Gözlerimi klasik, sımsıcak bir yaz sabahına açtım. Perdenin arasından süzülen güneş ışığı odanın bir kısmını aydınlatıyordu. Doğruldum ve güneş ışığında uçuşan tozları seyrettim. Bunu her sabah yapıyordum, artık alışkanlık haline gelmişti. Fazla oyalanmadan yataktan çıktım ve üstüme eski bir bluz ve yine eski bir şort geçirdim. Uzun saçlarımı sıcak hava yüzünden terlemeyeyim diye özensizce topladım ve her sabah düzenli olarak yaptığım şeylerden biri olan orman yürüyüşümü gerçekleştirmek üzere adımlarımı hızlandırdım.
Bugün hava çok güzeldi. Sıcacıktı. Güneşin sıcaklığını tüm hücrelerimde hissediyordum. Hiç öyle üstüne yapışan, seni deli eden, rahatsız edici bir sıcaklık değildi bu. İnsanın içine işliyordu, mutluluk veriyordu. Ellerimi şortun cebine soktum ve gür ağaçlı Hogwarts ormanının derinliklerinde kaybolmayı umarak ağaçların arasında yoluma devam ettim.
Derin derin nefes alarak yürüdüm ve ormandaki tüm güzelliklerin tadına vardım. Ormanı çok seviyordum, yeşilliği, hayatı, canlılığı. Burası Hogwarts'ta yazları en çok takıldığım yer olmuştu. Kışın ormana çıkmayı aklıma bile getiremiyordum çünkü hava aşırı soğuk oluyordu. Ben de her yaz ormana gidebildiğim kadar çok gidiyor, özlemimi gideriyordum. Yürümeye biraz daha devam ettim. Sonra, bir anda uzakta birini görür gibi oldum. Ancak emin olamıyordum, fazla uzaktaydı ve sarmaşık ve çalılar bulunduğu yeri kapatıyordu. Oraya doğru ilerledim ve karşımda bir kız buldum. Kızı görmüştüm, Gryffindor binasındaydı ancak adını bilmiyordum, onun da benimkini bilmediğinden eminim.
Yüzü şaşırmış gibiydi, o da benim gibi birine rastlamayı beklemiyordu belli ki. Hafifçe gülümsedim ve bir elimi cebimden çıkarıp ona doğru uzattım, "Selam. Ben Aleksandra. Ama bana Alex diyebilirsin. Aynı binadayız. Sen de mi benim gibi kalabalıktan kaçıyorsun? Yoksa yolunu mu şaşırdın?" dedim gülümsemeye devam ederek.