Titredi onu kendime çektiğimde, sanki benden korkuyormuş gibi. Sanırım benden değil ama bana yakın olmaktan korkuyordu. Kendini aceleyle uzaklaştırdığında ona kızmadım. Çok yakında en kötü rüyası olacaktım nasılsa. Onun beni sevmediğini hiçbir zaman düşünmemiştim, aslında bana karşı duygular beslediğinden korkuyordu bundan. Ne diyebilirim ki, kendisini mutlu edemeyecek bir erkeğe aşık olmaktan her kadın korkmaz mıydı? Onu izledim, güzel yüzünü ovuşturdu. Ağlamış mıydı, diye düşündüm. Öyle ise bile ben anlamadan yapmıştı. Pürüzsüz cildine, hatları yumuşak yüzüne ve az önce bir buse verdiğim dudaklarına baktım. Anlaşılan makyajsızdı, yoksa şu filmdekiler gibi yanaklarında veya göz çevresinde izler olurdu. Ama Eleanore doğal bir güzellikti. Zorla oluşturmaya çalıştığı gülümsemesine baktım. Ama karşılık veremeyecek kadar yorgundu yüzümdeki kaslar. “Haklısın, Michael. Yapabileceğin bir şey yok.” İşte şimdi, beni terk edecekti. Kendi intiharımı planlamaya başladım kafamda. Bir büyüyle ölmek yerine, bir muggle gibi ezilerek, boğularak, yanarak ölmeyi düşündüm. Ya da kendimi zehirlerdim. Hangi ölüm şekli acısızdı? Sonra bu soruyu da fikirlerimden çıkardım, benim gibi birinin acı çekerek ölmesi daha iyiydi. Ne de olsa çektiğim en büyük acı, onun hüzünlü bir bakışını gördüğümdekinden hafifti. Ayrıca; onun beni istemediğini, benden nefret ettiğini duyduğum anda ölecektim zaten. İkinci bir ölüş, bedenimin ölüşü sayılmazdı. Düşüncelerimin derin denizinden beni çekip alan Eleanore’un sözleri oldu bir kez daha. “Ama benim var. Peki, Michael, istediğin gibi olsun. Bir aşk yaşayacağız ve işi gidebildiği yere kadar götüreceğiz. Bittiğinde ise arkada soru işaretleri kalmamış olacak.” Ne? Yani… Anlamıştım ama duyduklarıma inanamazdım şu an. Ya o farklı bir şeyler söylemişti ve ben kendi duymak istediğim gibi almıştım bu sözleri, ya da gerçekten… Yani o… Bir aşk mı yaşayacaktık? Karşılığında bir şey istemeyi mi planlıyordu acaba? Ne istese verebilirdim ille velakin bunu çıkarı için yapıyorsa aşk olmazdı. Dilim damağım kurumuştu, bir şeyler söylemek için ağzımı açtım ki son cümlesi ile tatlı bir rüyadan uyandım. Demek bittiğinde… Demek ki bunu yaşamayı istemesinin sebebi, aramızdaki her şeyin tamamen bitmesini istemesiymiş. Beni artık düşünme zorunlu olmasından kurtulmakmış. Peki ya onun düşündüğü gibi olmazda bitmez ise. Böyle bir şeye izin vermeyeceğimi söylemek istedim. Ona doğru bağırarak, madem bana karşı bir duygu besliyorsa neden doğrudan sonunu düşündüğünü sormak istedim. Ama bunun yerine sustum ve gözlerimi ondan uzaklaştırdım. Odanın bir köşesindeki, iksir denemeleri için yazılmış bir tomara baktım. Aklim ise halen söylediği son cümledeydi.
Ellerini gömleğimde hissettiğim zaman baktım yeniden ona. Bir umut ışığı vardı gözlerinde, yine de buna ne kadar inanırdım az önceki sözlerinden sonra. Biliyorum sevinçli olmam gerekiyordu. Aksi yönde, içimdeki hüzün katlanmıştı şimdi. Daha önce de bu konuma gelmiştik ve ben kazı için gittiğimde bir ‘son’ olmadan yarım bırakmıştık ilişkiyi. Onu hep düşünmüştüm hala onunlaymış gibi. Hakkında hiçbir şey bilmiyordum yazıdayken. Belki arada da ilişkileri olmuştur. Az önce düşündüğüm sorunun cevabini almıştım en azından, şu an çıktığı veya birlikte olduğu biri yoktu. Az önce söylediği kelimeler, net olmasa dahi, bir çıkma teklifi sayılırdı. Şu ‘çıkma’ sözcüğü tabii artık yoktu. Sonuçta yetişkin iki büyücüydük. Bu sözcük ise Hogwarts yıllarına aitti. Eleanore’dan önce olmuştu kız arkadaşlarım; halbuki Eleanore’dan sonrasını hiç düşünmemiştim. Onunla tanıştığımda hayatim ikiye bölünmüştü adeta. Onunla olan kısmı daha güzeldi elbet. “Seninle kazılara bile geleceğim.” Onu kibarca bıraktım kollarımın arasından. Bu sefer geriye çekilen bendim. İstediği gerçekten bu muydu? Bunun cevabini verebilecek kişi oydu, böyle bir soruyu soramayacağımı bilen kişi de ben. Bu nedenle yine sessizliği tercih ettim. Eğer kabul edersen onun istediği olacak ve bu sefer kesin bir ‘son’ verebilecektik. Hayır desem hiçbir anlamı kalmayacaktı bu odada olan şeylerin. Ufak bir ihtimal, ona aşkın düşündüğünden daha güzel olduğunu gösterecektim. İşte o zaman ‘son’ olmayacaktı. Bu riski göze alabilirdim, çünkü bunu yapacak kadar aptal ve aşk sarhoşuyum onunlayken. Yine de çok bir şey söylemek içimden gelmedi. Sesimi olabildiğince yumuşak ve istekli çıkarma sonuçlarım az bir derece başarılı olabiliyordu gerçi. “Nasıl istiyorsan öyle olsun, Eleanore. Peki.” Dedim aklimi toparlamaya çalışırken. “Ancak seni kazılara gelmen için zorlamam. Yani gerçekten de gelmen gerekmiyor. Seni daha sıkça görmeye gelebilirim. Kazılara sürekli tatil koyarım, belki bu çalışanlar için de iyi olur.” Sözümü bitirdiğimde derin bir nefes aldım, hızlı bir şekilde. İç geçirme gibi değildi tam olarak ama ses çıkarmıştı. Ona baktığımda az önceki hali gitmiş gibi geldi. Şimdi daha sakinleşmişti en azından. Ya da daha deminden beri heyecanlı olan ben onu öyle görmüştüm. Emin değilim… Her neyse. Sadece bir soru daha. Belki fazlasıyla saçma, doğrudan Eleanore’a değil daha çok yaşama yöneltilen, “Peki şimdi ne olacak?”