İşte, ceza günü gelmiş çatmıştı. Profesör Marlow, bir ceza için olabilecek en berbat günü seçmişti. Haftasonu tembelliğine alışmışken bu ılık havada dersliklere kapandığımız bir Pazartesi gecesi diğerleri gibi yumuşacık yatağımıza kıvrılmak isterken geceyi arazide geçirecektik. Hemde Ricimar'la. Zaten Clary ile yaklaşık 12 saat boyunca aynı ortamda olacağımı bilmek beni çileden çıkarmaya yetiyordu. Ama, her zaman ki gibi bir planım vardı. Geceyi eğlenceli kılacak bir plan... Kim bilir belki Clary yaralanır ve hastane kanadına kapatılırdı. Suçu onun üstüne atmayı başarabilirsem ceza bile alabilirdi. Biraz heyecanlanarak ellerimi ovuşturdum ve kalın, siyah hırkamı kapıp yatakhaneden çıktım.
Aylardan Nisan'dı ve havalar genelde sıcaktı. Yine de geceleri soğumayacağını kim söyleyebilirdi? Umarım Clary ince giyinirde, donarak ölür, diye düşündüm öfkeyle. Beni havada defalarca döndürüp yere çakılmama sebep olduğu için sırtımda kocaman bir morluk oluşmuştu. Hastane kanadına gittiğimde şifacı bana ağrıyı geçiren bir iksir vermişti, yinede morluk yerli yerinde duruyordu. Yazın yaklaştığını düşündükçe sinirlerim kabarıyordu, sırtımda böyle bir morlukla nasıl denize girerdim? Aptal Clary, şapşa, boş kafalı, sürüngen... İçimden hakaretleri saydırmaya devam ederken, araziye çıktım. Avluyu geçtim ve Ricimar'ın klübesine doğru hızlı adımlarla ilerledim. Tahmin ettiğim gibi hava oldukça serindi. Gökyüzü iyice kararmıştı, neyse ki dolunay vardı. Ay ışığı araziyi büyük ölçüde aydınlatıyordu. Klübenin önüne gelince basamakları tırmandım ve Ricimar'ın tahta kapısını gürültüyle, sert yumruklarla çalmaya başladım.
"Aç şu kapıyı, sersem!"