Hayvan:

Koş Yoksa İşin Biter Empty
MesajKonu: Geri: Koş Yoksa İşin Biter   Koş Yoksa İşin Biter EmptySalı Tem. 12, 2011 9:46 am

"Üzgünüm. Çantamı almayı unutmuşum. Ve her şeyim onun içerisindeydi." Bu sözleri üzerine tüm umutlarım yıkıldı. Anlaşılan açlıktan ve yorgunluktan ölecektim. Konser öncesi neredeyse hiç bir şey yenmezdi. Özelliklede benim için. Çünkü şarkı söylerken tıkanmaya yol açıyordu yemek. Bu yüzden en azından üç saat öncesinden yemek yiyordum. Sonuç olarak da konserde harcanan enerjiyle kurt gibi aç çıkıyordum oradan. Bu sadece benim için geçerli değildi tabi.

Mineta'nın yanıma oturmasıyla yeniden gülümsedim. Kollarımı kendine çektiği dizlerine dayamış düşünceli bir şekilde karşıdaki büyük ağacı inceliyordu. Ben de o ağaca baktım. Büyük ve geniş ağaca. Sessizlik uzarken sıkıldım öyle durağan bir şekilde ağacı izlemekten. Derin bir nefes aldım ay ışığı ikimizi bu eski parkın çimlerinde aydınlatırken. Bir rüzgar esti saçlarımızı dalgalandırabilecek kadar güçlü bir şekilde.

"Şimdi… Ne yapacağız?" Bu sözleri üzerine ona baktım. Gerçekten ne yapacaktık? Bakışlarımı ona çevirdim. Hafifçe titremekte olduğunu görünce aklımın nerede olduğunu düşündüm. Sonra da sırtımdaki beyaz ceketi çıkartıp onun omuzlarına koydum. Gülümsedim ona bakarken. Sonra da geri çekildim yavaşça. Gökyüzündeki yıldızlara baktım bana fikir versinler diye. Ama kıpırdadıkları yoktu. Yine de bu eski ve yıkık parkın çimleri bile beni çok iyi anlıyor gibiydi. Fakat şimdi önemli olan sadece ben değildim. Mita üşüyordu ve en azından benim kadar açtı. Bunu düşünürsek birazdan yapacağım hareket normal karşılanabilirdi.

Ayağa kalktım enerjik bir şekilde ve elimi ona uzattım. Ayağa kalkmasına yardımcı olduktan sonra aklıma gelen tek fikir yürümekti. Burası ana yola benziyordu. Yani eninde sonunda bir otele ya da açık bir lokantaya rastlayacaktık. Yemek yemeden orayı bulursak iyi olacaktı tabi. Destek olmak için Mita'ya kolumu uzattım. 1.77 boyumla onu geçiyordum. Lakin bence onun boyu da kısa değildi. Aksine sevimli gösterecek kadar da güzeldi. Aynı kendisi gibi. Onun üzerinde fazla düşünmemek için konuşmaya başladım. Aksi takdirde değişik şeyler ortaya çıkacaktı.

"Şimdi yürümeye başlayalım. Eninde sonunda bir yer buluruz. Hem yürürken ısınırız da." Gülümsedim ay ışığı altında parlayan beyaz dişlerimi gösterircesine. Bu durumda bile umutsuzluğa kapılmak bir seçenek olmazdı benim için. Üzüntü gereksizdi bu durumda. Derin bir nefes aldım doğayı içime çekebilmek için. Rüzgar hafifçe esiyordu ve kulaklarımıza kadar taşıyordu parkın seslerini. Esinti sayesinde sallanan salıncaklar, kırık tahterevallinin üzerinde biriken suyun varlığı, yıkılmış banklar... Hepsi bir bütündü bu parkta. Eşsiz bir güzellik. Belki fotoğraf makinem olsa çekerdim bunu. Saçlarımı karıştırdım sol elimle. Sonra yürümeye başladım Mita ile.

Köşe başına kadar yürüdükten sonra, sokak değişmişti birden. Anlaşılan parti sokaklarından birine gelmiştik. Otele benzeyen bir tanesine soktum Mita'yı benimle beraber. Neon ışıklarıyla aydınlatılıyor gibiydi ama en azından içerisi sıcaktı. Yine de hiç farketmedim girdiğimiz yerin normal bir otel olmadığını. Hemen kenardaki adama yaklaştım. Hafifçe eğildim ve ona derdimi anlattım kısaca. Adam inanmamış gibi bana baktı bir süre. Ama otelimizin adını bilmediğimiz için bize yardım edemeyeceğini söyledi. Düşünceli bir ifade ile Mita'ya döndüm. "Otelin adını biliyor musun?" Eğer bilmiyorsa ne yapacaktık? Adam bize bakıp sırıttı bir tanesi altın olan dişini gösterdi. Şaşkınca onun ağzına baktım. Kötü durmasına rağmen havalı bir görünüşü vardı.

"Burada kalabilirsiniz. Para ödemenize gerek kalmaz. Ama bir şartla." Neden herkesin iyilik yapmak için bir şartı vardı? Adama baktım yine de umutla. Sonuçta basit bir istekse yapabilirdim. Ama adamın söyledikleri yine hayallerimin yıkılmasına neden olmuştu. Neden herkes grubumuzu bölmek istiyordu? Bu adam da onlar için çalmamızı istiyordu hem de kendi otelinde. Ama bu düşünülebilecek bir şey değildi çünkü sadece ikimizi kastetmişti. Şarkı söyleyecektik. Kendi orkestrası varmış vs. Mita'ya döndüm beni bu durumdan kurtarması için. Umarım onun bir planı vardır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Mineta Yashiro

Mineta Yashiro

RP Yaşı : 23
Mesaj Sayısı : 128
Gerçek Adı : Aylin. 002.
Yaş : 28

Koş Yoksa İşin Biter Empty
MesajKonu: Geri: Koş Yoksa İşin Biter   Koş Yoksa İşin Biter EmptySalı Tem. 12, 2011 5:39 pm

Kollarımda bir sıcaklık hissettim. Başımı kollarıma doğru çevirince beyaz bir ceket gördüm üzerimde, Shou’nun ceketi… Bu çok klasik bir sahneydi, kız üşüyor oğlan da ona ceketini veriyor. Fakat bildiğim kadarıyla roller böyle değildi, bizim gibi değillerdi. Biz arkadaştık, ‘Zaten başka bir şeyin olmasına da imkan yok.’ Dedi zihnim kendinden emin. Shou’ya döndüm, yumuşak hatları olan bir yüzü vardı. Klasik Japon erkeklerinden çok daha uzundu, sportif bir vücudu vardı. Ve gözleri hep ışıl ışıldı. İçerisine bir parça yıldız serpilmiş gibiydi hep, insana güven veren, Shou’nun gözlerinden akıp benimle temasa geçen bir parıltı… ‘O senin arkadaşın. Neler saçmalıyorsun sen öyle?’ Zihnim yine devreye girmişti, haklıydı da. Senelerdir aynı gruptaydık, senelerdir arkadaştık aynı zamanda. Ona olan bakışımın değişmesini istemiyordum, korkuyordum. Arkadaşlığımızı bitirmekten çok korkuyordum.

"Şimdi yürümeye başlayalım. Eninde sonunda bir yer buluruz. Hem yürürken ısınırız da." Shou’nun sesiyle kendime geldim tekrardan. Elimden tutup beni ayağa kaldırdı. Kolunu kolumda hissettim, adımlarını benimkilere ayarlayarak yürümeye başladı. Yavaş yavaş eski parktan uzaklaşıyorduk. Etrafımızdaki her şey çok nostaljikti, parkın her köşesine türlü türlü anı sinmişti. Kim bilir kaç çocuk zamanında daha kırılmamışken, kırmızı boyası daha yer yer dökülmemişken, parıl parıl parlarken kaymıştı şu kaydıraktan. Kaç kere en yükseğe çıkma yarışı yapmışlardı birbirlerinin yalnızlıklarını gideren şu iki salıncakta. Salıncaklar da paslanmıştı, birin zinciri kopmuştu, yamuk duruyordu. Diğeriyse hafif rüzgarda ileri geri usul usul kıpırdıyordu. Hemen yanında tahtadan bir tahterevalli vardı, kırılmasının üstünden oldukça zaman geçmiş gibiydi, rüzgar onu da zorla kıpırdatıyordu. İki tane bank vardı, orada oturup bir yandan çocuklarının oynamasını izleyen bir yandan da muhabbet eden anneler gözümde canlanıyordu. Bu mahallenin anneleriydi çoğu, hatta yerleri bile belliydi büyük ihtimalle. Kim bilir şimdi neredeydi bu parka küsüp onu yalnız bırakanlar. Küçük parkın etrafı oldukça yaşlı ağaçlarla çevrilmişti, çok uzun değillerdi fakat gövdeleri çok kalındı hepsinin. Ve çok hasar görmüştü gövdeleri, hangi sevgililer kazımıştı bu kadar isimlerini. Ne kadar sevgili buluşmuştu bizim az önce kalktığımız çimenlerden. Gündüzleri çocuk kahkahaları, akşamüstleriyse sevgililerin heyecanıyla dolup taşan bir parktı o da. İşlevini yitirse de hala bizim gibi yolunu kaybetmiş bir iki kişi ağırlıyordu belki.

Rüzgarın kulaklarımıza son kez paslanmış salıncakların gıcırtısını getirmesiyle yıkık dökük park da gözlerden kayboldu. Yine sokaklardaydık, nerede olduğumuzu bilmiyorduk, yabancıydık ama sokaklarda bir tanınmışlık vardı. Belki de her yer birbirine benziyordu. Shou hemen yanımdaydı, kolumdaki kolunu kolayca hissedebiliyordum. Sokaklardaydık yine, yürüyorduk ama bu sefer yalnız değildik. Bir hafiflik vardı bu sefer ikimizde de, çünkü yükümüz paylaştıkça azalmıştı. Kaybolmuşluğun umutsuzluğu birbirimizi bulduğumuz andan itibaren minicik olmuştu.

Biraz sonra kendimizi daha gürültülü bir sokakta bulduk. Açık bir yer vardı, otele benziyordu. İçeride yanık tenli iri yarı bir adam vardı. Shou umutlu bir ifadeyele hemen konuşmaya başladı, olanları bir bir anlattı adama. Adamın suratındaki ifade hiç de hoşuma gitmemişti. Shou da otelin adını bilmiyordu, adam bu şekilde bize otelimizi bulmamızda yardım edemeyeceğini söyledi fakat kendi otelinde kalabileceğimizi söyledi. Bir anda içimde büyük bir rahatlık patlaması yaşandı ta ki adam cümlesine bir "Ama…" ekleyene kadar. "Bir şartla." dedi ardından Sırıtıyordu bu sefer, pek de güzel bir seçenek gibi gelmedi bu sefer bana. Dişlerinden birisi altın kaplamaydı, çok korkutucu görünüyordu, burada söz hakimi biri olduğunu anlamıştık ikimiz de. "İkinizin otelimde çalmasını istiyorum. Müşterilerim eğlenceye doymuyor ve daha da çeşitli eğlenceler istiyorlar. Kendi orkestram da var, size yardımcı olacaklardır." Böyle devam ediyordu konuşması, orkestrasını övüyordu galiba, ama kulaklarıma sadece uğultu olarak geliyordu sesi. Shou bana döndü, mutsuz bir ifadesi vardı artık. Böyle bir şeyi kabul edemezdik, biz bir gruptuk, ihanet hiçbir koşulda seçenek olmamalıydı bizim için. Shou’nun elinden tutup kapıya doğru çekiştirdim. Adama yine de teşekkür edip kabul etmediğimizi söyleyerek dışarı çıktım. Bence çok aşağılayıcı tekliflerdi bunlar. Shou’ya tek kelime etmeden yürümeye başladım sokakta. Bu sefer ben onu ardımdan sürüklüyordum. Uzun süre yürüdükten sonra eski bir binayla karşılaştık, otel yazıyordu minik tabelasında. Karanlıktı otel. Sadece birkaç odadan gelen zayıf ışıklar vardı, bir de girişten. İçeri girmeye karar verdim, peşimden Shou’yu da sürükledim. İçerisi diğer otel kadar sıcak değildi, ışıklandırma da zayıf bir lambadan oluşuyordu. İlk başta görünürlerde kimse yoktu fakat az sonra yaşlı bir amca belirdi karanlıktan. Güvenilir ve tecrübeli birine benziyordu. Uzun süredir buranın sahibi olmalıydı, ne kadar çok insan görmüştü. Ama bu otel ucuzlardandı, oldukça ucuz. Öğle yemeğimizin bile belki yarısıydı burada kalmanın fiyatı. Bu sefer ben konuştum amcayla, kim olduğumuzu söylemedim. Turistmişiz gibi davrandım, Japonya’dan gelip kaybolmuştuk burada ve her şeyimizi bir grup sokakta yaşayan adamdan kaçarken kaybetmiştik. Adamın inanmamak için bir nedeni yoktu. Gerçekten de uzun süredir koşuyormuşuz gibi görünüyordu üstümüz başımız, konser üstüne bu kadar olay yaşamak bizi oldukça bitkin gösteriyordu. Oturduğumuz yerde uyuyacakmışız gibi bir izlenim veriyorduk. Adam iyilikle gülümsedi, bugün ilk defa iyi biriyle karşılaşmış olabilir miydik, şans sonunda bize de gülmüş olabilir miydi? Ağzından dökülenler karşısında o kadar minnettar kaldım ki. Amca bize güvenmişti, gerçekten bize bir oda verecekti. Size söz veriyorum, size tüm bunları geri ödeyeceğiz." Adam bunun gerekli olmadığını söyledi, çok fazla insan gelmiyordu buraya kalmaya ve genelde çoğunun da parası olmuyordu. Daha çok insanlar burayı birkaç aylığına hatta yıllığına kiralayıp evleriymiş gibi kullanıyorlardı. Oteli kendileri temizliyor hatta mutfakta hep beraber yemek yapıyor sonra da birlikte yiyorlardı. Tatillerini de birlikte geçiriyorlardı, kocaman bir aile gibi olmuştu burası. Evinin eski ve kalitesiz bir otel olması ne garip olurdu. İnsanlara yardım edenlerin günümüzde çok rastlanmadığını anlattı, bu yüzden açmış burayı. Evsiz kalanlara yardım etmek için. Ben yine de değerli taşlardan oluşan küpemi çıkarıp adama uzattım. Bunu alamayacağını söylese de ısrar edip eline tutuşturdum. Ki daha sonra bir sorun olduğunu söyledi. Yine mi dercesine baktım adama, artık önümde bir pürüz olsun istemiyordum. Sadece karnımı doyurup sonra da nasıl bir yatak olursa olsun başımı koyup hemen uyumak istiyordum. "Burada kalınabilir durumda olup da boş olan sadece bir oda var." Her şey tam da klasik bir Japon dizisi tadında gelişiyordu. Ne yapsak dercesine Shou’ya baktım. Bu şansı bunun yüzünden kaçırmalı mıydık?


Out: Mouse bozuldu. Klavye kullanarak yapıyorum her şeyi. Zormuş ha.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Edgard Davin
Iron Mask Solisti
Iron Mask Solisti
Edgard Davin

RP Yaşı : 25
Mesaj Sayısı : 545
Gerçek Adı : Kurt
Yaş : 30

Çanta
Eşyalar:

Evcil Hayvan:

Koş Yoksa İşin Biter Empty
MesajKonu: Geri: Koş Yoksa İşin Biter   Koş Yoksa İşin Biter EmptySalı Tem. 12, 2011 9:40 pm

Ben Mita'ya bakıyordum tepki vermesi için. O ise birden yanıma geldi ve elimden tuttuğu gibi kapıya çekiştirmeye başladı. Bir yandan da adamla konuşuyordu. Ona teşekkür etti ve böyle bir teklifi kabul edemeyeceğini bildirdi. Ben bunu yapamazdım sanırım. En azından bu kadar kibarını. Eğer konuşmaya ben devam etseydim kesinlikle adam silahıyla peşime düşmüş olacaktı. Tabi Mita'nın kibarlığı kurtarmıştı bizi. En azından o iyi biri.

Sokağa çıtkığımızda sakinleşeceğini umdum ama o hala öfkeli adımlarla beni çekiştirmeye devam etti. Bu benim için zor bir durumdu çünkü bir kişi kendisinden kısa biri tarafından çekiliyorsa öne doğru eğilmesini gerektiriyordu bu. Ben de eğildiğim için hafifçe, yetişemedim ona yürürken. Yani uzun bir müddet böyle devam ettik. Tabi o birden duruncaya dek nasıl işkence çektiğimi kimse bilemez. Durduğunda ona döndüm. Ama Mita daha çok şu yıkık dökük otelle ilgileniyordu. Aslında tabelada otel yazmasa buranın virane olduğunu düşünüp, tarihi eser sayar yaklaşmazdım bile. Ben karanlık pencerelere bakarken Mita ani bir şekilde yeniden beni çekti. Tamam bunu intikam olsun diye yapıyor olabilirdi ama ben onu can sağlığı için çekmiştim. Yine de sesimi çıkarmadım.

İçeri girdiğimizde etraf bir korku filmini andırıyordu. Yarı yarıya solmuş çiçeklerle dolu bir vazo, silinmekten eskimiş eşyalar, sanki daha yeni cenaze çıkmış gibi duran ağırlığa sahip bir hava. Ben etrafı izlerken büyük bir merakla Mita'nın konuştuğunu duydum. Ama beklediğimin aksine grubumuzdan bahsetmiyordu. Japon turist, eşya kaybetme olayını anlatırken onu izliyordum. Yüzümde şaşkın bir ifade oluşmaması için çok çaba sarfettim. Adam bir ara bana baktı. Bense sanki dilini anlamıyormuş gibi gülümsedim ona. Aksine neredeyse yorgunluktan uyumak üzere olan bir halim vardı. Fakat adamın bu yalana inanmasını hiç beklemiyordum. Lakin o gülümsedi ve odayı vermeyi kabul etti. Mita itiraz etmişti paraları sonradan ödeme konusunda. Adamsa sadece önemli olmadığını söyledi. Bu sefer kendime hakim olamadım ve şaşkınca bakmaya başladım. Açıklama yaptı bize kısaca. Zaten parasızların kaldığını vs. İlginç bulmuştum. Mita küpelerini çıkartıp uzatırken yaşlı adam beni yeniden şaşırttı. İtiraz etti. Bu yaşlı adamdan ayrı bir hoşlandım. Böyle iyi insanlar olması ne güzeldi!

"Burada kalınabilir durumda olup da boş olan sadece bir oda var."Ben algılamaya çalışırken dediklerini Mita bana baktı. Çaresizlik mi yoksa sadece yorgunluk mu vardı o gözlerde? Yine de sadece neşe görmek istiyordum. Üzüntülerini silmek istedim bir anda. Nedense. "Piyanonuz var mı?" Adam ingilizce bilmeme şaşırmış gibiydi. Eski bir tane olduğunu söyledi ama uzun zamandır kullanılmamıştı. Olsun. Parmaklarım tuşların özlemiyle yanmaya başlamıştı bile. Gülümsedim enerji yayarcasına ve adamdan anahtarı aldığım gibi Mita'yı çekiştirdim üstkatlara. Odamızı bulmak kolay olmuştu çünkü biz merdivenden çıkarken adam arkmızda ikinci katta olduğumuzu bağırmıştı. Baş parmağımı kaldırmıştım son anda. En sonunda odamızı bulunca içeri girmeden önce kapıyı sonuna kadar açtım ve elimle içeriye buyur edercesine Mita'ya öncelik verdim. Sonra da ben geçtim. Kısa bir turladım odayı. Çevreyi fazla incelemeden üzerimdeki tişörtü çıkartıp yan tarafa attım. Kemerimi de çıkartırken:

"Ben duş alacağım. İlk ben dediğim için" dedim sırıtırken "sıranı bekle." Kemeri de yan taraftaki eski koltuğun üzerine attım ve yarı çıplak banyo kısmına geçtim. Yıkık döküktü burası ama işimi görürdü. Kaprisli bir sanatçı olmadığımdan su varsa temiz her yerde yıkanabilirdim. Ailemden kimsenin beni bu halde görmeyecek olması iyiydi. Pantolonumu da çıkardım ve suyun altına geçtim. Saniyede rahatlamıştım. Gülümsedim kendi kendime.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Mineta Yashiro

Mineta Yashiro

RP Yaşı : 23
Mesaj Sayısı : 128
Gerçek Adı : Aylin. 002.
Yaş : 28

Koş Yoksa İşin Biter Empty
MesajKonu: Geri: Koş Yoksa İşin Biter   Koş Yoksa İşin Biter EmptySalı Tem. 12, 2011 10:40 pm

Oda Shou için hiçbir sorun yaratmamışa benziyordu. Çekiştirme sırası ondaydı, bu sefer o kolumdan tuttuğu gibi merdivene yönelmişti. Hızlı ve istekli adımlarla Shou’nun ardından ikinci kata kadar soluk soluğa çıktım. Odayı bulmak zor olmadı, pek fazla yoktu zaten. Shou sabırsızca anahtarı kilide yerleştirip birkaç tur çevirdi, böylece kapı ardına kadar açıldı. Shou’nun centilmenliğiyle önce ben girdim odaya. İlk fark ettiğim odadaki tozlara bakarak odanın uzun zamandır kullanılmamış olmasıydı. Duvarlarda elimi gezdirerek ışığı açabileceğim bir düğme aradım. Duvar pürüzlüydü, alçısı soyulmaya ve dökülmeye başlamıştı. Elim düğmeyle buluşunca oda hafif bir loşluğa kavuştu. Büyük bir oda değildi, sadece çift kişilik bir yatak, bir komidin, eski ahşaptan gardırop, eski bir koltuk ve paslanmış metal gül işlemeleriyle kaplı bir boy aynası vardı. Yatak örtüsü büyük ihtimalle ilk zamanlarında beyazdı. Ama karşımdaki sararmış hatta kimi yerlerinde çay lekeleri olan eski bir çarşaftı. Komidinin üzerinde biriken toz parmak sürmeden gayet iyi anlaşılıyordu. Gardıropsa odanın büyük bir bölümünü kaplıyordu. Oldukça yaşlı olduğunu üzerindeki çiziklerden ve kullanıla kullanıla oluşan inceliğinden tahmin ettim. Yer yer kaplaması sökülmeye başlamış olan koltuk çizgiliydi, solmuş bej ve kırmızı renklerden oluşuyordu. Shou yanımdan geçip odanın içinde gezinmeye başladı. Çok da umursamışa benzemiyordu, bu beni mutlu etmişti. Kaprisli insanlar her zaman can sıkıcı gelmiştir bana. Başımı yerden kaldırıp Shou’ya baktığımda odadaki tüm solgunluğun arasındaki en canlı kırmızının benim yanaklarımda olduğuna dair iddiaya girebilirdim. Shou soyunmaya başlamıştı, tişörtünü çıkarıp yere doğru fırlatmıştı umursamaksızın. Dudaklarım kıpırdadı ama ne demeye çalıştığımı ben de bilmiyordum, sesim çıkmamıştı.

"Ben duş alacağım. İlk ben dediğim için" yüzüme bakıp sırıtmıştı. Bu benim yüzümü yere eğmeme yol açmıştı. "sıranı bekle." O kadar utanmıştım ki büyük gardırobun içine girip saklanmak istiyordum. Amerika sokaklarında gezinen çoğu kadın benim neden bu kadar utandığımı anlayamaz, öyle yetişmiş çünkü onlar. Oysa büyüyüp yetiştiğim yerde, Japonya’da böyle değildir bu. Ailem Japon kültürüne bağlı bir ailedir, onların beni yetiştirmesine göre bundan utanmam gerekiyordu, öyle yapıyordum da. Shou bana aldırmayarak kemerini de çıkardı ve koltuğa doğru attı onu da. Yanımdan geçip banyoya girerken daha fazla soyunmadığı için şükrediyordum kendi kendime. Duş sesi kulaklarıma ulaşana kadar ne yerimden kıpırdadım ne de başımı kaldırdım. Sonra yavaş yavaş yanaklarım solup kendi rengini almaya başladı. Yavaş yavaş odada gezinmeye başladım ben de. Yerdeki tişörtün üzerinden atlayıp aynanın karşısına geçtim. Yüzümde çok yorgun bir ifade vardı, şaşırmıştım. Elimi yüzümde gezdirdim. Gözlerim saçlarıma takıldı, çoktan dağılmışlardı. Bozulmuş bukleleri ellerimle yavaş yavaş taradım. Başımı arkaya çevirip yine odada gezdirdim gözlerimi. Yatağın yanına gidip üzerine oturdum. Yayları oldukça eski olmalıydı, oturduğumda oldukça içine gömülmüştüm çünkü. Yandaki komidinin üzerinde rengarenk çiçeklerle işlenmiş bir kumaşı olan esli bir lamba vardı. Elim açma düğmesine gitti. Bir kaç kere düğmeye basmıştım fakat değişen hiçbir şey olmamıştı. Lamba bozuktu. Tekrar odaya bakınca yerdeki tişört gözüme çarptı. Ayağa kalktım ve yanına gittim, uzanıp elime aldım. Bir şeyleri düzene sokmak bana mutluluk veriyordu galiba, karmaşık şeyleri düzenlemek beni mutlu ederdi çoğu zaman. Tişörtü katlayıp koltuğun üzerine kemerin yanına yerleştirdim. Karşıdaki aynadan yansımam bana bakıyordu, üzerimdeki beyaz ceket gözüme çarptı bu sefer. Shou’nun ceketiydi üzerimdeki. Shou gibiydi, Shou kokuyordu… Elimi kaldırdım fakat ceketin koluna değmekten vazgeçip havada kaldı elim. 'En iyisi bunu asayım.' Dedim içimden, yoksa kırışacaktı. Gardırobun kapağını yavaşça araladım, kapak açılırken büyük bir gürültü çıkarmıştı. İçeride birkaç askı vardı, üzerimdeki ceketi çıkarıp içlerinden birine astım. Dolabın kapağını kapatırken içerideki raflarda duran havlular gözüme çarptı. Kapağın kapanmasıyla arkamdaki kapının açılması bir oldu, içeriden buharlı, sıcak bir hava yükseliyordu, hissedebiliyordum. Shou’nun sesini duydum. "İçeride havlu yok. Belki orada vardır?" Tek kelime etmeden gardırobun kapağını hızlıca açıp az önce gördüğüm havlulardan birini alıp arkama hiç dönmeden geriye doğru uzattım hızla. Nemli eli elime değmişti havluyu alırken. Teşekkür benzeri bir şeyler söyleyip kapıyı tekrar kapadı. Ama onun konuşmasıyla ilgilenmiyordu ne kulaklarım ne beynim. Kahretsin. Neden böyleydi? Bu doğru muydu? Bundan bu kadar heyecanlanmam yanlış mıydı yoksa? Kapı tekrar açıldı, Shou dışarı çıktı bu sefer, ben de diğer havluyu alıp hemen içeri girdim. Havluyu oradaki bir rafa koyduktan sonra derin bir nefes aldım. Tüm soruları kafamdan atıp kendimi duşa ve rahatlamaya odakladım. Üzerimdeki elbiseyi çıkarıp havlunun yanına, rafa koydum. O sırada içeriye ayakkabılarımla girdiğimi fark ettim. Bu Japonya’da asla yapılmayacak bir hareketti. Topukluları ayağımdan çıkarıp kapıyı arakladım ve hızlıca o aralıktan ayakkabılarımı dışarı attım. Kapıyı tekrar kapatınca tamamen soyunup duşun altına geçtim. Suyu açıp saçımdan vücuduma akan suyla gelen rahatlığa ve rehavete kaptırdım kendimi. Tüm soru işaretlerini yok etmişti beynim, mutluydum. Dudaklarım tekrar bir şarkı mırıldanmaya başladı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Edgard Davin
Iron Mask Solisti
Iron Mask Solisti
Edgard Davin

RP Yaşı : 25
Mesaj Sayısı : 545
Gerçek Adı : Kurt
Yaş : 30

Çanta
Eşyalar:

Evcil Hayvan:

Koş Yoksa İşin Biter Empty
MesajKonu: Geri: Koş Yoksa İşin Biter   Koş Yoksa İşin Biter EmptySalı Tem. 12, 2011 11:49 pm

Su başımdan aşağıya sakince akarken en azından duş alabildiğim için halimden memnundum. Elimden geldiğince hızlı oldum. Mita'yı içerde bekletmek hoş değildi. Hem o da en azından benim kadar yorgundu ve bunu ona yapamazdım. Saçlarım suratıma yapışmış bir şekilde havlu aradım. Girerken aklım neredeydi acaba? Yine heyecana kapılmış ve düşünmeden hareket etmiştim. Suyu kapattım ve kapıyı açıp "İçeride havlu yok. Belki orada vardır?" dedim. Bana bakmadan bir havlu uzattı. Neden böyle yaptığını anladığımı sanmıyorum fakat teşekkür edip kapıyı yeniden kapadım. Kısa bir kurulanma olayı yaşadım bu eski banyoda. Beyaz fayansların kimi yerleri kırıktı. Süslemeler solmuş duvarın açık mavi rengi iyice değişmişti. Yarı yarıya pislikten görünmeyen aynadaki yansımama baktım. Lenslerimi çıkarmayı unutmuştum ve gözlerim hala maviydi. Aslında kahverengi olduklarını gayet iyi biliyordum. Havluyu omzuma atıp, pantolonumu giydim uzun ince vücuduma. Düz karnıma kısa bir bakış attım ve sağ elimle saçlarımı karıştırırken bilekliğimi aldım kenardan ve banyodan çıktım. Ben çıkar çıkmaz Mita havluyu kaptığı gibi içeri koştu. Ben de kapanan kapıya baktım bir müddet. Ardından yatağa geçip uzandım. Üzerinde grubumuzun simgesi bulunan bilekliğimi koluma geri taktım ve onu seyrettim kısa süre. Aşırı derece de yorgundum. Otelin içersi de uygun sıcaklıktaydı uykumu getirmeye. Bu yüzden tişörtümü bile giymemiştim.

Odayı incelemeye başladım bende uyuyakalmamak için. Koltuk tek kişilikti ve bu gece ne yapacağıı iç bilmiyordum. Yerde yatsam sabaha kalmadan donarak ölürdüm. Koltuk ise eski ve rahatsızdı. Yine de yapabileceğim başka bir şey yoktu. Sıkıntılı bir iç geçirdim su sesini dinlerken. Mita geldi birden aklıma. Fakat banyo sesi onu normal halde düşünmemi engelliyordu. Utandım kendimden bunları düşündüğüm için ve gözümün önünde şekillenmeye başlayan hayalleri silmek için ayağa kalktım. Tişörtümü bulmak için yere bakındım fakat koltuğun üzerinde katlı bir şekilde durduğunu görünce şaşırdım. Kemerimde oradaydı. Anlaşılan peşimi toplamıştı. Ama bunu neden yapmıştı ki? Ben çok dağınık bir insandım ve sürekli eşyalarımı kaybederdim. Bunu yapmasına gerek yoktu. Saçlarımı karıştırdım ve bir kaç su damlasını çıplak omuzlarıma düşürdüm.

Yıkık dökük odanın içinde gezindim yarı çıplak. Yapacak iş olsun diye dolapları karıştırdım. Bir tanesinin içinde ceketimi görünce cidden şaşırdım. Bu kız bu kadar toplu muydu? Yine de birinin arkamı toplaması güzeldi özellikle de para almadan. Para demişken... Aşağıya inmek için sabırsızlanıyordum çünkü parmaklarım kaşınıyordu. Açlığımdan daha önemli bir şeydi piyano. Derin bir nefes aldım ve banyo kapısına yaklaştım. Su sesi kesilmiş miydi? Sanırım bana öyle geldi. Kapıyı tıklattım ve meraklı bir sesle:

"Mita! Hadi lütfen çabuk ol. Aşağıya inmek için sabırsızlanıyorum." Böyle dememe rağmen tişörtümü bile giymemiştim. Hızlı hareketlerle aldım elime ve giyindim. Belime kemerimi takarken bir yandan da gruptaki diğer üyeleri düşünüyordum. Acaba neredeydiler ve polise haber vermişler miydi? Umarım vermemişlerdir çünkü böyle bir otelde Mita ile yakalanırsak hiç hoş olmayan haberler çıkabilirdi. Benim için önemli değildi çünkü benim adım sürekli değişik isimlerle çıkardı ve yarısını tanımıyordum bile. Yabancı ülkede daha az saygı görüyorduk denebilir gazeteciler tarafından. Sıkıntıyla odayı turladım ve tekrar yatağa uzandım. Ben bu kadar uzun kalmış mıydım ki? Bilemedim. Duvardaki kalkmış boyaya daldım birden. Bu geceki konser gözümde canlanmıştı. Hafif bir tebessüm eşliğinde hayallere karıştım.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Mineta Yashiro

Mineta Yashiro

RP Yaşı : 23
Mesaj Sayısı : 128
Gerçek Adı : Aylin. 002.
Yaş : 28

Koş Yoksa İşin Biter Empty
MesajKonu: Geri: Koş Yoksa İşin Biter   Koş Yoksa İşin Biter EmptyÇarş. Tem. 13, 2011 12:30 am

Dudaklarımdan dökülen sözler saçlarıma ve vücuduma dökülen su damlacıklarıyla güzel bir ritim oluşturuyordu. Bugün gerçekten çok yorulmuştuk, sıkı bir konser olmuştu ve eğlenceli. Gitar çalmak benim için bir iş değildi, büyük bir zevkti. Gitar telleri üzerinde gezinen sadece parmaklarım olmuyordu gitar çalarken, ruhum parmaklarımın ardı sıra geziyordu tellerde. Hiçbir şeyi görmüyordu, hissetmiyordu o zaman. Sadece müziğe odaklanıyordu ruhum, müzikle bir oluyordu. Müzik onu içine çekiyordu, birbirlerine karışıp insanların üzerine yağıyorlardı sonra. Belki de bu kadar popüler olabilmemizin sebebiydi bu, hepimiz ruhlarımızla yapıyorduk işimizi. Bu iş için para aldığıma inanmak zor geliyordu. O kadar müthiş bir duyguydu ki sahnede bulunmak, orada olmak için para vermek daha akıl kârıyı.

Saçımdaki son şampuan köpükleri de suyla birlikte banyo zeminine düşünce musluğu isteksizce kapadım. Saatlerce suda kalabilirdim, bu benim en büyük zaaflarımdan biriydi. Havluyu alıp bedenime sardım ve elbiseme baktım. Bari yatarken giyebileceğim bir şey olsaydı, eğer Shou ile aynı odada olmasaydık iç çamaşırlarıyla yatmanın benim için bir sakıncası olmazdı ama Shou varken bunu yapamazdım, çok utangaçtım. Havluyu saçıma sarıp giyinmeye başladım. Bu sefer aklıma başka bir soru takılmıştı: Birlikte mi yatacaktık? Ocak ayında yerde yatması çok saçmaydı, koltuksa oturulmak için bile uygun değildi.

"Mita! Hadi lütfen çabuk ol. Aşağıya inmek için sabırsızlanıyorum." Shou’nun sesiyle düşüncelerimi gecenin ilerleyen saatlerine attım. Havluyu katlayıp rafa geri koydum ve ellerimi elbisem üzerinde gezdirip kapıyı açtım. Dışarısı içeriye göre çok soğuktu. Tüm bedenim ürpermişti. Ayakkabılarımı giyip Shou’ya baktım. Yatakta uzanıyordu, 'Umarım uyumamıştır.' Diye geçirdim içimden ve yatağa doğru yürüdüm. Gözleri kapalıydı, yüzündeyse bir gülümseme vardı. Anlam veremediğim bir ifadeyle yüzümü yüzüme yaklaştırdım, uyuyup uyumadığını anlamaya çalışıyordum. Gözleri aralandı hafifçe, ona ne kadar yakın olduğumu bilmiyordum, sadece yüz ifadesindeki şaşkınlıktan fazla yakın olduğumu çıkarmıştım. Hemen kafamı kaldırdım ve dik durdum. "Hadi gidelim." Dedim arkaya dönerken. Ben derin bir nefes alıp kapıya doğru giderken o da kalktı ve ardımdan kapıdan çıktı.

Tekrar giriş katındaydık, adamın bize gösterdiği kapıyı açıp içeri girdim Shou ile birlikte. Şimdi eski moda bir yemek odasının içerisindeydik, uzun bir masa vardı, galiba en büyük alan burasıydı oteldeki. Köşeye atılmış çürümeye yüz tutmuş bir piyano vardı kenarda. Büyük bir mutlulukla Shou piyanoya gitti ve hemen oturup parmaklarını tuşlarda gezdirmeye başladı. Eski salonu hoş müzik sesleri kaplamaya başladı. Piyano sesini seviyordum, insanları mutlu ediyordu bence. Müziğin etkisine kaptırdım bir süre kendimi, sonra yemek yememin gerektiğini hatırladım. Odanın içinde gözlerimi gezdirince kısa sürede beyaz bir kapı gördüm, mutfağa açılan kapı olmalıydı. Ben de hızlı adımlarla mutfağa girdim ve kulağımda piyano sesleriyle rafları ve buzdolabını karıştırmaya başladım. Elimizdekilerle yapabileceğim tek yemek makarnaydı. Raflardan bir tencere çıkarıp içine suyu doldurdum, onu ocağın üzerinde kaynamaya bırakırken domates sosu için gerekli olanları çıkarıp domatesleri yıkamaya başladım. Hareketlerimi melodiye uydurarak yapıyordum. Müzik her yerdeydi. Yemek yapmaktan hoşlanıyordum, bu iş müzik eşliğinde daha da güzel görünüyordu gözüme, gülümsedim. "Peki, acaba nerde şu yağ?"
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Edgard Davin
Iron Mask Solisti
Iron Mask Solisti
Edgard Davin

RP Yaşı : 25
Mesaj Sayısı : 545
Gerçek Adı : Kurt
Yaş : 30

Çanta
Eşyalar:

Evcil Hayvan:

Koş Yoksa İşin Biter Empty
MesajKonu: Geri: Koş Yoksa İşin Biter   Koş Yoksa İşin Biter EmptyÇarş. Tem. 13, 2011 1:47 am

I'm tired of being what you want me to be
Feeling so faithless lost under the surface
Don't know what you're expecting of me
Put under the pressure of walking in your shoes
Every step I take is another mistake to you

Sesim kulaklarımda idi. Konser gözlerimin önünde, seyirciler kalbimde, müzik ruhumdaydı. Kendi kendime gülümserken birden tuhaf bir hisse kapıldım. İzleniyor muydum? Gözlerimi araladım birden ve yüzünü neredeyse burnumun dibine kadar yaklaştırmış olan Mineta'yı gördüm. Şaşkınca duraksadım. O ise ona baktığımı görünce birden diklendi ve geri çekildi. "Hadi gidelim." Onun kapıya ilerlediğini görünce enerjik bir şekilde ayağa fırladım ve peşinden gittim. Aşağıya indik ve yaşlı adam bize bir yeri gösterince de oraya geçtik. Uzun bir masa vardı ortada. Örtüsü bile renk değiştimiş ama bir nevi bana ilham veren bir ortam. Yıkık dökük bir piyano ilişti gözüme çevreye bakarken. Hızlıca ona ilerledim ve başına yerleştim büyük bir zevkle. Parmaklarım tuşlarla olan o kutsal dansına başladığında kendimi kaybetmiştim. Her birini sevgiyle kucakladı ve müziği kulağında ötesinde bir noktaya taşıdı. Ruhla bütünleşti ve müzik olmaktan çıkıp bir hayat kaynağına dönüştü. Çaldım çaldım çaldım. Ta ki midemde bedensel açlığın ruhunkinin önüne geçen bir ses duyuncaya kadar. Yavaş bir güzellikle parçayı bitirdim ve Mita'nın peşine gittim. Mutfağa benziyordu ama sanırım morgdu burası. Mita ise gayet neşeli bir şekilde yemek yapıyordu. Dolaplara bakarken tekrar ona döndüm şaşkınlıkla. Mita yemek yapabiliyor muydu?

"Sen yemek yapabiliyor muydun?" Bu durum ona başka bir şekilde bakmama neden oldu. Ben yemek yemeyi seven biriydim ve yemek yapabilenlere kutsal gözle bakardım. Çünkü en son denememde yaptığım makarna canlanmış ve beni yemeye kalkmıştı. O dehşe anıdan sonra yemek yapmamıştım bir daha. Gerçek gibi durmayabilir fakat bir açıdan gerçekti. Ben yemek yapamıyordum. Tek bildiğim şey sandviç hazırlamaktı. Onunla da ömür geçmüyordu. Birden Mita'ya bakarken daldığımı farkettim. İrkildim ve konuşmaya başladım durumu toparlamak için. "Yardım ister misin?" Acaba kaba mı davranmıştım? Onun beni olmadığım biri olarak görmesini istemiyordum. Kaba biri değildim fakat genel olarak düşüncesizlik yapabiliyordum. Sıkıntıyla ona doğru bir adım attım. Bu ortam pek rahatsız ediciydi ama yine de bir şey demedim. Yardım etmeliydim değil mi? Ama aslında ilgimi daha çok onun nemli saçları çekiyordu. Tapınılası bir kadın. Bir dakika! Neler düşünüyorum ben böyle? Saçlarımı karıştırdım sağ elimle. Endişeli bakışlar attım dolaplara. Tabi ki düşüncelerim Mineta içindi lakin onun bunu bilmesine gerek yoktu. Gülümsedim ben de anlamaması için. Gülümseyince otomatik olarak yaydığım o neşeli enerjinin aynı şekilde yayılmış olmasını umdum. Zaten bunu da bana söyleyen başkalarıydı. Yoksa ne anlardım gülümsemenin enerji yaydığından... "Mineta?" diye mırıldandım adını anlamsızca. Bir melodi gibi. Melodi. Müzik. Ruh. Hayat. Kalp. Yaşamak. Piyano. Müzik. İşte benim varlıklarım. Nefes almamın amaçları. Düşünceler zihnimde gezinirken dalıp gittiğimi farketmemişim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Mineta Yashiro

Mineta Yashiro

RP Yaşı : 23
Mesaj Sayısı : 128
Gerçek Adı : Aylin. 002.
Yaş : 28

Koş Yoksa İşin Biter Empty
MesajKonu: Geri: Koş Yoksa İşin Biter   Koş Yoksa İşin Biter EmptyÇarş. Tem. 13, 2011 2:37 am

"Sen yemek yapabiliyor muydun?" Şaşkınlıkla kapıya döndüm. Sessizliği dinledim, doğru ya müzik durmuştu, fakat kendimi işime o kadar kaptırmıştım ki bunun farkına hiç varmamıştım. Yemek yapmak da müzik yapmak gibiydi benim için, ruhumu dinlendiren bir uğraş. Özellikle yeni bir şeyler denemek daha çok hoşuma gidiyordu. Bazense gördüğüm bir tarife kendimden bir parça ekliyordum. Ama ortaya insanların hoşuna gidecek şeyler çıkarmaktan çok hoşlanıyordum.

"Yardım ister misin?" Piyanonun başından kalkıp bana yardım etmeye gelmesi beni mutlu etti. Çünkü müziğin onun için ne kadar değerli olduğunun bilincindeydim ve onu yarıda bırakıp yanıma gelmesi beni mutlu etmişti. Beni düşünsün istiyordum. Benim yanımda olsun… Aslında bugün başımdan geçenlere bakılırsa çok üzgün olmam gerekiyordu, ama en umutsuz anımda bile mutluydum. ‘Çok garip.’ Diye düşündüm, bunun nedeni neydi acaba? "Mineta?" Galiba Shou’ya cevap vermem gerekiyordu, ne kadar dalgındım. Aslında oldukça dikkatli ve düzenli biri olarak anılırım. Ama bugün her şeyi unutuveriyorum adeta. Bugünde sihirli bir şeyler var, çok farklı. "Yardım edebileceğinden emin misin?" diyerek gülümsedim Shou’ya. Yemek konusunda iyiyse gerçekten çok şaşırırdım. Çünkü bu konuda kötü olduğu hakkında gülüşmeler arasında birkaç söz geçmişti grup arkadaşları arasında.

Suyun kaynadığını duyar gibi oldum, hemen raflardan birine uzanıp makarna paketini elime aldım ve keskin bir bıçakla paketi açtım. Makarnaları kaynayan suya dökerken Shou’ya dönüp "Bugünün menüsü domates soslu makarna. Üzgünüm, çünkü malzemeler sadece buna elveriyordu." Dedim gülümseyerek. Boş paketi çöpe atıp keskin bıçağımı elime aldım tekrardan. Domatesleri kaldığım yerden doğramaya devam ettim hızlı hızlı. Sebzeleri doğramak da hoşuma gidiyordu, ilk önce tüm bunları yapmak çok zor geliyordu fakat sonraları eli iyice alışmıştı. Küçük yaşta başlamıştı yemek yapmaya, önce kültürel yemeklerden başlamıştı, sonraysa diğer kültürlere geçmişti. Soğanları aldım elime, onları da ince ince doğradım büyük bir özenle. Sonra raflardan küçük bir tava çıkardım, ocağın diğer gözünü açıp tavayı da oraya yerleştirdim. Doğradığım soğanları, yağı ve biraz da tuzu koyduktan sonra çekmecelerden birinden bir kaşık çıkartıp Shou’nun eline tutuşturdum. "Senin görevin soğanları kavurmak." Şaşkın bir ifadeyle bir elindeki kaşığa bir de tavaya baktı. Gülümsedim. "Karıştıracaksın. Pembeleşinceye kadar." Shou’nun işini yapmaya başladığını gördükten sonra ben de makarnaları kontrol etmeye gittim. yan yanaydık, bu sebepsiz yere hoşuma gitmişti. Yüzümü ona döndüm, işine oldukça odaklanmıştı. Gülümsedim, tam bu sırada o da bana döndü. Bu kalbimin hızla çarpması ve yüzüme daha fazla kan göndermesi için yeterliydi, hemen makarnalara döndüm yüzümü. Hâlâ biraz diriydiler. Son domatesi doğramak için Shou’dan uzaklaştım, belki de bu bahanemdi çünkü bu işin daha da ileri gitmesinden korkuyordum. Kendime itiraf edemediğim bir şeyin gerçek olma olasılığı beni ürkütüyordu. Bu yüzden işime odaklanmalıydım, ona değil.

Soğanlar kavrulunca Shou’dan makarnayı süzgece boşaltmasını istedim. Kendim de küçük tavanın başına geçip kavrulmuş soğanlara biraz un ilave ettim. Gereken süre kadar karıştırdım, Shou yaptıklarımı dikkatlice inceliyordu. Yemeklerle ilgileniyora benziyordu. Zamanı gelince domatesleri ekledim tavaya. İyice ezdikten sonra birkaç baharat daha ekleyip kaynamaya bıraktım. Sonra süzgeçteki makarnaya yöneldim. Shou’dan üst raflardan iki tabak almasını rica ettim, getirince makarnayı tabaklara böldüm. Bu sırada olduğunu düşündüğüm sosa yöneldim. Tam kıvamındaydı, kendimle gurur duymuştum. Tavadaki sosu tabaktaki makarnaların üzerine döktüm, yemeğimiz hazırdı. Tek kelime etmeden çekmecelerden bir tane çatal aldım, çatalı ve kendi tabağını Shou’nun eline tutuşturup kendime de bir çatal alıp salona döndüm. Masaya oturduğumda Shou da karşıma geçti. Şaşkın ve mutlu bir ifadesi vardı, bu beni mutlu etmişti. İnsanları şaşırtmak da mutlu etmek de hoşuma giderdi. Makarna hoşuna gitmiş olmalıydı. Bana bakıp gülümsedi, kalbim yine hızla atmaya başladı. Yemek yapmak bana tüm bunları kısa süreliğine de olsa unutturmuştu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 

Koş Yoksa İşin Biter

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 2 sayfasıSayfaya git : 1, 2  Sonraki

 Similar topics

-
» Kedicikler, çöplükte takılır. Sokak aralarında ne işin var?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: eğlence ekspresi :: Süpürge Dolabı :: Rp İçi :: 1. Sezon :: Los Angeles-